Ekim ayından itibaren -zaman zaman gündem öncelikleri değişse de- Türkiye’nin dönüştürücü ve kurucu en önemli siyasi gündemi olma yolunda ilerleyen PKK’nın silahsızlandırılması sürecinde, bir grup örgüt mensubunun sembolik olarak silahlarını yakmasıyla önemli bir eşik daha aşıldı.
Gündelik siyasetin gündem öncelikleri, siyasi aktör ve partilerin kısa vadeli hesapları, siyasi kamuoyunun bütün gelişmeleri belli başlı aktörlerin kayıp ve kazanç bilançoları üzerinden değerlendirme alışkanlığı, neredeyse bütün gelişmeleri seçimlere muhtemel yansımaları üzerinden değerlendirme kolaycılığı ve özellikle Mart’tan bu yana CHP’yi hedef alan yargı süreçleri üzerinden siyasal alanı boğan siyasi mühendislik hamleleri, sürecin bugün itibarıyla geldiği aşamanın tarihsel önemini hakkıyla değerlendirmeyi engelleyebilir.
Bu dinamiklerin ve okuma tarzlarının her birinin belli oranlarda doğruluk payı var elbette. Ancak bütün bunlar, sürecin hem yüzyıllık ulus-inşa sürecimizde hem de son yarım yüzyıllık terör ve çatışma tarihimizde, önemli bir makas değişimi anlamına geldiğini görmeyi engellememeli.
Bu makas değişimi, terör ve çatışma etrafında örgütlenen bütün yapı ve anlayışların kendilerini yeni döneme uyarlamalarını, siyasetin ve devletin yeniden örgütlenmesini, Türkiye’nin iç ve dış politikasının yeni dinamikler üzerinden yeniden kurgulanmasını mümkün ve hatta zorunlu kılacaktır.
Ancak bu eşiğin vadettiği, imkân sağladığı yeni dönemin tam anlamıyla başlaması için önce fesih ve silah bırakma kararının gereğinin yapılması, ardından devletin, siyasetin ve toplumun kendisini silahsız yeni döneme uyarlaması gerekiyor.
Stres Testleri
Süreç, Bahçeli’nin 22 Ekim’de PKK’ya silah bıraktırmak üzere Öcalan’a rol üstlenme çağrısı yapmasıyla ciddiyet kazanmış, Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ya fesih ve silah bırakma çağrısı yapmasıyla ete kemiğe bürünmüş, PKK’nın 12 Mayıs’ta kamuoyuyla paylaştığı fesih ve silah bırakma kararıyla da önemli bir aşamaya gelmişti. 11 Temmuz’da gerçekleştirilen sembolik bir törenle yerli ve yabancı birçok gözlemci önünde silahların yakılmasıyla Ekim’de başlayan sürecin ilk somut çıktısı alınmış oldu.
Bu önemli dönemeçlerin her biri ciddi iç ve dış gelişmelerin stres testine maruz kaldı, bazı gecikmeler yaşandı ancak süreç bu testlerin hepsinden güçlenerek çıktı.
Bahçeli ile Öcalan’ın çağrıları arasında Suriye’de rejim değişikliği yaşandı. Suriye’deki rejim değişikliği, sürecin “tehdit” ile tarif edilen motivasyonuna “fırsat”ı da ekledi. Bahçeli’nin bölgesel gelişmelerin ürettiği tehditlere referansla başlattığı sürece, Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’deki rejim değişikliğinin sağladığı fırsat alanlarını görerek ikna oldu. Erdoğan’ın fırsat olarak gördüğü gelişmeler, Kandil’in direnme zeminini de aşındırdı.
Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı ile PKK’nın 12 Mayıs’ta kamuoyuna ilan ettiği fesih ve silah bırakma kararı arasında 19 Mart operasyonu yaşandı. 19 Mart operasyonuyla siyasi tansiyonun yükselmesi ve siyasetin odağının PKK’nın silahsızlandırılmasından İmamoğlu’nun tutuklanmasına kayması, süreci ciddi bir stres testine tabi tuttu. 19 Mart operasyonu, siyasal iklimi tahrip etmesine karşın, siyasi aktörleri (Bahçeli, Erdoğan) daha kararlı bir tutum almaya zorlayarak süreci tahkim etti. Bahçeli, yaptığı etkili müdahalelerle silah bırakma sürecinin 19 Mart gündeminden olumsuz etkilenmemesi için yoğun çaba gösterirken, Erdoğan da süreci daha fazla sahiplenme gereği duyarak süregelen temkinli tutumunu revize etti ve İmralı heyetiyle görüşerek muhtemel endişeleri giderdi.
PKK’nın 12 Mayıs’ta kamuoyuna duyurduğu silah bırakma kararıyla 11 Temmuz’da ilk adımı atılan silah bırakma pratiği arasında ise İsrail/ABD-İran çatışması yaşandı. İsrail/ABD-İran çatışması, silah bırakma ve fesih kararının üzerinden bir ay geçmesine karşın PKK’nın henüz herhangi bir adım atmadığı, örgüt ile iktidar arasında karşılıklı beklenti ve suçlamaların gündeme taşındığı bir dönemde gerçekleşti. Hızlıca kotarılan bir ateşkes ile çatışma büyümeden dondurulsa da bölgedeki dinamiklerin her an değişebileceği gerçeği, tarafları süreçteki tıkanıklıkları bir an önce aşmaya sevk etti.
Öyle ki, 4 Temmuz’da CHP’nin Adana ve Antalya büyükşehir belediye başkanları ile Adıyaman belediye başkanının göz altına alınması, siyasette yeni bir depreme yol açarak siyasal gerilimi artırsa da sürecin gidişatını ve takvimini olumsuz etkile(ye)medi.
27 Şubat-12 Mayıs arasında yaşanan gecikmeye benzer şekilde 12 Mayıs sonrasında yaşanan gecikme de Haziran sonu-Temmuz başında yine Bahçeli’nin ısrarlı/istikrarlı gündem takibi, Öcalan’ın aktif müdahalesi ve Erdoğan’ın görüşme trafiği üzerinden verilen teminatlar üzerinden çözüldü.
Bu çerçevede, Ekim’den bu yana yaşanan onca iç ve dış kritik gelişmeye rağmen, sürecin istikrarlı bir şekilde mecrasında ilerlemesinin taşıdığı önemin altını çizmek gerekir.
Sürecin Dayanakları
Birkaç önemli dinamiğin, 10 aydır, Türkiye’de ve bölgede yaşanan onca kritik gelişmeye karşın, silah bırakma sürecinin istikrarlı bir şekilde ilerlemesine katkı sağladığı söylenebilir.
En önemli dinamiklerden birini, bölgesel gelişmeler oluşturuyor. 7 Ekim 2023 sonrasında bölgesel statükonun sarsılması ve kaotik yeni bir dönemin başlaması, devlet için de PKK için de süregelen çatışmayı maliyetli kılıyor. Her iki taraf için de barışmanın sağlayacağı fırsatlar, çatışmayı sürdürmenin muhtemel maliyetlerinin önüne geçmiş durumda. Nitekim süreç başladıktan sonra da bölgemizde yaşanan her gelişme hem sürece öncülük eden aktörler hem de toplum nezdinde, sürecin önemini ve gerekliliğini tescil eden bir işlev gördü.
İkinci dinamik, devletin de PKK’nın da 2009-15 arasındaki açılım/çözüm sürecinden çıkardıkları derslerle ilişkili. Bu derslerden en önemlisini, hedefin somut ve sınırlı tutulmuş olması oluşturuyor. Bu sefer, Kürt meselesini çözmek, toplumsal barışı inşa etmek gibi uzun ve karmaşık süreçler yerine PKK’nın kendisini feshetmesi ve silah bırakması gibi somut ve sınırlı bir hedef belirlenmiş durumda. Bu somut ve sınırlı hedef, sürecin başarıya ulaşma ihtimalini artırıyor.
