Yeni Flört Lugatı, Bağlanmaktan Kaçışlar ve Kalbin Dijital Yalnızlığı Üzerine Bir Durum Tespiti
05 Ağustos 2025

Bir zamanlar aşkın kokusu vardı.

Bir bakışın heyecanı, bir elin eline ilk değdiği o anın kalp çarpıntısı…

Şimdi parmaklarımız ekranlara değiyor önce.

Sağa mı kaydırayım, sola mı?

Aşk artık algoritmaların sunduğu eşleşmelerde saklı. Karşımıza çıkarılan fotoğraflar, üç satırlık biyolar, lokasyon bazlı yakınlık hesaplamaları… Hepsi kiminle “uyumlu” olduğumuzu söylemeye çalışıyor. Ama kalbin algoritması yok ki. O hâlâ kokuyla, ses tonuyla, birinin bir cümleyi kurarken dudağını ısırmasıyla bağ kuruyor.

Eskiden tanışmak zaman alırdı.

Görürdün, göz göze gelirdin, bir selamı beklerdin.

Birisiyle karşılaşmak, yolda yürürken denk gelmek, bir kitabın arasında telefon numarası bırakmak… Şimdi aşk, bildirim sesiyle başlıyor. Ve ne yazık ki çoğu zaman sessize alınmış duygularla bitiyor.

Yeni Flört Lugatımız Hayırlı Olsun

Yeni nesil ilişkilerle birlikte yepyeni kavramlar da hayatımıza girdi. Belki de bazılarını yaşadık bile:

•Love Bombing: Daha ilk günden romantizmi zirveye taşıyıp seni “aşkın kahramanı” gibi hissettiren ama ardından bir anda soğuyan kişiler.

•Ghosting: Sanki hiç var olmamışsın gibi sessizce kaybolmak.

•Benching: Yedekte tutmak… Ne tam ilgi, ne tam kopuş.

•Breadcrumbing: Küçük umut kırıntıları atıp seni sürekli beklentiye sokmak.

•Gaslighting: Seni sen olmaktan şüphe ettirecek kadar zihin oyunları.

Bu tanımlar o kadar hayatımıza yerleşti ki, “aşk” bile tanım değiştirdi sanki. Gerçek bağ yerine strateji konuşur olduk. Sanki herkes karşısındakini kazanması gereken bir “oyun”un hamlesi gibi görüyor.

Gerçek Bağ Neden Korkutuyor?

Günümüz ilişkilerinin çoğunda sorumluluk, emek, sabır… bunların adı geçmiyor bile.

Cinsel tercih ne olursa olsun, birçok insan derin bir bağ istemiyor.

Belki de neden belli: Çünkü bir şey yolunda gitmezse, yeni birini bulmak artık çok kolay.

Uygulamadan iki parmak hareketiyle başka biriyle eşleşmek mümkün.

Oysa eskiden tanışmak da, ayrılmak da kolay değildi.

Çünkü insanlar “yenisi bulunur” değil, “var olan korunur” duygusuyla hareket ederdi.

Bir de şu var:

Beklentiler belki de karşılıklı.

Kadın da bağlanmak istemiyor, erkek de.

Ama sonra iki taraf da birbirini arıyor, “kadın mı kaldı?”, “erkek mi kaldı?” diye hayıflanıyor.

Peki bu yalnızlık, bu bağlantısızlık neden içimizi bu kadar ürpertiyor o zaman?

Bir Elin Değdiği Gibi Hiçbir Ekran Isıtmıyor İnsanı

Çünkü derin bağ hâlâ içimizde bir yerlerde var.

Ait olma isteği, bir gözle konuşabilme hali, birlikte susabilme lüksü… Bunlara hasretiz aslında.

Ama hız, her şeyi yüzeyselleştirdi.

Bir mesaj gecikince kriz, bir emojisiz cevapta hayal kırıklığı…

Oysa gerçek iletişim, bir tebessümde saklıydı.

Şimdi ise ekran parlaklığında soluklaştı duygular.

Son Söz

Ben aşkın hâlâ olduğuna inanıyorum.

Ama artık biraz daha saklanıyor.

İnsanlar daha temkinli, daha kırık, daha korkak.

O yüzden aşkı bulunca, hâlâ gözünün içine bakınca utanıyorsan…

Hâlâ birinin kokusunu içine çekince gözlerin doluyorsa…

Telefonu değil, omzunu yastık yapan biri varsa…

Tut sımsıkı.

Aşk hâlâ bir yerlerde var.

Ama uygulamalara sığmaz.

İnsan kalbine, zamana ve sabra sığar.

ÇOK OKUNANLAR