Adını Beyinlere Yazdıran Cerrah Ve Bir Filozof Gibi Ölen Fotoğrafçı
12 Temmuz 2025

Gazi Yaşargil, 27 Mayıs 1960 darbesi sırasında yurt dışında bulunması nedeniyle askerlik yapamadığı için vatandaşlıktan çıkarıldı ve 18 yaşında ayrıldığı Türkiye’ye ancak 1988’de Turgut Özal’ın verdiği pasaportla dönebildi.

11 Haziran 2025 günü, onun vefatını T.C. Zürih Başkonsolosluğu bu kez şöyle duyurdu:

Yüzyılın En İyi Beyin Cerrahı” unvanına layık görülen, bilim dünyamızın gurur kaynağı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendik.

Uzun yıllar boyunca Zürih’te yaşamış ve ömrünü bilime adamış olan Prof. Yaşargil insanlığa sunduğu katkılarla yalnızca meslektaşlarına değil, tüm yeni nesillere ilham olmuş müstesna bir şahsiyettir.

Yaşargil’in 100. doğum günü onuruna birkaç gün önce Zürih’te uluslararası bir konferans düzenlendi.

O toplantıda, insan beyninin henüz adlandırılmamış bir bölgesinin adı artık ‘Yaşargil Sulcus’ olarak ilan edildi ve büyük cerrah sonsuza kadar ölümsüzleştirildi.

Bu haberi okuyunca, Dücane Cündioğlu’na ait, vaktiyle bir kenara koyduğum bir sözü hatırladım:

“Bilime adanmış bir ruh başka şeyin peşinden koşmaz” demişti.

Bu görüşe zıt ihtirasları ve “başka bir şeyin” peşinde koşma tercihleri bugün bir sır olmayan bazı meslektaşlarına karşılık, Cumhuriyetinin kuruluşundan yaklaşık 2 yıl sonra 6 Temmuz 1925’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğan Mahmut Gazi, sadece inandığına adadığı yaşamıyla değil, kutsal bir mesleğe bakışın simgesi oluşuyla da tarihimizde ‘müstesna bir insan’ olanak yerini aldı.

Bir başka özel insan Robert Emerson Landsburg, 1980 yılında Mount St. Helens yanardağının patlamasını fotoğraflarken hayatını kaybeden Amerikalı bir fotoğrafçı. 

St. Helens Dağı, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Washington eyaletinin Skamania County bölgesinde bulunan aktif bir strato volkan’mış. 

Bu yanardağ, Portland’ın 83 kilometre kuzeydoğusunda ve Seattle’ın 158 kilometre güneyinde yer almaktadır. Landsburg’un doğduğu yer de Seattle.

Patlamadan önceki haftalarda Landsburg, yanardağdaki çeşitli değişiklikleri belgelemek amacıyla bölgeyi birkaç kez ziyaret ettiği ve çeşitli fotoğraflar çektiği biliniyor. 

Ancak 18 Mayıs 1980 sabahı, beklenmedik bir şey oluyor.

Landsburg, patlama gerçekleştiğinde zirveden sadece birkaç mil uzaklıktaymış. 

Durumun kaçamayacağı kadar ciddi olduğunu fark edince, üzerine doğru gelen kül bulutunu hızla fotoğraflamış.

Piroklastik akıntı kendisine ulaşmadan önce, fotoğraf makinesindeki filmi geri sarmış, kamerayı kılıfına koymuş, sırt çantasına yerleştirmiş ve çantanın üzerine yatarak içindekileri korumaya çalışmış.

17 gün sonra vücudu külle kaplanmış şekilde aracının içinde bulunduğunda, sırt çantası altındaymış.

Bir insan bedeninin kalkanıyla korunan o çantanın içindeki 35 milimetrelik rulo yıkandığında, Landsburg’un bu tarihi patlamanın benzeri olmayan bir kaydını bilime miras olarak bıraktığı anlaşılıyor.