Bunun yanı sıra, sürecin aşamaları, daha önceki çözüm sürecinden ve dünyadaki birçok çatışma çözümü modelinden farklı olarak, sondan başa doğru bir seyir izliyor. Başka bir deyişle, PKK’nın kendisini feshetmesi ve silah bırakması, devletin ve siyasetin atacağı muhtemel adımların, bazı yasal ve anayasal düzenlemelerin sonrasına bırakılmıyor. Önce PKK’nın silah bırakması, ardından idari, yasal ve anayasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Bu iki farklılık, mevcut sürecin başarı ihtimalini artırdığı gibi hedefe ulaşmak için öngörülen süreyi de kısaltarak muhtemel provokasyonları engellemeyi kolaylaştırıyor.
Bir diğer önemli dinamiği, Öcalan’ın (ve dolayısıyla da PKK’nın), silah bırakma kararını devlet veya siyasetin yapacaklarından öte, zamanın ruhu ve gereğiyle ilişkilendirmesi oluşturuyor. Öcalan’ın (ve PKK’nın) fesih ve silah bırakma gereğini, devletin ve/ya siyasetin atması gereken muhtemel adımlarla ilişkilendirmek yerine tarihsel-siyasal koşuların değişimi ve zaman içinde amaç ile araçlar arasında yaşanan uyumsuzluklarla ilişkilendirerek, bir nevi tek taraflı bir karar beyanına dönüştürmesi, sürecin başarıya ulaşma ihtimalini artırmış görünüyor.
Türkiye’deki siyasal denklem ve konumlanma da süreci muhtemel birçok sabotaja karşı dayanıklı kılmış durumda. Devlet-PKK arasında yaşanacak bir etkileşime en fazla karşı çıkması beklenen Bahçeli’nin sürece öncülük etmesi ve istikralı gündem takibiyle sürecin teminatına dönüşmesi, başta CHP olmak üzere birçok siyasi partinin sürecin selametini iktidarla mücadeleden ayrıştırarak aktif destek vermesi, sürece güçlü bir siyasi ve toplumsal meşruiyet sağlarken, muhtemel siyasi/toplumsal tepkiyi de sınırlandırıyor. Buraya, sürecin Kürtlerde yenilgi, Türklerde taviz algısına yol açmamış olmasını da eklemek gerekir. Bütün bu dinamikler, Ankara Enstitüsü bünyesinde gerçekleştirdiğimiz araştırmada da teyit edildiği üzere, sürece yönelik toplumsal desteğin yüzde 70’leri bulmasına yardımcı olmuş görünüyor.
Son olarak, iç politikadaki gelişmelerin ve önceki sürecin bozulmasından bugüne geçen 10 yıllık dönemin ürettiği maliyetler de hem iktidar hem de Kürt siyaseti için yeni bir süreci daha faydalı kılmış durumda. İktidarın son 10 yıldır benimsediği güvenlikçi politikalar HDP/DEM Parti’yi ve seçmenini muhalefetle ittifak yapmaya sevk etti. Erdoğan -büyük oranda muhalefetin yanlış hamleleri dolayısıyla- 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı, ancak AK Parti hem genel seçimlerde ciddi bir oy kaybı hem de 2024 yerel seçimlerinde ciddi bir yenilgi yaşadı.
HDP/DEM Parti de son 10 yılda -toplumsal desteğini kaybetmese de- iktidar karşısında konumlanarak muhalefeti desteklemesi dolayısıyla ciddi bir siyasal fatura ödedi. Birçok siyasetçi tutuklanırken, yerel seçimlerde kazandığı belediyelere kayyım atandı. HDP/DEM Parti siyasal alandan dışlandı. Dolayısıyla son 10 yılın siyasi statükosunu sürdürmenin iktidara da Kürt siyasetine de bir faydası yok.
