Bozayı da şırayı da severim. Ortaokul-lise yıllarında taze kavrulmuş leblebiyle boza içmek, sonra da üstüne bir bardak şıra yuvarlamak, çakırkeyif ve mutlu bir baş dönmesiyle sonuçlanırdı.
Geçen haftalarda Netanyahu’nun Trump’ı Nobel Barış Ödülüne aday göstereceğini açıklaması ve orada burada ikisinin yan yana fotoğraflarının sürekli yayınlanması, zihnimde “bozacının şahidi şıracı” (istihbarat elemanları bunu nasıl İngilizceye çevirirdi acaba) sözünün yankılanmasına ve hafiften bir mide bulantısına yol açtı.
Birkaç gün önce ABD, Birleşmiş Milletler özel raportörü Francesca Albanese’ye yaptırım uygulayacağını açıkladı. Biliyorsunuz bu yaptırımlar çok çeşitli olabiliyor. Mesela sizi yaptırım uygulayan ülkeye sokmuyorlar, o ülkede mal varlığınız varsa üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmanızı engelliyorlar, o ülkenin bankalarında paranız varsa donduruyorlar vs.
Yaptırımın sebebi, Albanese’nin geçen hafta BM’e sunduğu son raporunda, dünyanın dev şirketlerinin Gazze soykırımına ortak olarak, İsrail’le birlikte bir işgal ve soykırım ekonomisi oluşturduklarını açıklaması. Albanese geçen yıl da, İsrail’in Gazze işgalini bir soykırıma dönüştürdüğünü rapor etmişti.
BM’yi sürekli uyarmış
Francesca Albanese (soyadı yanıltmasın ana-baba İtalyan), 1977 İtalya doğumlu bir hukukçu ve insan hakları uzmanı. İtalya’da Pisa Üniversitesi’nde hukuk okumuş, Londra Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları bölümünde İnsan Hakları Hukuku üzerine yüksek lisans yapmış. Halen Georgetown Üniversitesi’nin Uluslararası Göç Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacı öğretim görevlisi. Demokrasi ve Kalkınma İçin Arap Rönesansı adlı sivil kuruluşta da göç ve zorla yer değiştirme konusunda kıdemli danışman.
Albanese, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından, Mayıs 2022’de 3 yıllığına, işgal altındaki Filistin topraklarında insan hakları ihlalleri özel raportörü olarak atanmış. Konsey, bu yıl Mayıs ayında Albanese’nin görev süresini uzatmış. Albanese ilk raporunda BM’ye üye devletlere İsrail’in Gazze’yi işgalini ve ırkçı politikalarını durdurmak için bir plan geliştirmeleri uyarısında bulunmuş. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısına misilleme olarak İsrail ordusu Gazze’ye girdiğinde ise Gazze’deki Filistinlilerin etnik temizlik riski ile karşı karşıya olduklarını belirtmiş.
İsrail yanlısı çeşitli kuruluşlar, göreve başladıktan çok kısa bir süre sonra Francesca Albanese’yi hedef tahtasına yerleştirmişler; itibarsızlaştırmak için verip veriştirmişler. Ama bozacıyla şıracının yandaşları asıl gürültüyü Albanese’nin geçen yıl (Mart 2024) BM’e sunduğu raporda “Gazze’de soykırım eşiği aşıldı” demesi üzerine koparmış. Geçen hafta yayınladığı (Temmuz 2025) son raporunda dünyanın dev şirketlerinin İsrail’le birlikte bir soykırım ekonomisine ortak olduklarını söylemesi ise bardağı taşırmış ve ABD’nin yaptırımı ile sonuçlanmış. Önce güncel rapora bakalım:
“Ortak suç girişimi”
Temmuz başında BM İnsan Hakları Konseyi tarafından yayınlanan Albanese’nin, “İşgal Ekonomisinden Soykırım Ekonomisine” başlıklı raporu yenilir yutulur cinsten değil.
Raporun sonuç bölümü meselenin özünü ortaya koyuyor. Bu bölümde, Gazze’deki yaşam yok edilirken ve Batı Şeria giderek artan bir saldırı altındayken, soykırımın birçokları için kâr ürettiği, bu nedenle de devam edeceği vurgulanıyor. Filistin topraklarının silah üreticileri ve büyük teknoloji şirketleri için yeni teknolojilerin test alanına dönüştüğü belirtilerek, bu alanda, sınırsız arz ve taleple, denetlenmeden, hesap vermeden özel ve kamu şirketleriyle bunların yatırımcılarının özgürce kar ettiğinin altı çiziliyor. Soykırımı yürüten, besleyen ve mümkün kılan bu ekonomi bir “ortak suç girişimi” olarak niteleniyor.
