Camiye cemaat çekmek için kutuplaşmadan medet uman Diyanet
16 Ağustos 2025

Bana göre siyaset hakkında yapılmış gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizisi olan The West Wing’den unutulmaz bir sahneyi hemen aşağıya koyuyorum.

1999-2006 arasında yayınlanan bu diziyi izlememiş olanlar için kısa bir bilgi vereyim: Martin Sheen’in canlandırdığı Başkan Josiah Bartlett, Demokrat Partili ve Katolik bir başkan. O kadar katolik ki, katolik üniversitesi Notre Dame’den mezun.

Dizinin ikinci sezonunun üçüncü bölümünden aktaracağım kısa sahnede, Başkan partisinin ve kendisinin dönem arası seçimlerde elde ettiği başarıyı kutlamak için Beyaz Saray’da ekibiyle bir araya geldiğinde, orada davetsiz bir misafire gözü takılır. O muhafazakar bir TV programcısıdır ve sürekli İncil’den referanslar vererek başkanı eleştirmektedir. Örneğin, başkanın homoseksüellerle ilgili politikalarını “büyük günah” (abomination) olarak niteler.

Televizyoncuya bunu hatırlattığında TV sunucusu “Ben demiyorum, İncil öyle diyor” cevabını veriyor ve Başkan monoloğuna başlıyor. Kendi kızını köle olarak satmaktan, Şabat günleri çalışmakta ısrar eden kendi Beyaz Saray Genel Sekreterini öldürmeye, iki farklı bitkiyi yan yana eken kardeşini taşlatmaktan, iki farklı ipliği giysisinde kullanan annesini yakmaya kadar İncil’den çeşitli günahlar ve cezalarını aktarıyor.

Dünyanın her yerinde neredeyse bütün dini inançlar için aynı tartışma söz konusu: Din ile modern cari hayatı uyumlulaştırmak.

Elbette, bütün dinlerde modern hayatı büyük ölçüde reddedip dinin özüne dönmeyi, Kutsal Kitap’ta yazanları harfiyen uygulamayı savunanlar var. Onlara genel olarak “kökten dinci” diyoruz.

İşte görüyorsunuz, Doğu Kudüs ile Batı Şeria’nın bağını kopartmaya ve oradaki toprak parçasını Yahudilerin ilhak etmesine kapı açan İsrail hükümetinin son kararı, böyle bir kökten dinciliğin sonucu. O toprakların bizzat Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğini söylüyor bazıları.

Veya Hristiyan protestanlığın “misyoner” kolu olan evanjelikler, İsa Mesih’in dünyaya geri dönmesi için iyilerle kötüler arasında “zamanın sonu”nu getirecek bir savaş çıkacağına inanıyorlar, o savaşın da İsrail ile Araplar (hatta Türkiye) arasında olmasını bekliyorlar. Aynı Hristiyan kökten dinciler, Kutsal Kitapta yazan “İsrail’i koru” cümlesini de bugünkü modern İsrail devleti olarak okuyorlar, İsrail’i korumamanın Tanrıya karşı gelmek olacağını savunuyorlar.

Müslümanlıkta da kökten dinci sıkıntısı çekilmiyor. ‘Selefilik’ olarak adlandırılan bu dini akım, Kuran’da yazılı suç ve cezaları aynen orada yazıldığı gibi uyguluyor. Suudi Arabistan’da taşlayarak öldürme, hırsızın elini kesme vs sıradan uygulamalar. Veya Taliban Afganistan’ında kadınlar görünmez olsun isteniyor. Bu ülkede müzik bile dinen yasak.

Ama tabii Suudi Arabistan bile bu uygulamalarını yumuşatmayı, daha modern hukuk kuralları uygulamayı hedefliyor. Tevrat’ın, İncil’in ve Kuran’ın emirlerini daha modern, daha günümüz toplumuna özgü yorumlayanlar dünyanın her yerinde çoğunlukta. Buna karşılık kökten dincilik her üç büyük din içinde de geçmişte olmadığı kadar yaygın.

Bu  kökten dincilerin aşırı görüşleri daha sık medyaya yansısa ve sanki o görüşler o dinin bütün inananlarını temsil ediyormuş gibi görünse de, bu büyük kurumsal dinleri temsil eden büyük kurumlar hiçbir zaman o kadar aşırıya kaçmıyor. Örneğin İngiltere’deki Anglikan Kilisesi, Katolikliğin merkezi olan Vatikan, her zaman modern hayatla uyum sağlama yanlısı. Benzer şekilde Amerika’daki pek çok protestan kilisesi de, evanjeliklerden farklı daha modern tutumlar alıyor.

