10Haber’de dün sevgili Mehmet Öğütçü’nün köşe yazısını okudum. Yazının başlığı değişse de mesaj netti: “Doğurganlık düşüyor çünkü evliliğe olan inanç bitiyor.” Suçlu? Elbette, belirsizce “sistem” ama biraz da kadınlar. Çünkü erkekler artık korkuyormuş; hukuktan, nafakadan, beyan esasından, çocuk hasretinden…
Ama bir dakika. Durup bir soralım:
Erkekler gerçekten evlenmekten mi korkuyor, yoksa yakınlık kurmaktan mı?Kadınlar gerçekten “güvensiz” mi oldu, yoksa kendi ayakları üstünde durdukça “artık idare edilmeyen” mi oldular?
Yani mesele doğurganlık mı, yoksa duygusal derinlikten uzaklaşmış bir toplumda çocuk yapmanın mantığını yitirmemiz mi?
Bana sorarsanız evlilik eskisi gibi değil, çünkü insanlar da eskisi gibi değil. Şimdi çok dürüst olalım: Kimse artık ömrünü, anlaşamadığı biriyle “birlikte mezara kadar gitmeye” mecbur hissetmiyor. Ve bu kötü bir şey değil. Evlilik artık bir sigorta poliçesi değil. Bir “çocuk yap ve kariyeri bırak” anlaşması hiç değil. Hele ki cinsel uyumun, ruhsal gelişimin ve karşılıklı saygının olmadığı ilişkilerde hiç değil. Evliliğin cazibesi, artık güvenli liman olmak değil; ortak hayal kurabilmek.
Ama bu hayal kurma meselesinde sorun var.
Erkekler diyor ki: “Ben artık evlenmek istemiyorum, çünkü boşanırsam çok şey kaybederim.” Kadınlar diyor ki: “Ben evlenmek istemiyorum çünkü özgürlüğümü, bedenimi ve zamanımı kaybederim.”
E, o zaman neden evlenelim zaten? Bu soruya “çocuk yapmak için” cevabı artık yetmiyor.
Kadının beyanı esastır, evet. Çünkü tarih boyunca kadının sözü yok sayıldı. Ama beyandan delile geçmek gerektiğinde, hukuk herkesi korumalı.
Ancak burada şunu da görmek gerek: “Kadınlar kötü niyetli kullanıyor” demek ne kadar kolaysa, şunu sormak da o kadar zor: “Erkekler gerçekten eşitlik istiyor mu, yoksa eski ayrıcalıklarını kaybetmeye mi direniyor?”
Nafaka konusundaki tartışmalar çoğunlukla şöyle başlıyor: “Ben neden yıllarca nafaka ödeyeyim?”
Ama şöyle hiç başlamıyor: “Kadın o yıllar boyunca işinden oldu, bedeninden oldu, gençliğinden oldu…”
Bu meseleyi kadın-erkek savaşı üzerinden değil, ilişki okuryazarlığı üzerinden tartışmalıyız.
Aileyi kurtarmak istiyorsak önce “evliliği neden istiyoruz?” sorusunu dürüstçe yanıtlamalıyız. Kadın ve erkeklerin birlikte iyileşeceği modelleri konuşmalıyız. Erkeklerin duygusal okuryazarlığını güçlendirecek destekleri düşünmeliyiz (evet, erkeklere de terapiler lazım!) Kadınların yalnızca çocukla değil, hayalleriyle de var olabileceği sistemler yaratmalıyız.
Doğurganlık düşüyor çünkü…
… insanlar kendilerini yalnız hissediyor.
… insanlar birlikte yaşlanmak istemiyor çünkü birlikte büyüyemiyor.
… insanlar hâlâ ilişkilerde eşitliğe inanmıyor ama romantizm bekliyor.
… ve evet, sosyal medya, kapitalizm, Tinder, travmalar, güvensizlikler, kaygılar… hepsi cabası.
Belki doğurganlık değil, umut eksik bizde.
Kırılan umut, güvensizlik doğurur. Güvensizlik, mesafe doğurur. Ve bu mesafe… ne ilişki bırakır, ne çocuk. Ama bu konuları cinsiyet kavgalarıyla değil, karşılıklı empatiyle konuşabilirsek, belki yeni bir evlilik modelini, yeni bir ilişki anlayışını birlikte kurabiliriz.