Raporda söylenen şu: İsrail on yıllardır Batı Şeria ve Gazze’de Filistinlileri yerlerinden etmek ve onların yerine İsraillileri yerleştirmek için çalışıyordu. Bu çerçevede, İsrail hükümeti, insanların topraklarından koparılması, evlerin, okulların, hastanelerin, eğlence ve ibadet yerlerinin yıkılması, işgal edilen alanlara yerleşim birimleri inşa edilmesi, bu yerleşim birimlerine alt yapı götürülmemesi, işgal edilen topraklardaki tarım ürünlerinin toplanması, doğal kaynakların çıkarılması ve bunların satılması, Filistin nüfusunu baskı altında tutacak takip ve tanıma teknolojilerinin temin edilmesi, savaş boyunca askeri elektronik teknolojilerin, uçak, roket, diğer silah ve mühimmatın sağlanması ve bütün bu faaliyetlerin kredilendirilmesi, sigortalanması gibi alanlarda batılı şirketlerden mal ve hizmet alıyor, ortak şirketler kuruyor, kurumlarla ortak proje yürütüyordu. Kısacası bütün bu süreç dünya şirketlerine karlı bir iş alanı sunuyordu.
Albanese’in ofisi, çeşitli ihbarları da değerlendirerek 1000 şirketlik veri tabanı oluşturmuştu. Bunların bir kısmı karmaşık sahiplik ilişkileriyle birtakım ana şirketlerin uzantılarıydı. Bu rapor çalışması sırasında 45 şirkete soru yöneltilmiş ve bunların 15’i bu soruları cevaplamış. Ancak raporda cevaplara yer verilmemişti. (Middle East Eye adlı bir web sitesi raporda adı geçen şirketlerden görüş istemiş ve sadece Lockheed Martin’den şu cevabı almış: Dış askeri satışlar hükümetten hükümete işlemlerdir ve bu nedenle raporla ilgili soruların muhatabı ABD hükümetidir.)
Raporda sözü geçen ve buzdağının tepesi olarak belirtilen şirketler ile kurumlar arasında şu tanıdık isimlere rastlanıyor:
Silah üreticileri Amerikan Lockheed Martin, İtalyan Leonardo (geçen ay, insansız hava araçlarıyla dünya çapında ün kazanmış olan Türk Baykar ile %50’şer ortaklıkla LBA Systems’i kuran şirket); silah üretim hatlarında kullanılan robotları üreten Japon FANUC; İsrail Teknoloji ve savunma sanayii şirketleri Elbit ve IAI, cep telefonları üzerinden insanları takip eden Pegasus adlı casus yazılımıyla dünyanın tanıdığı İsrail güvenlik teknolojileri şirketi NSO; bilgi teknolojileri şirketleri IBM, Hewlett Packard, HP, Microsoft, Amazon, Alfabet (Google); güvenlik güçlerine tahmin algoritması üzerinden hedef gösteren teknolojinin sahibi Palantir (CEO’su Nisan ayında kendisine yöneltilen “Filistinlileri öldürüyorsunuz” şeklindeki bir suçlamayı, “evet, çoğu terörist” diye cevaplamıştı); yıkım ve inşaat makineleri temin eden Caterpillar, Hyundai, Volvo; enerji şirketleri BP ve Chevron; çok yönlü finansman sağlayan Blackrock, Vanguard, JP Morgan, BNP Paribas, Barclays, Allianz, Axa; birçok malzeme ve hammaddenin taşınmasının yanı sıra Ekim 2023’den sonra ABD’nin gönderdiği askeri ekipmanın İsrail’e kesintisiz ulaşmasını sağlayan dünyanın bir numaralı gemicilik şirketi Danimarkalı Maersk (Maersk geçen ay, işgal altındaki Filistin topraklarıyla bağlantılı müşterilerin mallarını taşımayacağını açıkladı); İsrail hükümeti ve İsrailli şirketlerle ortak projeler yürüten Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT), Münih Teknik Üniversitesi, Edinburg Üniversitesi…
Şirketler dünyasının içinde olan kimi okurların aklından, “sen yapmazsan rakibin yapar, bir yerde iş potansiyeli varsa, o işi almak için mücadele edilir” düşüncesi geçiyor olabilir. Ancak, raporla ilgili bilinmesi gereken önemli bir nokta var: Bu rapordaki suçlamaların hiçbiri dünya görüşlerine, ahlak anlayışlarına, kişisel değerlere dayandırılmıyor. Suçlamaların tamamı, Cenevre Konvansiyonları ile Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi kararları başta olmak üzere, uluslararası hukukun, bugüne kadar geçerli olduğu varsayılan kuralları üzerinden yapılıyor. Raporun ekinde, sayfalar boyunca suçlamaların uluslararası hukuktaki dayanak noktaları sıralanıyor. Dolayısıyla buradaki tercih, uluslararası hukuka göre suç işleme-işlememe tercihi. (Hiç kuşkusuz, bunun bir suç olduğunu görmezden gelenler, sırtlarını kendi devletlerine yaslıyorlar.)
