Ivan Illich’in “tıbbî nemesis” (tıbbi intikam) dediği şey belki de şimdi yaşanıyor: Tıbbın kendi gücüne aşırı güveni, kendi çöküşünü getirdi.
Avusturyalı Düşünür’e göre, modern tıp, iyileştirici olmaktan çıkarak bağımlılık üreten bir sistem haline gelmişti.
İnsanların kendi bedenlerine güvenini yıkıyor, tıbbı uzmanların kontrolünde bir tekel yapıyor ve nihayetinde hekimleri de bir sistemin bürokratları, uygulayıcı memurları haline getiriyordu.
O sistem, Illich’in uyardığı gibi, “hastalığı yöneten ama iyileştirmeyen bir makineye” dönüşüyordu.
Illich’in kehaneti sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada kendini gösteriyor:
ABD’de doktorların %60’ı mesleklerini bırakmayı düşünüyor.
Fransa ve Almanya’da kırsal bölgeler hekim bulunamayan “tıbbî çöllere” dönüştü.
Nemesis, ölümlülerin kibri için ilahi bir cezayı temsil eder.
Bu durumda Illich’in ‘hijyenik kibir’ veya ‘yaşamın tıbbileştirilmesi’ olarak tanımladığı şey, Tıbbi Nemesis, bunun sonucudur ve Illich’in argümanındaki anahtar kavram olan “iatrogenesis” biçimini alır.
Iatrogenesis, ‘sağlık meslek mensupları’ gibi davranan ya da sağlık için yararlı olduğunu savunduğu hizmet veya ürünün tanıtımını üstlenen kişilerin bir faaliyetlerinden kaynaklanan ve kişilerde istenmeyen sonuçlar oluşturan olgulardır.
Illich’in “tıbbın endüstrileşmesi” dediği olgu, bugün dünyada hekimlerin tükenmişliğinin başlıca nedeni sayılıyor:
Dakika başına hasta bakmaya zorlanan doktorlar, sadece verimliliğe göre ölçülüyor.
Tıp fakültesine en yüksek puanla giren gençler, asistanlıkta 36 saat nöbet ve aşağılanma karşılığında “prestij” elde ediyor.
Cerrahi gibi zorlu alanlar boş kalırken, radyoloji gibi “nöbetsiz” branşlar kaçış rotasına dönüşüyor.
Nijerya, Pakistan, Türkiye gibi ülkeler hekimlerini “göç veren meslekler” olarak kaybediyor.
Ve bu yalnızca hekimler için değil, toplum için de bir yıkım demek:
Geç kalınan tanılar, artan anne ölümleri, uzayıp giden ameliyat sıraları…Aylar sonrasına verilen sağlık randevuları.
Yeryüzünde hiçbir şey belki gizli kalmıyor.
Ama açığa çıkışı acaba neyi değiştiriyor…
Başlıktaki tweet 11 Nisan 2018 tarihli, ancak bana dün gönderildi.
Alan MacLeod (bir gazeteci) soruyor:
“Kapitalizmin hangi aşaması bu?”
(“What stage of capitalism is this?”)
Görselde yer alan CNBC haber başlığı ise şöyle:
“Goldman Sachs, biyoteknoloji araştırma raporunda soruyor.
“Hastaları iyileştirmek sürdürülebilir bir iş modeli mi?’”
(“Is curing patients a sustainable business model?”)
Bu bir “uyarı çanı”.
Soru retorik olsa da cevabı etrafımızı tamamen saran zihniyete tümüyle uygun ve dehşetli ürkütücü:
Artık hayatın kendisi bile bir “yatırım aracı”.
Bu da kapitalizmin son derece soğuk ve sistematik hale gelmiş, ‘etik kaygılardan tümüyle arınmış’ geç evresi.
Tekrarlamak istiyorum:
Bir ‘finans devi’, biyoteknoloji sektörüne yönelik hazırladığı bir araştırma raporunda,
Hastaları iyileştirmenin akıllı bir “iş modeli” olup olmadığına bakıyor.
Dürüst bir gazeteci ise ironik bir sorgulama peşinde:
“Kapitalizmin hangi aşaması bu?”