Bütün bu dinamikler, süreci iç ve dış gelişmelere karşı dirençli kılıyor. Yaşanan onca kritik gelişmeye karşın süreç kendi mecrasında ilerliyor. Yarım asra yaklaşan çatışma döneminin öyle veya böyle sona erme rotasına girdiği, buradan kolay kolay geri dönülemeyeceği anlaşılıyor.
Elbette PKK’nın kendisini feshetmesi, bütün silahlarını teslim etmesi, silahlı dönemin sona erdiğinin kesinleşmesi gerekir. Benzer şekilde, devlet ve siyasetin de birçok kritik idari ve yasal düzenleme yapması gerekecek. Bunlar belli bir süre alacaktır. Bu süre boyunca gecikmeler, gerilimler, provokasyonlar, sürece yönelik şüphelerin belireceği anlar olacaktır.
Ancak, sürecin bugüne kadar karşılaştığı badireleri atlatma kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda, bir dönemin sona erdiğini, Türkiye’nin yarım yüzyıllık silahlı çatışma ve terör dönemini geride bırakıp yeni bir döneme geçtiğini söylemek mümkün.
Aşamalar, Katmanlar
Resmî söylemde, ilk günden itibaren sürecin PKK’nın silah bırakmasıyla ilişkili ve sınırlı olduğunun altı çizilse de süreç, doğası gereği Kürt meselesinin çözümünü de siyasal alanın demokratikleşmesini de içermek durumunda kalacaktır. Başka bir deyişle süreç, ilan edilmiş somut ve sınırlı amacını (PKK’nın kendisini feshetmesi ve silah bırakması) gerçekleştirdiğinde, Kürt meselesinin çözümüne de Türkiye’nin demokratikleşmesine de kendiliğinden önemli katkılarda bulunacaktır.
Bu çerçevede, sürecin bu şekilde ilan edilmese de aslında iki aşama olarak tasarlandığı veya işleyeceği söylenebilir. İlk aşama bugün ilan edildiği haliyle PKK’nın silah bırakmasını hedeflerken, bu hedefi gerçekleştirmek ve kalıcı hale getirmek üzere yapılacak idari, yasal ve anayasal düzenlemeler, kendiliğinden ikinci aşama olarak Kürt sorununun çözümünü ve siyasal alanın demokratikleşmesini gündeme taşıyacaktır.
Bu iki aşamayı kısaca, Türkiye’nin PKK prangasından kurtulması ve PKK’sız bir Türkiye’nin inşası olarak adlandırmak mümkün.
PKK’nın silah bırakmasını sağlamaya yönelik ilk aşama, devlet/iktidar ile Öcalan/PKK arasındaki etkileşim üzerinden ilerleyecek iken, Türkiye’nin kendisini PKK’sız bir döneme adapte etmesi çerçevesinde, Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamaya yönelik sonraki aşama(lar) ise siyasetin ve toplumun iradesine, çabasına ve çok yönlü etkileşimine bağlı olarak şekillenecektir.
Silah Bırakma ve Fesih
İlk aşama veya katman, silah bırakma kararının hayata geçmesi için devletin ve örgütün yapması gerekenlerle ilgili.
Burada öncelik, örgütün silahlarını devlet ile anlaştığı çerçeve üzerinden teslim etmesi ve illegal yapılanmasına son vererek sivil-siyasi bir yapılanmaya yönelmesi ile ilişkili olmakla birlikte eşzamanlı olarak devletin de örgüt ve mensupları ile ilişkili bazı yasal ve idari düzenlemeler gerçekleştirmesi gerekiyor. Haziran-Temmuz başı süresince yaşanan yoğun hareketlilik, bu konu ile ilgili tıkanıklıkların aşıldığını, belli bir uzlaşmaya varıldığını gösteriyor. Burada Meclis Komisyonu’nun kritik bir işlev yükleneceği anlaşılıyor.
