Londra’da Kings Road üzerindeki The Ivy’de, İrlandalı dostum Keelan Cunningham ile biramızı yudumlarken sohbetimiz kaçınılmaz şekilde kadınlara, geçmiş ilişkilerimize ve bu hayattaki “etkileyici” insanlara kaydı. Keelan, çikolata tenli son kız arkadaşını anlatırken bir cümle sarf etti: “Çok güzel değildi ama “impactful” idı… Yürürken gözünü ayıramıyorsun.” Bu yazının tohumu işte o anda zihnime düştü.
Bazı insanlar vardır… Ne klasik anlamda güzeldirler ne de fiziksel olarak baş döndürücü. Hatta kimi zaman çirkin bile sayılabilirler. Ama bir ortama girdiklerinde, koridorda yürüdüklerinde, başlar hafifçe onlara döner. İnsanlar ne olduğunu tam tarif edemez ama hisseder: Bu kişi farklı. Etkileyiciliğin özü de budur zaten — tanımı zor, ama hissi güçlü.
Bu insanlar bazen söyledikleriyle, bazen sadece bakışlarıyla, kimi zaman da hiçbir şey yapmadan, sessizce varlıklarıyla etkiler. Hatta sustuklarında bile ağırlıkları hissedilir. Bulundukları yeri merkez hâline getirirler. Çevrelerinde bir manyetik alan oluşur. İnsanlar onlara yaklaşmak, onları dinlemek, onlardan bir şey kapmak ister. Çünkü onlar enerji taşır.
İşte bu etki, çoğu insanın sandığı gibi fiziksel güzellikten doğmaz. Süslü elbiseler, pürüzsüz ciltler, boy-pos değil, içeriden gelen bir netliktir karizmayı doğuran. Bu insanlar oldukları gibidir. Rol yapmaz, kendilerini saklamaz ama dayatmazlar da. Ne yaparlarsa sahici yaparlar. Derinlikleri vardır. Yüzeyde dolaşmaz, sözleri ve duruşlarıyla düşünceyi provoke ederler. Seslerini yükseltmeden dikkat çeker, kendi akıllarına sadık kalarak yürürler. Ve bir kez inandıkları bir fikre tutundular mı, gerekirse yalnız kalmayı göze alırlar. Kalabalığın onayını aramazlar. Kararlılıkları, çevrelerine güç verir.
Günümüzde bu tür insanlar nadirleşiyor. Sosyal medya, hızlı tüketim ve görselliğin kutsanması arasında gerçek etkiyle sahte parıltıyı ayırt etmek zorlaşıyor. Oysa kalıcı olan ne güzelliktir, ne zenginlik. Kalıcı olan karakter, duruş, sadelik ve samimiyettir.
Türkiye’de bu etkileyici duruşa sahip birçok isim geçti hayatımızdan. Mustafa Kemal Atatürk, fiziksel cazibesiyle değil, taşıdığı fikirlerin ağırlığıyla bir milleti sürükledi. İsmet İnönü, sessizliğiyle konuşur, kritik anlarda ağırlığını bir bakışla koyardı. Bülent Ecevit, zarif ve mütevazıydı; ama söylediği bir cümleyle bir nesli harekete geçirdi. Mehmet Emin Karamehmet medyadan uzakta durdu, ama iş dünyasında yarattığı etki bugün bile ekonominin derin damarlarında dolaşıyor.
Ahmet Kaya, şöhretini güzelliğe değil yüreğine borçluydu. Sesi sitemliydi ama içtendi. Yılmaz Güney’e neden “Çirkin Kral” dendiğini bugün bile anlıyoruz; çünkü çirkinlik onun fiziksel tanımı değil, güzelliğin ötesine geçen bir direnişin sembolüydü. Sakıp Sabancı’nın dili sürçse de kalbi kaymazdı. İnsanlar onu sevgiyle dinlerdi çünkü içinde samimiyet vardı. Zeki Alasya ve Metin Akpınar, jön değildiler ama bir ülkenin vicdanına dokundular. Onlar sadece güldürmedi, düşündürdü de.
Dünyada da benzer örnekler var. Gandhi, bastonuyla yürürken tarih değiştirdi. Mandela, hücresinden çıkarak affetmenin en büyük güç olduğunu gösterdi. Steve Jobs, siyah boğazlı kazağıyla sahneye çıktığında görünüşü değil vizyonu konuşurdu. Angela Merkel, sade ceketiyle Avrupa’nın en sağlam lideri oldu. Papa Francis, ihtişamdan uzak durarak mütevazılığın gücünü gösterdi.
Günümüz gençlerine, özellikle bu görsel çağda büyüyen Z kuşağına bu gerçeği yeniden hatırlatmak gerekiyor: Güzellik geçer, etki kalır. Filtreli değil sahici olun. Görünmek için değil, iz bırakmak için yaşayın. Başkası gibi olmaya değil, kendin gibi olmaya cesaret edin. Etki yaratmak için dikkat çekmeye değil, değer taşımaya ihtiyacınız var.
Gerçek liderlik, görünüşle değil karakterle kurulur. Kalabalıkları büyüleyenler değil, zamanı aşanlar kıymetlidir. Bazı insanlar güzel değildir. Ama güzellere bakılmadığı kadar uzun, onlara bakılır. Çünkü insan, baktığında sadece bir yüz değil, bir dünya görürse… İşte gerçek çekicilik budur.