Bu tür bir ifade, kapitalizmin insan sağlığını da “birer gelir modeli” olarak değerlendiren, aşırı finansallaşmış ve etik kaygılardan uzak bir aşamasını pervasızca ikrar ediyor.
Goldman Sachs’ın sorusu aslında şunu ima ediyor:
Eğer bir tedavi hastayı tamamen iyileştiriyorsa, bu durumda tekrar tedaviye ihtiyaç kalmayacağı için sürekli gelir getiren bir müşteri (yani “hasta”) ortadan kalkar.
Oysa kapitalist sistemde ‘ideal müşteri’, ‘sürekli hizmete muhtaç olan’ kişidir.
Bu, kapitalizmin geç aşamalarında görülen yapısal bir çelişki:
Amaç: ne pahasına olursa “Kârın maksimizasyonu”.
‘İyileştirme’ değil, ‘bağımlılık’ yaratma.
Sağlık hizmetini, bir “kamusal hak”a değil, “tekrarlayan ödeme döngüsüne bağlanmış bir süreç”e dönüştürmek.
Geç Kapitalizm, Karl Marx’tan sonraki dönemde, özellikle sağlık, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçların “metalaştırılmasıyla” tanımlanıyor.
‘Finansallaşma zihniyetiyle’, şirketlerin sağlık alanına yatırım yaparken yalnızca ‘tıbbi sonuçlara’ değil, ‘yatırımın hızlı getirisine’ odaklanmaları;
Hastanenin hekimlerini toplayıp “daha çok ciro” yapmalarını isteyen, ‘Etik’ile ‘Piyasa Mantığı’ arasına sıkışmış ve de büyük çoğunluğu vaktiyle Hipokrat Yemini etmiş “sağlık yöneticileri” olarak tanımlanan kişilerin çoğunluğunun, -hepimizin bildiği- acıklı durumu böyle değil mi…
Belki de yatacak yeri olmayanlar sayıları çok artmış ‘hastalar’ değil, sağlık sektörünün göz göre göre bu hâle getirilişine pembe kulp takarak katkıda bulunanlardır.
Şifa peşine düşmüş insanların yaşadıkları karşısında, o saygıdeğer mesleğin gidişatında Ak ile Kara’nın ayrılmış olduğuna inanmak da artık pek kolay değil.
2025 bulgularına göre, Tıp Öğrencisinin branş seçerken cevabını aradığı sorular şunlarmış:
1. Günde kaç saat çalışacağım?
2. Kaç nöbetim olacak?
3. Bu branşla Almanya’ya gidebilir miyim?
En yüksek puanlı öğrenciler bile cerrahi branşları, hatta o mesleğin temeli iç hastalıklarını değil; dermatoloji, psikiyatri, radyoloji ya da patoloji gibi “az görünür ama risksiz” branşları tercih ediyorlarmış.
Oysa Sistem, sadece “görüntüleme yapan ya da yorumlayan uzmanlara” (radyolog, patolog, psikiyatrist) dayanarak süremez.
Hayat, saç ektirip botoks yaptırarak sürgit devam edemez.
Uygulayıcı branşlar (cerrahlar, kadın doğumcular, anestezistler) olmadığında sağlık sistemi kağıttan kuleye döner.
Golden Sachs’takiler benden söylemesi:
Bu durum ortada merak ettiğiniz o malî sürdürülebilirliği filanı da bırakmaz.
Belki de cevap yine Illich’te:
Hekimliği yeniden etik temele, sağlığı yeniden insanın kendi deneyimine, Tıbbı yeniden hayata yakın hakiki bir zemine taşımadıkça, bu kriz sürecek.
Rüzgâr eken fırtına biçermiş.
Paranın efendileri de, bakarsınız, bir gün bir başka araştırma yapar, “bizimki sürdürülebilir bir iş modeli mi?’” diye kendi geleceğini sorgular.
***
Not: Ivan Illich, (4 Eylül 1926, Viyana, Avusturya – 2 Aralık 2002, Bremen, Almanya) Avusturyalı filozof ve toplum eleştirmeni. Çağdaş Batı kültürü, kurumları, eğitim, çalışma hayatı, enerjinin kullanımı, ekonomik gelişme ve sağlık gibi alanlar üzerine eleştirel incelemeleriyle biliniyor.