İslamda böyle bir kurumsal merkez olmadığı için işler biraz daha karışık belki ama diğer dinleri etkisi altına alan ve genel olarak “sekülerleşme”-“dünyevileşme” olarak adlandırılan eğilimin İslamda da geçerli olduğunu söylemek gerek. Bu sekülerleşmeye karşı savaş açan ve kökten dinciliğin çeşitli versiyonlarını savunan dini kurum ve kişiler sık sık ortaya çıksa da, İslamda genel eğilimin sekülerleşme yönünde olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ama diyorum ya, arada bu sekülerleşmeye çoğu zaman aklı başında herkese saçma gelecek sözler ve yöntemlerle direnmeye kalkışanlar oluyor. Bizim Diyanet İşleri Başkanlığımız da anlaşılan bu direniş cephesine katılmış, kendine göre bir kökten dincilik yolu benimsemiş gibi duruyor.

Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dünyanın geri kalan bütün İslam ülkelerindeki dini kurumlardan farklı bir pozisyonu var. Bu kurum, devletin güçlü bir kurumu ve din üzerinde bir tekele sahip. Bütün camileri o yönetiyor, bütün camilere hakim.

Bu hakimiyet zarar görmesin, kazayla araya bir “sivil din” karışmasın diye mesela her cuma günü bütün camilerde okunmak üzere standart bir hutbe de hazılıyor başkanlık yıllardır. Camilerdeki imamlar, müezzinler, vaizler birer figüran gibi, her şey tek merkezden geliyor.

Dünkü cuma hutbesi, dünden beri canlı bir tartışmanın konusu. ‘Kul hakkı yemek’ gibi önemli ve güncel bir konuda hutbe hazırlamak ama bu konuyu güncel kılan hiçbir başka şeye değinmeden (daha yeni sahte diploma skandalı ortaya çıktı, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma vakaları sürekli gündem maddemiz) konuyu kız çocukların miras hakkına getirmek gerçekten çok ilginç bir kafanın devrede olduğunu bize söylüyor.

Daha yeni Aile Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı miras paylaşımı konusunda mevcut Medeni Kanun’un kadınlara sağladığı haklardan geri gidiş ihtimalini gündeme getiren bir yasa hazırlığına girişmişken üstüne Diyanet’in de devreye girip mirasın İslami usulle dağıtılması gerektiğini hatırlatması, ortada iktidardan kaynaklanan sistematik bir çabanın bulunduğunu ima ediyor aslında.

Bugün 10Haber’in haberinde ayrıntısıyla var, İslami usulde miras paylaşımı, erkek çocuğun mirastaki payının kız çocuğunun iki katı olması anlamına geliyor basitçe.

Bu durumu 21. yüzyılda yaşayan inançlı olsun olmasın herhangi bir kadına kabul ettirebilir misiniz? Herhangi bir kadına “Mirastan erkek kardeşine göre yarı yarıya daha az yararlanacağını, bunun da Allah’ın emri olduğunu” sahiden anlatabilir misiniz?

Kuran’da yazan Allah’ın başka pek çok emri var, bunların önemli bölümünü uygulamak kimsenin aklına bile gelmezken “Ama mirasla ilgili emri uyguluyoruz” dediğinizde yanınızda erkeklerden başka destekçi bulabilir misiniz?

Bakanlıkların hazırladığı yasa değişikliği tam da bunun kapısını aralıyor: İsteyen, eğer aile arasında anlaşma varsa, mirasından feragat edebilecek, yani kendisine düşen hakkı erkek kardeşine verecek.

Modern devletin tam tersi bir pozisyonda olması, tam tersine kadınlara pozitif ayrımcılık yapıp onların mirasa itiraz hakkını genişletiyor olması gerekmez mi? Erkek baskısı altında inleyen kadınların korunması, kollanması gerekmez mi?

Hadi bu tartışmaları bırakın, gelin Diyanet’in sergilediği kökten dinciliği konuşalım biraz da…

Diyanet İşleri Başkanlığı, İslamı yaymak ve güçlendirmek, cami cemaatinin sayısını arttırmak istiyorsa eğer, bu mudur doğru davranış biçimi? Güncel İslamı radikalleştirerek mi güçlendirmeyi tercih ediyor Diyanet İşleri Başkanı?

Radikalleştirme adımlarının ilk sonucu, bu konuların toplumda yüksek sesle tartışılmaya başlanması oluyor ve toplum bu konularda kutuplaştırılıyor: Bir siyasi parti kendi dar ve kısa vadeli çıkarı için bu kutuplaşmayı tercih edebilir ama Diyanet dini temsil ediyor, din bir kutuplaşmanın konusu haline getirilir mi?

Bu devrin ve bu Diyanet’in dine verdiği zararı telafi etmek çok ama çok zamanını alacak Türkiye’nin.

ÇOK OKUNANLAR