Patlama an’ının belgesi o fotoğraflara göre, Landsburg, 18 Mayıs 1980 sabahı, saat 08:32 civarında, patlamanın ilk saniyelerini üst üste artan bir kül duvarıyla birlikte yakalayan birkaç inanılmaz kare çekmiş.

Yakın mesafeden çekilmiş o görüntülerde milyonlarca ton sıcak külden oluşan kül bulutunun fotoğrafçının üzerine doğru geldiği an, içinde bulunduğu aracın camından net şekilde görülüyor ve “küle hapsolmakta olan” atmosfer belgeleniyor. 

Son kare, devam eden dehşeti göstermekle kalmıyor. 

Aynı zamanda onun profesyonel bir refleks olarak “film kasetini çıkarıp çantasına yerleştirmesi” tüyler ürperici bir mahiyet kazanıyor.

Bu fotoğraflar, sadece olağanüstü dramatik görüntüler olarak değil; aynı zamanda bilim ve tarih adına emsalsiz birer kayıt olarak nitelendiriliyor. 

Landsburg profesyonel bir SLR (ve muhtemelen 35 mm film) kullanıyormuş. Marka/model gibi ayrıntı bilgiler ilgili kaynaklarda yok. 

Ama National Geographic kalitesindeki o kareler için tek bir film rulosu ile sınırlı sayıda çekim yapabilmiş. Deklanşöre art arda basılarak kaydedilenler. 

Reddit adlı sitede bir kullanıcı şunları yazmış: 

“Mount St.Helens patladığında, RobertLandsburg öleceğini biliyordu. Bu yüzden hızla olabildiğince çok fotoğraf çekti… ve ardından fotoğraf makinesini çantasına koyup üzerine yattı, ısıdan korumak için.” 

Akıntının, patlamayla birlikte ~640 °C sıcaklıkta ve saatte ~400 km/s hızla yayıldığı tahmin ediliyor. 

Landsburg’un son yaşam dakikaları sadece olağanüstü soğukkanlı bir cesaret örneği olarak değil, aynı zamanda belgesel fotoğrafçılığın özüne sadık bir davranış olarak yorumlanıyor.

Walter Benjamin’e göre, “İnsan, tanıklık ettiği şeye dönüşür.” 

Benjamin, an’ı donduran makine” olarak gördüğü kamera ve fotoğrafın, aynı zamanda tarihin kendisine karşı bir koruma biçimi olduğunu söyler. 

Landsburg da, ‘zaman’ı korumayı kendi bedeniyle yapıyor.

Koruduğu birkaç ‘dakika’, tıpkı Gazi Yaşargil gibi bir mesleğe adanmışlıkla kurtarılmış oluyor.

National Geographic, Ocak 1981 sayısında bu çekimleri yayınlayarak, bilime bir volkanın patlayışını en yakından belgeleyen çok özel bir kaynak sağladı. 

Bilim insanları, özellikle jeologlar ve volkanologlar, bu fotoğrafları termal yayılma, kül bulutu evrimi gibi analizlerde kullandı.

Aynı patlamada hayatını kaybeden bir bilim insanı olan Jeolog David Johnston ile Landsburg arasında yapılan kıyaslamalarda şu vurgu yapılmış:

“Biri verileri korumaya çalıştı, diğeri görüntüleri. İkisinin de amacı, insanlığa bir şey bırakmaktı.” 

Fotoğraf eleştirmenleri bazı etik tartışmalarında şu görüş dile getiriliyor: 

“Bu bir kahramanlık eylemi değil, fotoğrafçılığın doğasına sadık kalınmış son derece insani bir refleks. Belgelemek, anlamaya çalışmak ve geride kalanlara bir iz bırakmak.” 

Bazı yorumcular, Landsburg’un son eylemini sanatçıların “kendi finalini yazma arzusu” bağlamında değerlendirmiş.

“Geride kalanlara bir iz bırakmak” konusunda, Robert Emerson Landsburg için de, Rainer Maria Rilke’nin sözlerine uygun bir son bu.

‘Bir insan ölür. Ama tanıklığı, eğer ileriye taşınırsa, kaybolmaz.” 

ÇOK OKUNANLAR