Farkında mısınız bilmiyorum, bugün aslında bir rüya gerçekleşiyor.
O rüyanın adı barış.
Bugün, 40 yılı aşkın süredir hepimizin hayatını olması gerekenden çok daha kötü bir hale getiren, aramızdan onbinlercesinin ise hayatını kaybetmesine neden olan bir anlamsız savaşı çıkaran örgüt, PKK, silahlarını bırakmaya başlıyor.
Normal şartlar altında bu gelişme hepimizi mutlu etmeli, hepimiz bugün düne göre çok daha ümitli, geleceğin bize çok daha güzel şeyler getireceğinden emin olmalıyız. Öyle ya, bir büyük kötülük sona eriyor.
Peki mutlu muyuz? Umutlu muyuz?
Evet elbette aramızda çok ümitli olanlarımız var, sevincini yaşayanlarımız var ama kendi adıma konuşayım, öyle topluma yansıyan genel bir mutluluktan söz etmek kolay değil.
Neden böyle? Biz toplum olarak patalojik mutsuzluk hastası olduğumuz için mi?
Eminim aramızda öyleleri de var, bazılarımızın mutsuzluğu müzmin, ne yapsanız onların sevinmesini sağlayamıyorsunuz ama toplumun çoğunluğu için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Bir gözlem daha: 2015 yılında resmen ve fiilen sona eren o meşhur “çözüm süreci”nde ümit ve mutluluk bugünkünden kat be kat daha yüksekti. Üstelik ortada hiçbir şey olmadığı halde bu böyleydi.
Ama bugün ortada çok ciddi şeyler var. PKK kendi kendini fesh eden kongre kararları aldı. İşte bugün de düzenlenecek bir sembolik törenle silah bırakmaya başlıyor.
Ama biz millet olarak yoğurdu üfleyerek yiyoruz. En iyimserlerimiz bile aslında “ihtiyatlı iyimser.” Yani, “dur bir görelim ne olacağını” diyor.
Bu “ihtiyatlı iyimserliği” ve hatta savaş bitiyor diye mutlu olamama halini anlamaya çalıştığımızda karşımıza artık çiğnene çiğnene ağızlarda sakız haline gelmiş gayet banal bazı sorular çıkıyor.
Sorulması en kolay soru şu: PKK silahını bırakıyor, dağdan ovaya inmek ve siyaset yapmak istiyor, peki ama CHP’ye bile siyaset yaptırılmayan bu memlekette PKK’ya siyaset yaptırılır mı?
Ayrılıkçılığın bir siyasi talep olarak ve barışçıl yöntemlerle savunulabilmesinden bile söz etmiyoruz aslında; düne kadar DEM Parti’ye uygulanan siyasi/adli/polisiye kuşatmanın yeniden yaşanmayacağının ne garantisi var?
Demokrasi anlayışı evrensel değil “yerli ve milli” olan bir iktidarın siyasetin alanını bu kez Kürt milliyetçiliğini de kapsayacak kadar genişletmesini bekleyebilir miyiz?
Ekrem İmamoğlu’nun iktidar olmaya yaklaşır gibi gözükmesine bile tahammül edemeyen ve onu engellemek için her yolu deneyen bir iktidar sisteminin Kürt oylarının mevcut konsolidasyonun ötesinde DEM Parti’de toplanacak olmasına ses çıkartmaması pek eşyanın tabiatına uygun gözükmüyor. Yüzde 12-13 değil yüzde 15-17 oy alacak bir Kürt milliyetçi partisi sanıyor musunuz ki kendi başına bırakılır?
Sorular banal olmasına banaller ama bu durum onların geçerli sorular olmasını engellemiyor.
Sanıyorum iyimserlerin “ihtiyatlı” olmasının, mutlu olması gerekenlerin bu mutluluğu yaşayamamasının önemli bir sebebi bu soruların cevaplarının üç aşağı beş yukarı biliniyor olmasından, en azından herkesin cevaplar konusunda kendine göre kuvvetli tahminleri olmasından kaynaklanıyor.
Bakın, Adalet ve Kalkınma Partrisi yarın sabah Ankara Kızılcahamam’da kampa giriyor. Kampın başlığını ve ana konusunu söyleyeyim de içiniz rahat etsin: “Milletin Gücüyle Sınırları Aşan Liderlik.”
Soyut bir liderlikten değil, Recep Tayyip Erdoğan’dan söz ediliyor.
Tarihi bir günün sabahında, çok mutlu olmak isterken bir türlü olamayan bir adamın hezeyanları bunlar işte.