Kötü haber cumartesi günü geldi, Ercan Kumcu’yu kaybetmiştik.
Hayattaki en yakın arkadaşlarından biri olan Mahfi Eğilmez önceki gün Ercan’ı anlatan bir yazı yazdı, Ercan için “Bir eski Türkiye bürokratı” dedi. Ne kadar doğru bir tanımlama.
Ülkemizin adı “Yeni Türkiye” oldu olalı, buraları tanımakta zorluk çekiyoruz; o yüzden “Eski Türkiye” lafı benim gibi pek çok kişi için bir nostalji ifade eden bir kavram olmaktan çok farklı bir anlama geliyor.
Size Ercan Kumcu’yu anlatacak bir örnek vereyim. Ben Ercan’la 90’lı yıllar Ankara’sında, o ve daha yakın zaman önce toprağa verdiğimiz Rüşdü Beyin Merkez Bankası’ndaki görevleri bittikten sonra tanıştım.
Birinci sınıf bir iktisatçı, birinci sınıf bir Merkez Bankacıydı. Girdiği her yerde saygı uyandırır, ağzının içine bakılırdı.
Ama Ercan’ın ayırt edici özelliği iktisatçılığı veya Merkez Bankacılığı değildi. Ercan’ı başka herkesten ayıran şey, onun ahlaki pusulasıydı.
Başka her konuda Ercan’ın fikrini değiştirmeyi başarabilirdiniz eğer mantıklı biçimde anlatıyorsanız ama bir konuda onu yerinden kıpırdatamazdınız: Doğru ile yanlış, iyi ile kötü, güzel ile güzel olmayan konusunda, yani ahlak konusunda çok kalın bir ayrım çizgisi vardı. Öldürseniz o çizgisine yer değiştirtemez, “Bir seferlik de böyle olsun” dedirtemezdiniz. Siz demeye kalkarsanız sizi hayatından siler atardı. O kadar keskindi.
Vakti zamanında Enka Holding kurucusu Şarık Tara bir özel okul kurmaya karar verdiğinde, aklına fikrine güvendiği çok sayıda insanla konuşmuştu. Şarık Beyin bir arzusu vardı: Bu okul, kendi alanında en iyi okul olmalıydı, yoksa okulu kurmasına gerek yoktu.
O zamanlar, Prof. Dr. Oğuz Babüroğlu kendi geliştirdiği çok müthiş bir yöntem olan “Arama Konferansları”nı yeni yeni yaygınlaştırıyordu. Bugün adı Enka Okulları olan okullar için de bir arama konferansı düzenlendi. Tam nedenini bilmiyorum, ben de katılımcılardan biriydim ve konferansın sonunda Enka Okulları için bir yol haritası ortaya çıktı.
O haritayı uygulaması için de Şarık Bey, artık kendini tamamen sivil toplum ve eğitim işlerine vakfetmiş olan eski bankacı İbrahim Betil’in işin başına geçmesini istedi. İbrahim Betil’in müthiş çabasıyla okul kuruldu, ayağa kalktı ve sonunda Betil de bu görevini artık devletten ayrılmış olan Ercan Kumcu’ya devretti.
Ercan yönetime geldiğinde Enka ilk mezunlarını vermiş ve o zamana kadar dışarıda çok da yüksek bir bilinirliği olmayan okulun yurt dışındaki üniversitelere öğrenci sokma başarısı ortaya çıkınca okula bir hücum başlamıştı.
Okula ana sınıflarından giriyordunuz ve kural şuydu: İlk kaydolan okula giriyor, kontenjan dolana kadar da kayıtlar devam ediyordu.
Bugün örneğin çocuğunuz eylül ayı doğumluysa Enka’ya giremeyebilir bile; çünkü insanlar artık çocuklarını doğar doğmaz sıraya yazdırıyorlar Enka’da.
Türkiye’de her yerde torpil işler; Enka’da da çocuğunu oraya sokmak isteyen ama kaydetmekte geç kalmış pek çok aile oldu geçmişte ve torpil aradıklarında Ercan duvarına çarptılar. Ercan bu konuda o kadar kararlıydı ki, vakıf çareyi Şarık Tara’ya belli bir kontenjan ayırmakta buldu. Torpil yapılacaksa Ercan yapmıyordu.
Onun yönetiminde Enka daha da yükseldi, büyük bir saygınlığa ulaştı. Sonra o da nöbeti devretti, bugün Esra Tara var aynı görevde.
Ercan onca yıl okulu yönetti, tamamen gönüllü olarak yaptı bu işi.
Bir öykü daha anlatayım…
Tam Radikal’de yazı yazmaya başlayacaktı, Ertuğrul Özkök’ten bir telefon aldı: Hürriyet de ona iş teklif ediyordu.
Normalde insan Hürriyet iş teklif ettiğinde, hem de köşe yazarlığı teklif ettiğinde elindeki her şeyi bırakır ve Hürriyet’e gider. Ama Ercan bana söz vermişti.
Özkök’ün teklifini duyunca sinirlendim elbette ama sonra düşündüm: Yani Hürriyet mi, Radikal mi? Elbette Hürriyet.
Ercan’ı zor bela ikna ettik, Hürriyet’e gitmeye. Bana verdiği sözün ağırlığı altında eziliyor, bu sözünü bozmak istemiyordu.
İyi ki de gitti. Hürriyet’in kalitesini çok arttırdı. Yazdığı yazılar büyük ses getirdi, çok okundu.
Eskiden birkaç haftada bir, rahmetli eski Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen’in evinde buluşur briç oynardık. Çoğunlukla Ercan’la ben ortak olurduk, karşımızda da Mahfi Eğilmez ile Yener Bey. O günlerin tadı hala damağımdadır.
Yine eskiden, arada bir buluşur rakı içerdik. Servet Yıldırım ve Abdurrahman Yıldırım da dahil oldu rakı ekibine. Sonra ben koptum yoğunluktan. O rakı masaları ve sohbetleri her zaman çok öğreticiydi.
Ercan bir yanıyla çocuk gibiydi. CNN Türk’te program yapıyordu. Bir gün sevinç içinde geldi anlattı:
CNN’in bir stil danışmanı gelmiş ve ona bazı önerilerde bulunmuştu. Ercan göbekliydi, stil danışmanı ona pantolonlarına kemer takmamasını, onun yerine askı kullanmasını tavsiye etmişti. Kemer takınca sıkıyordu, o da göbeğini daha da dışarı çıkartıyordu, oysa askı bu etkiyi yapmıyordu.
“Yahu” demişti gülerek, “Uzmanlık ne kadar önemli… Bir basit öneri ama ne kadar önemli, ne kadar yerinde…”
Çok özleyeceğiz Ercan’ı.
Umarım öteki tarafta Rüşdü Beyle yan yanadır ve viskileri tokuşturuyorlardır.