Önce bir şeyi kabul edelim: Bu mevsim şartlarında orman yangını kaçınılmaz bir şey. İster kasıtla, ister kazayla, ister kendi kendine çıksın, orman yangını nihayetinde bir “doğal afet”.
Bir şeyi daha kabul edelim: Orman yangını başladığında, ilk anda bu yangın henüz büyümeden söndürülebiliyorsa ne ala… Ama bunun için hem erken uyarı sistemlerine hem de uyarıyı alır almaz müdahale edecek yaygın bir söndürme teşkilatına ihtiyaç var.
Ama ilk anda yangın söndürülemiyorsa, o zaman ormancılar hemen zor bir karar vermek için harita başına geçerler: Bu yangında ne kadarlık orman alanının feda edileceği konuşulur, o feda edilecek alanın dışı için tedbir alınır.
Tabii bütün bunlar için bilgili, eğitimli ve gerekli teçhizata sahip orman yangını teşkilatınızın olması gerekir.
Türkiye’deki temel sorun tam olarak bu.
Daha birkaç ay önce hep birlikte takip ettik, ABD’de Los Angeles kenti günlerce yandı. Orada ne yangına tişörtle müdahale eden, elindeki 5 litrelik su şişesini alevlerin üzerine döken bir kişi gördük ne de “Yangın gönüllüleri” diye bir şeyden söz edildiğini duyduk. Yangına müdahale edenlerin profesyonelliği bir kez bile tartışılmadı, ekipman eksikliğinden söz eden olmadı. Tek tartışma su konusunda oldu; bazı yangın musluklarından su akmadığı söylendi.
Türkiye’de ise Los Angeles’te konuşulmayan her şeyi konuşuyoruz. Bunun bir sebebi olmalı.
Her yılın tartışması, Türkiye’nin yeterli sayıda yangın söndürme uçağı ve helikopterine sahip olup olmadığı, helikopterlerin gece uçup uçamadığı…
Meselenin doğal afet boyutunu hiç unutmadan konuşuyorum, evet elbette afet bu ama afete teslim olmak, afetin hasarını yönetememek ülkemizin önemli bir sorunu.
Hele iktidar yangın söndürdü diye alkış beklemeye başladıysa ve hataları konuşulmasın diye bize ne kadar başarılı mücadele yürüttüklerini anlatmaya başladıysa durum vahim demektir.