Bu aşamanın bir tarafıyla en kolay aşama olduğu söylenebilir. Nihayetinde devlet de örgüt de sürecin başlangıcından itibaren esas olarak bu aşamanın dinamikleri üzerinde görüşmeler yürütüyor. Bu aşamanın somut adımları etrafında yürütülen görüşmeler neticesinde süreç ilerleyip bu güne geldiğine göre, görüşme ve anlaşmanın gereğinin yapılacağını varsaymak mümkün.
Ancak, 50 yıldır silah, örgüt ve terör üzerinden inşa edilmiş bir düzenden hızlıca vazgeçmenin zorlukları dolayısıyla bu aşamanın aynı zamanda en zor aşama olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Devlet de örgüt de terör ve çatışmanın anlamlandırdığı, gerekçelendirdiği, meşrulaştırdığı bir düzende yaşamanın alışkanlıklarına, teamüllerine, konforuna alışmış durumda. Bu nedenle bu aşamanın hayata geçiş sürecinde atılacak her adım, verilecek her karar öncesinde tereddütlerin, güvensizliklerin, gecikmelerin ve/ya provokasyonların yaşanması muhtemel görünüyor.
PKK’nın 50 yıldır güç aldığı, kimlik edindiği silahtan kopması ne kadar zorsa, devletin/siyasetin 50 yıldır terör etrafında ördüğü kamusal söylem ve psikolojiyi ardında bırakarak her biri bir diğerinden kritik yasal ve idari düzenlemelere yönelmesi de zor olacaktır.
Dolayısıyla görece hem en kolay hem de en zor dinamiklere sahip bu ilk aşamanın, kritik, hassas ve manipülasyonlara açık olduğunu akılda tutmakta fayda var.
Başlarda, Suriye’deki gelişmelerin silah bırakma süreci üzerinde olumsuz bir etkide bulunma ihtimali oldukça yüksek görünüyordu. Devletin Suriye’deki gelişmeleri Türkiye’deki sürecin ön şartına dönüştürmemesi ve PKK’nın silah bırakma takvimini Suriye’deki gidişata endekslememesi dolayısıyla, Türkiye’deki sürecin Suriye’deki gelişmelerden olumsuz etkilenme riski azalmış durumda. Ancak yine de Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’deki süreci, özellikle de PKK’nın silah bırakması sonrasındaki siyasal iklimi etkilemeye devam edecek gibi görünüyor.
Bu aşamanın ne kadar süreceği ve ne ölçüde hayata geçeceği hem aktörler arasındaki güven inşasını hem de toplumun sürece yönelik algısını doğrudan etkileyecek ve diğer aşamaların gidişatı ve kaderi üzerinde de etkili olacaktır. Bu çerçevede, Ekim 2024’te başlayan sürecin başarıya ulaşmasının büyük oranda bu aşamanın hayata geçmesine bağlı olduğunu söylemek mümkün.
Bu eşik aşıldığında Türkiye gerçek anlamıyla yeni bir döneme geçecek, sürecin diğer aşamalarının hayata geçip geçmeyeceğinden bağımsız olarak silahın bir daha gündeme gelmesi zor olacaktır.
Dolayısıyla hem sembolik hem de gerçek anlamda devlet, siyaset ve toplum üzerinde önemli ve yapısal etkilerde bulunacak en önemli aşamanın silah bırakma ve fesih ile ilişkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Kürt Meselesi
İkinci aşama, kısaca Kürt meselesi olarak kavramsallaştırılan, temelde Cumhuriyet’in kuruluşunda ulus-inşa süreci ile başlayıp yüzyıl boyunca birçok anayasal, yasal ve idari düzenleme aracılığıyla tahkim edilmiş ve son 50 yılda terör üzerinden hem perdelenmiş hem perçinlenmiş eşitsizliklerin giderilmesiyle ilgili anayasal, yasal ve idari düzenlemelerin gerçekleştirileceği aşamadır.
Bu, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri farklı biçimlerde tedavülde olan imtiyazlı vatandaşlık tanımından feragat ederek, Kürtleri Türklere eşit kılacak bireysel, kültürel ve siyasal haklar etrafında örgütlenen yeni bir siyasal düzenin inşa edilmesiyle ilgili.
