Türkiye’de kitap okuma oranlarının düşük olduğu artık ezberlenmiş bir veri. 20 sayfalık kitap özetlerine bile göz atılmıyor; kısa videolar, hızlı mesajlar tercih ediliyor.
Dün Ege Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) toplantısında karşılaştığım dostum Uğur Yüce, yine tam yerinde bir uyarıda bulundu:
“Çok güzel yazıyorsun, hep yeni şeyler öğreniyoruz ama yazılarını biraz daha kısa tutsan iyi olur. Artık uzun yazı değil, kısa yazı bile okunmuyor.”
İçimden önce, “Ama anlatılacak çok şey var,” demek geçti. Sonra durup düşündüm. Haklıydı.
Ve fark ettim: Sadece bugünün dijital çağında değil, her dönemde geçerli olan bir gerçek var: Kısa yazmak, bir beceri değil, bir olgunluk işaretidir.
Anlatmak Değil, Damıtmak
Genç bir diplomatken sabahları International Herald Tribune alır, Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi büyük stratejistlerin yazılarını kahvaltı masasında okurdum.
İlk tepkim çoğu zaman şöyleydi:
“Bu mu yani? Bu kadar sade ve kısa mı? Bunu ben de yazarım!”
Yıllar geçtikçe anladım ki yazının asıl gücü, ne kadar çok şey söylendiğinde değil, ne kadar derin ve sade anlatıldığında yatıyor.
Karmaşık meseleleri basitçe anlatabilmek, en zor iştir.
Gürültülü süslemeler değil, sessiz yoğunluk iz bırakır.
Ve evet, uzun yazmak kolaydır; kısa ve öz yazmaksa zordur.
Fazla Söz Değil, Etkili Söz
Bu sadece yazıda değil, konuşmada da geçerli.
Gereksiz uzayan cümleler, dolgu kelimeler, süslü ifadeler…
Hepsi özden uzaklaştırır, mesajı bulanıklaştırır.
Bugünün temposunda istisnai konular haricinde etkili konuşma süresi: maksimum 15 dakika.
İster bir sahnede olun, ister bir dost meclisinde…
Kısa, anlamlı ve doğrudan konuşan insanlar daha çok etkiliyor.
Bir liderin, akademisyenin ya da gazetecinin gücü, konuştukça çoğaltmakta değil; sadeleştikçe derinleşmektedir.
Üç Soru
Artık yazarken – ve konuşurken – kendime şu üç soruyu soruyorum:
1.Gerçekten yeni bir şey mi söylüyorum?
2.Bunu daha kısa nasıl anlatabilirim? Gereksiz bilgi ve rakamları nasıl ayıklayabilirim?
3.Okuyanın ya da dinleyenin aklında ne kalacak, ana mesajım ne?
Bu sorulara içtenlikle cevap veremiyorsam, cümleleri yeniden kuruyorum.
Çünkü sadeleştikçe hem daha fazla yer buluyor, hem de daha kalıcı oluyor.
Saygının Kısaltılmış Hali
Uğur Yüce’yi onyıllardır tanırım. Zekâsına ve değerlendirmelerine hep büyük saygı duydum.
Yalnızca dostum değil; nikâhımızı kıyan ve düğünümüzde konuşan özel bir insandır.
Onun uyarısı sayesinde, yıllardır bildiğim ama ihmal ettiğim bir gerçeğe yeniden dönüyorum.
Yazılarımı, konuşmalarımı, fikirlerimi artık daha çok süzerek aktarmaya gayret edeceğim.
600 sözcüğü ve 15 dakikayı aştığımda lütfen beni uyarın.
Çünkü kısa olmak sadece bir stil tercihi değil, aynı zamanda okura ve dinleyene duyulan saygının da ifadesidir.
Zamana, dikkate ve zihinsel emeğe duyulan bir selamdır.
Bugünün dünyasında zaman kıymetli. Dikkat dağınık. Gürültü fazla.
Ve artık biliyoruz ki:
Sadeleşmek ustalaşmaktır.
Az konuşmak, çok şey anlatmaktır.
Kısa yazmak, derin iz bırakmaktır.