11 Eylül 2001’de uçaklar İkiz Kule’lere çarptığında, Jack Nicholson Los Angeles’taydı. Mulholland Drive’daki evinde tek başına oturmuş, televizyona kilitlenmişti.
Saatlerce yerinden kıpırdamadı.
İlk günün sonunda, uzun zamandır planladığı yardım amaçlı bir golf turnuvasını iptal etti.
Warner Bros ile yeni bir film için yaptığı görüşmelere ara verdi ve asistanını arayarak yaklaşan bir halka açık etkinlikten çekilmesini istedi.
Ona yakın olanlar, Nicholson’ın tepkisinin “hızlı, ciddi ve derinlemesine kişisel” olduğunu söylüyordu.
Arkadaşları, o günlerde pek bir şey yediğini hatırlamıyor.
İçlerinden biri, saldırıdan sonraki akşam salona girdiğinde onu hâlâ aynı yerde, gözleri ekrana sabitlenmiş şekilde bulduğunu anlatıyor.
“Üstünü bile değiştirmemişti. Yanındaki küllük dolup taşmıştı. Bana baktı ve ‘Her şey aynıymış gibi davranamazsın, artık değil,’ “dedi.
Röportajlarda genellikle açık sözlü olan Nicholson, 11 Eylül hakkında kamuya açık hiçbir açıklama yapmadı.
Televizyona çıkmadı, basın bildirisi yayımlamadı, sosyal bir yorumda bulunmadı.
Ama kapalı kapılar ardındaki davranışları bambaşka bir şey söylüyordu.
Saldırıdan sonraki 72 saat içinde, New York merkezli birçok acil yardım kuruluşuna isimsiz bağışlar gönderdi.
Avukatının ofisinden Manhattan’daki bir itfaiye istasyonuna bir telefon geldi, ne tür malzemelere ihtiyaçları olduğu soruluyordu.
Ardından, koruyucu ekipman, botlar ve tıbbi malzemeler gönderilmesi sağlandı; “Bağışçı” adını gizli tuttu.
Bağışı iç yazışmalar yoluyla sonradan öğrenen emekli bir NYPD (New York Polis Departmanı) dedektifi,
“Bu bağış Batı Yakası’ndan özel bir kaynaktan gelmişti. Tek ipucu, üzerine ‘Dünya karanlığa gömüldüğünde cesur olduğunuz için teşekkür ederim’ yazılı el yazısıyla yazılmış bir nottu.
Notta isim yoktu. Ama ekipten biri, bir karakolda asılı duran imzalı bir fotoğraftan o yazıyı tanıdı. O kişi Jack’ti” dedi.
Nicholson’ın sessizliği bir mesafe değil, bir yemin, ‘bir yas tutma’ biçimiydi.
O hafta katılmayı planladığı yüksek profilli bir ünlüler galasını iptal etti ve şöyle dedi: “Bu hafta iş haftası değil. Bu hafta yas haftası.”
O söz, bir arkadaşının Vanity Fair’e aktardığı kadarıyla, hiçbir zaman resmî olarak yayımlanmadı.
Tıpkı o günlerde yaptığı diğer her şey gibi, sessizce elden ele aktarıldı.
Spot ışıklarından tamamen çekildiği haftalar oldu. Ulaşmaya çalışan yapımcılara, telefonlara çıkmadığı söylendi.
Malikânesinin kapısı kilitli kaldı, hatta düzenli olarak buluştuğu poker arkadaşlarına bile beklemeleri söylendi. “Çok derinden etkilenmişti”, dedi uzun yıllardır tanıyan bir dostu.
“Jack, filmlerde ağlayan bir adam değildir. Ama o hafta… Her o görüntüler tekrar oynatıldığında boğazı düğümleniyordu.”
Az kişinin bildiği şey ise, Jack Nicholson’ın New York ile derin bir duygusal bağının olduğuydu.
New Jersey’de doğup büyümüş olsa da, New York onun için her zaman bir direnç ve dayanıklılık simgesiydi.
Yıllar öncesine ait röportajlarda sık sık New York’u “her zaman yeniden ayağa kalkan bir yer” olarak tanımlamıştı.
Şimdi tarif edilemeyecek ölçüde sınanan o direniş, Hollywood’un en cüretkâr asi figürlerinden biri olarak bilinen Nicholson’ı beklenenden çok daha derinden etkilemişti.
Şehirdeki ortak tanıdıklarından gelişmeleri almaya başladı; hatta “Prizzi’s Honor” ve “Ironweed” filmlerinin çekimlerinde birlikte çalıştığı bazı set çalışanlarını bizzat arayarak durumlarını sorduğu bildirildi.
Eski set asistanlarından biri şunları paylaştı: “Bana bir sesli mesaj bırakmıştı. ‘Seni ve şehri düşünüyorum. Kendine dikkat et,’ diyordu. Bunu bana borçlu değildi ama yine de yaptı.”
Belki de en dokunaklı an, haftalar sonra yaşandı.
Brentwood’da, kurban aileleri için düzenlenen küçük ve özel bir bağış etkinliğinde Nicholson arka kapıdan içeri süzüldü, bir çek imzaladı ve tek kelime etmeden ayrıldı.
Etkinliği organize eden kişi daha sonra şunları söyledi: “Tanınmak istemedi. Fotoğraf da istemedi. Bana sadece şunu söyledi: ‘Bu benimle vicdanım arasında.’ ”
11 Eylül sonrası Jack Nicholson’ın sessizliği, kelimelerden çok şey anlattı.
***
Bu metin yaklaşık 3 ay önce yazılmış.
Aktörün 22 Nisan’da 88. yaş günü dolayısıyla, ABD’de “Humanity” adlı bir grubun sitesinde yayınlan bir yazının çevirisi.
Nicholson’un görüşünü kelimelerle değil, sessizliği ve ‘sağ elle verileni sol elle duyurmayan’ davranışlarıyla ortaya koyuşu, yas’ın ağırlığına ve kendine gösterdiği saygının bir ifadesi olarak görülebilir.