Terörün varlığı ve oluşturduğu tehdit üzerine bina edilen yasal ve idari düzenlemelerde PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte yapılacak revizyonlar, terör üzerinden gerekçelendirilen yargısal ve idari tasarruflarla DEM Parti ve öncülü partilere mensup siyasetçilere verilen cezalara yönelik yapılacak düzenlemeler, kayyım uygulamasının geri alınması gibi bazı adımlar, silah bırakma aşamasının başarıyla sonuçlanmasına önemli katkılar sunabileceği gibi Kürt meselesinin siyasal tartışma zeminini de güçlendirebilir.
Silah bırakma aşamasının sonuçlandırılması doğrultusunda atılacak bu tür adımlar, Kürt meselesinin algılanma ve tartışılma zeminini de değiştirecektir. Bu adımlar, Kürt meselesi üzerinden tarif edilen eşitsizlik algısının zayıflatılmasına kendiliğinden önemli bir katkı sunacaktır.
Ancak bunun ötesinde Kürt meselesinin çözümü bağlamında kastedilen, doğrudan PKK ile veya silah bırakma pratiği ile ilişkili olmayıp, PKK’yı da önceleyecek şekilde Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne imtiyazlı vatandaşlık ve dışlayıcı millet tanımı üzerine bina edilen yüzyıllık siyasal düzenimizin yeniden kurgulanma gereğidir.
Bu aşama, sürecin vadettiği temel kazanımın, fesih ve silah bırakma hedefinin akıbeti üzerinde belirleyici bir etkiye sahip değil aslında. Nihayetinde fesih ve silah bırakma kararı sonrasında sivilleşen PKK’nın da öteden beri Kürt meselesini önceleyen siyasal hareketlerin de temel önceliği bu aşama ile ilgili siyasal mücadeleyi yürütmek olacak.
Ancak güven inşası ve ilk aşamanın gecikerek belli sabotajlara uğramaması gibi yansımalar dolayısıyla Kürt meselesi ile ilgili bazı adımların gecikmeden atılması, silah bırakma işleminin suhuletle hayata geçmesi üzerinde önemli bir etkide bulunabilir.
Demokratikleşme
Türkiye’nin kendisini PKK’sız döneme adapte etmesinin bir diğer önemli dinamiği, fesih ve silah bırakmanın genel siyasal iklimi olumlu anlamda dönüştürme kapasitesi ve özellikle de siyasal sistemi demokratikleştirme potansiyeli ile ilgili.
Süreci destekleyenler bu ihtimale yatırım yaparken, sürece karşı çıkan veya ihtiyatla yaklaşan birçok kesim de PKK’nın silah bırakma ve fesih kararının siyasal zemini genişletmek yerine iktidarı daha fazla güçlendirerek otoriterliği tahkim edeceğinden endişe duyuyor.
Bu endişeler, -19 Mart’tan bu yana yoğunlaşan yargı operasyonları üzerinden de- anlaşılabilir gerekçelere sahip olmakla birlikte, esasında sürecin konjonktürel bağlamını ve aktörlerin mevcut durumunu gereğinden fazla büyütüp sürecin tarihsel anlamını ve yapısal/kurucu imkânlarını göz ardı ediyor. Bu çerçevede, mevcut iktidarı güçlendirme endişesiyle terörün sonlanmasına karşı çıkma absürtlüğüne varabilecek bir pozisyona savrulmadan, muhtemel endişeleri gözeten ve gidermeye yönelen daha yapıcı ve kurucu bir bakış açısı geliştirmek ve bu bakış açısının hayata geçmesi doğrultusunda çaba göstermek daha doğru olabilir.
Bu perspektiften bakıldığında, PKK’sız bir Türkiye’nin siyasal alanı genişletme ve siyasal sistemi demokratikleştirme doğrultusunda birçok önemli imkân ürettiği görülebilir.
