2011 yılından itibaren Türkiye, Suriye sınırındaki yaklaşık 900 kilometrelik hattı mayınlardan temizlemeye başladı. Resmî açıklamalar, bu sürecin insani amaçlarla yapıldığını belirtiyordu: “Tarım alanları açılsın, sivil kayıplar önlensin.”
Ancak aradan geçen on yılı aşkın sürede, bu teknik operasyonun arkasında çok daha derin bir stratejik dönüşümün şekillendiği görülüyor. Bugün Türkiye’de kalıcı hâle gelen 8 milyonu aşkın Arap kökenli nüfus, artık sadece bir “mülteci krizi” değil, ülkenin demografik, kültürel, dini ve siyasi dokusunu dönüştüren bir olgu hâline geldi.
Mayınlar Temizlendi, Sınırlar Açıldı
Sınır mayınlarının kaldırılması, yalnızca fiziksel bir temizlik değil; aynı zamanda sınır güvenliğinin zayıflatılması ve göç akışına açık bir zemin oluşturulması anlamına geldi.
Bu esneklik, savaş koşullarından kaçan milyonlarca kişinin Türkiye’ye yönelmesini sağladı. Ancak artık gelinen noktada, mesele insani bir krizden öteye geçmiş durumda. Demografik bir yeniden yapılandırma süreciyle karşı karşıyayız.
Geçicilikten Kalıcılığa: Sessiz Nüfus Devrimi
Resmî rakamlar hâlen 3,6 milyon Suriyeliden söz etse de, bağımsız analizler ve saha gözlemleri 8–9 milyonu bulan bir Arap kökenli nüfustan bahsediyor.
Bu nüfusun önemli bir bölümü artık:
•Vatandaşlık aldı,
•Eğitim sistemine entegre oldu,
•Sosyal yardımlardan faydalanıyor,
•Seçmen listelerine girdi,
•Bazı kentlerde %20’lik demografik ağırlığa ulaştı.
Türkiye genelinde Arap kökenli nüfusun oranı artık %10 civarında ve bu oran, başta Güneydoğu olmak üzere bazı illerde etnik–mezhebi dengeleri belirgin şekilde değiştirmiş durumda.
Bu Tablo Ne Anlama Geliyor?
Bu ölçekte bir nüfus hareketinin “kendiliğinden” geliştiğini söylemek güç. Dolayısıyla üç temel ihtimal karşımıza çıkıyor:
1.Bu, planlı bir “Yeni Türkiye” mimarisinin parçası mı?
2.Türk kimliğinin seyreltilmesi ve yerelleşmiş çoğulculuk hedefi mi güdülüyor?
3.Yoksa ümmet temelli, Sünni Arap eksenli yeni bir siyasal üst yapı mı inşa ediliyor?
Niyet ne olursa olsun, fiilî durum net: Türkiye, sessiz ama derin bir demografik devrim sürecine girmiştir.
Kim Güçleniyor, Kim Silikleşiyor?
Bu dönüşüm, yalnızca rakamsal bir artış değil, aynı zamanda kimliksel bir kayma anlamına geliyor:
•Kürt kimliği, son süreç çerçevesinde, anayasal ve yönetsel düzlemde daha güçlü taleplerle geliyor,
•Alevi toplumu, eşit yurttaşlık ve tanınma arayışında,
•Arap Sünni nüfus ise artık sadece “misafir” değil; sessiz bir “kurucu unsur” gibi konumlanıyor yine devletin tepesinden gelen son açıklamalarda.
Oysa Cumhuriyet’in geleneksel çeşitliliğini oluşturan Boşnak, Arnavut, Çerkes, Roman, Laz, Ermeni ve Rum yurttaşlar bu yeni denklemde neredeyse hiç anılmıyor.
Sosyal Gerilim Artıyor
Bu yeni sosyolojik bileşim, yalnızca ekonomik yük açısından değil, aynı zamanda:
•Etnik–dini kümelenmeler,
•Mahalle bazlı toplumsal ayrışma,
•Güvenlik kaygıları,
•Dilsel–kültürel çatışmalar,
•Ve sosyal medyada büyüyen nefret söylemleri ile yeni bir risk alanı yaratıyor.
Devlet ise bu gerçekliği ya göz ardı ediyor ya da yüzeysel “kardeşlik” söylemiyle yumuşatmaya çalışıyor. Gerçek niyetini gizliyor bana sorarsanız.
Strateji Var mı? Varsa Neden Gizli?
Eğer bu bir stratejiyse, neden açık bir kamu politikası çerçevesiyle paylaşılamıyor?
Değilse, bu “kendiliğinden oluşmuş fiilî durum” nasıl yönetilecek? Geriye dönüş şansı var mı?
Kritik sorular şunlar:
•Bu nüfus kalıcı mı?
•Hangi kentlerde nüfus dengeleri bozuluyor?
•Vatandaşlık hangi ölçütlerle verildi?
•Türkiye’nin dilsel ve kültürel dokusu nasıl korunacak?
•Sınır güvenliği neden gevşetildi?
Yoksa toplum, ılık kaynatılan bir kazandaki kurbağa gibi fark etmeden dönüştürülüyor mu?
Toprak Mayınlardan Arındı, Ama…
Bugün artık açıkça söylenebilir:
Türkiye, jeopolitik boşluğu demografik bir dolgu ile kapatmaya çalıştı.
Ancak bu dolgunun ekonomik, sosyal ve siyasal maliyetleri ne hesaplandı ne de kamuoyuna açıklıkla anlatıldı.
Mayınlar temizlendi.
Ama şimdi siyaset, kimlik ve toplumsal barış, başka türden mayınlarla çevrelenmiş durumda.
Ve bu kez o mayınları temizlemek, bir nesil boyunca sürecek bir ulusal yeniden yapılanma gerektirebilir. O da şayet böyle bir güçlü yeni siyasi irade doğabilirse ülkede.