Albanese’nin raporundan bir alıntı buradaki yaklaşımı netleştirebilir: “Bu rapor, yerleşimci-sömürgeci işgal (ekonomisi) ile soykırım ekonomisinin entegrasyonunu ortaya koymaktadır. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde şirketlere ve yöneticilerine hesap verme çağrısında bulunmaktadır. Masum insanların hayatlarının yok edilmesine olanak sağlayan ve bundan kazanç sağlayan ticari girişimler sona ermelidir. Kurumsal kuruluşlar insan hakları ihlallerine ve uluslararası suçlara ortak olmayı reddetmeli ya da hesap vermelidir.”
Burada yaygın olarak bilinmeyen “yerleşimci sömürgecilik” diye bir kavram ve “soykırım” gibi ağır bir suçlama var. Bunların anlamı ve dayanak noktaları için geçen yılki rapora bakmak yerinde olur.
2024 raporu: Gazze’de soykırım eşiği aşıldı
Albanese ve ekibinin 2024 Martında yayınlanan raporunda, “Gazze soykırımı, yerli Filistinlilerin yok edilmesine yönelik uzun süredir devam eden yerleşimci sömürgeciliğin en uç aşamasıdır,” saptamasında bulunuluyor ve uluslararası hukukun soykırım tanımlaması ve kriterleri hatırlatılıyor: Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen yok etmeye yönelik eylemler…
Raporda, Gazze’de İsrail tarafından soykırım suçunun işlendiğine ilişkin üç göstergenin altı çiziliyor: 1) Grup üyeleri üzerinde ciddi bedensel ve zihinsel tahribat oluşturmak; 2) Grubun tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak şekilde, yaşam koşullarını kasıtlı olarak, ortadan kaldırmak; 3) Grup içinde yeni doğumları engelleyecek önlemleri devreye sokmak. (Üçüncü maddede, saldırılarda hamile kadınları gözetmemek, sağlık sistemini tahrip ederek hamileleri, yenidoğanları, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere tüm nüfusu tıbbi destekten yoksun bırakmak ya da mevcut tıbbi desteğe ulaşmalarını engellemek, açlığı bir savaş silahı olarak kullanmak, topluluğu dayanılmaz koşullarda yaşamaya zorlayarak başta salgın hastalıklar olmak üzere her türlü sağlık riskine açık hale getirmek gibi kasıtlı uygulamalar kastediliyor.)
Albenese’nin raporunda yer verdiği “yerleşimci sömürgecilik” kavramı, emperyalist bir gücün, fethettiği topraklardaki doğal kaynakları ve insan gücünü (işçi, köle olarak) sömürmesinden farklı olarak, bir coğrafyaya, oranın yerli halkının yerine geçmek üzere, kendi silahlı gücünün koruması altındaki yerleşimcileri “ihraç” etmesini betimlemek üzere kullanılıyor. İşgal edilen topraklara yerleşim birimleri kurulması ve nüfus yerleştirilmesi 4. Cenevre Konvansiyonu tarafından savaş suçu olarak tanımlanan bir eylem.
Bilindiği gibi İsrail, Filistin topraklarını yıldan yıla genişlettiği yeni yerleşim bölgeleri ile kuşatma, bu “site”leri İsrailli yerleşimcilere açma, bu sitelerde silahlı milis grupları oluşturma politikasını uzun yıllardır uyguluyor.