Öncelikle, terör unsurunun devreden çıkması, terör gerekçesiyle siyasal kültürümüze ve sistemimize dahil edilen birçok unsurun da ayıklanmasına yol açacaktır. Terörün varlığı nasıl siyaseti güvenlikleştirdiyse, terörün yokluğu da siyaseti sivilleştirecektir. Sivil siyasetin norm haline gelmesi, demokratik siyaseti er ya da geç güçlendirecektir.
Nitekim terör üzerinden kanıksanan veya meşrulaştırılan birçok yasal ve idari düzenleme doğal olarak esas muhatabını aşarak genel kamuoyu ve muhtemel rakipler ile ilişkiyi de etkiliyor. FETÖ ile mücadelenin yargısal süreçler üzerindeki tahrip edici etkisi ve kayyım ve tutuklamalar başta olmak üzere terör üzerinden meşrulaştırılan pek çok gelişmenin CHP başta olmak üzere birçok siyasi rakibe karşı uygulanması, güvenlik ve beka endişesinin esas muhataplarını aşarak genel siyasal iklimi etkilediğinin örnekleri olarak hatırlanabilir. Terör gerekçesinin ortadan kalkması, beka ve güvenlik endişesini zayıflatacağı ölçüde, bu uygulamaların kamusal meşruiyetini de aşındıracaktır.
Bu yapısal dinamiklerin yanı sıra sürecin yukarıda işaret ettiğimiz ilk aşamasında, yasal ve idari mevzuatı güvenlik-siz-leştirme ve terör bağlamından/gerekçesinden arındırma ajandası çerçevesinde çıkarılması beklenen/gereken yasal ve anayasal düzenlemeler de siyasal alanın genişlemesine hizmet edecektir. Bahçeli’nin Mart ayının son günlerinde Türkgün gazetesinde yayımladığı yazılarda öngördüğü bağlam ve Meclis Komisyonu bu işlevi üstlenebileceği gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Mayıs’ta yenilediği Yeni Anayasa çağrısı da bu iklim için uygun bir zemin üretme potansiyeline sahip görünüyor.
Meclis Komisyonu ve Yeni Anayasa süreci tedavüle girdiğinde, yasal ve idari mevzuatın sivil siyaseti ve demokratik zemini güçlendirmesine yönelik birçok düzenleme yapılabileceği gibi, yargısal süreçlerdeki keyfilikten, mevcut Başkanlık sisteminin denge ve denetim mekanizmalarını zayıflatmasına kadar pek çok başlık yeniden tartışma zemini bulabilir, siyasetin maharetine paralel olarak bazı kritik düzenlemeler üzerine uzlaşılabilir.
Elbette, bütün bu alanlarda, bir kesinlikten öte bir imkân ve potansiyelden bahsetmek daha doğru olur. Bu imkânın ve potansiyelin ne ölçüde hayata geçeceği nesnel koşullar kadar siyasi aktörlerin niyetlerine, önceliklerine, hesaplarına ve iradelerine bağlı.
Burada, meseleyi basitçe PKK’nın silah bırakması, bir örgütün kendisini feshetme kararı ile sınırlı görmemek, bunun Türkiye için yepyeni bir dönemin kapısını araladığını, siyaset-devlet ve toplum ilişkilerini yeniden ve daha demokratik koordinatlar üzerinden yapılandırma imkânı tanıdığını görmek önem arz ediyor.
Siyaset bu imkânları kullanabilecek mi? Yarım asır sonra ilk defa terörün ve güvenlik endişesinin başat olmadığı bir siyasal iklimin gereğini yapabilecek mi? Türkiye’yi PKK prangasından kurtardıktan sonra, PKK’sız bir Türkiye’nin siyasal gereklerine adapte olabilecek mi?
Önümüzdeki dönemin siyasal gündemi ve iklimi, büyük ölçüde, bu soruların nasıl bir cevap bulacağı üzerinden şekillenecek.
***
Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapmaktadır. Bu yazı ilk olarak perspektif.online sitesinde yayınlandı.