Albanese raporunda, “76 yılı aşkın bir süredir bu süreç (yerleşimci sömürgecilik) Filistinlileri bir halk olarak akla gelebilecek her şekilde baskı altında tutmuş; demografik, ekonomik, bölgesel, kültürel ve siyasi olarak kendi kaderini tayin etme yönündeki vazgeçilmez haklarını ayaklar altına almıştır,” diyerek, Batı’nın sömürgecilere özgü bir unutkanlıkla (pek çok sömürgeci ülkenin kendi tarihini unutmayı seçmesini kastediyor) İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğini görmezden geldiğini vurguluyor.
Raporun sonuç kısmında, Albanese, BM üyesi devletleri, yükümlülüklerini yerine getirerek, başlangıç olarak İsrail’e silah ambargosu ve yaptırımlar uygulamaya ve böylece (bu yaşananların) gelecekte tekrar etmemesini sağlamaya davet ediyor.
2025 raporunda da, bir kez daha, başta silah ambargosu olmak üzere İsrail’e yaptırımlar uygulanması istenirken, İsrail’in soykırım politikasına ortak olan şirketlerin de sorgulanması ve cezalandırılması talebi dile getiriyor.
Bozacı ile şıracının tepkileri
Bütün bu ağır suçlamaların bozacı ile şıracıda ve yardakçılarında nasıl bir öfkeye yol açtığını tahmin etmek zor değil.
BM tarafından Mart 2024’te yayınlanır yayınlanmaz, İsrail, “gerçekliğin edepsizce tersine çevrildiği”ni iddia ettiği bu raporu “tümüyle reddetti.” Yapılan açıklamada, “İsrail’e karşı soykırım suçlamasında bulunma girişimi, Soykırım Sözleşmesi’nin çirkin bir şekilde çarpıtılmasıdır. Bu, soykırım kelimesinin eşsiz gücünü ve özel anlamını boşaltma girişimidir,” ifadelerine yer verildi. İsrail’in soykırım konusundaki tutumuna aşina olanlar, son cümlede gizli olan anlamı hemen fark edeceklerdir: Soykırım sözcüğü bize aittir. Bizden başka soykırıma uğramış millet yoktur.
Bu aşamada resmi açıklamaların hedefi rapordu, kişisel saldırılar ise gayrı resmi çevrelerce yürütülüyordu. Ancak 2025 raporuyla birlikte mesele kişiselleştirildi.
Nitekim, rapor yayınlandıktan sonra ABD’nin BM nezdindeki büyükelçiliği kanalıyla, Francesca Albanese’nin görevden alınması BM’den resmen talep edildi. Bu talepten sonuç alınamayınca çare Albanese’ye yaptırım uygulanmasında bulundu. Konu o kadar önemsenmişti ki, yaptırımı ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio kendi X hesabından açıkladı. Francesca Albanese’yi Uluslararası Ceza Mahkemesini ABD ve İsrail’e karşı harekete geçirmek için gayrı meşru ve utanç verici bir çaba içinde olmakla suçladı ve Albanese’nin ABD ve İsrail’e karşı yürüttüğü siyasi ve ekonomik savaş kampanyasına artık hoşgörü gösterilmeyeceğini belirtti.
Albanese ise, 24 saat (Arapça’nın yanı sıra) İngilizce küresel yayın yapan Ortadoğu merkezli Al Jazeera kanalına gönderdiği yazılı mesajda, yaptırımları, “Mafya tarzı korkutma teknikleri” olarak niteledi.
Bu raporlar, işe yarar ya da yaramaz… Her ne olursa olsun, Albanese’ye teşekkür borçluyuz. Baştan beri aldığı tehditlere, uğradığı itibar suikastlerine rağmen yolundan dönmedi. Uluslararası hukuk üzerine inşa ettiği bu raporlarla, hiç değilse, yerinden etmeyle başlayan ve soykırıma dönüşen bir süreci, bu sürecin topluca kâr kaynağına dönüştürülmesini “taşa kazıdı”. Böyle kayıtlara ihtiyacımız var. Çünkü, gün olup devranın döneceğine dair umudumuzu muhafaza ediyoruz. Tüm dünyada Trumpgillerin hesap vereceği günleri göreceğimize inanıyoruz.