Uzun ömürlülük – Longevity
17 Ağustos 2025

Uzun ömürlülük son yılların en moda akımlarından biri. Ben de kendimi kaptırmadım dersem yalan olur. İnsan yaş aldıkça kalan zamanını uzatmak istiyor. Google a sordum. 69 yaşındaki bir kişinin ortalama yaşam beklentisi 17 yıl, etti mi 86. 

Peki doktora gidince sana diyor ki; “Ben sizin ömrünüzü en az 10 yıl daha uzatacak formülleri söyleyeceğim.” Başlıyor vitaminler, uzun yürüyüşler. Muntazam yat kalk. Stres yok. Biraz daha derinleşirsen nefesler enerjiler, telomerler uzasın botoks vakti kaçmasın.

Eee normal yaşam döngünde çalışmıyor olacaksın. Hatırı sayılır bir serveti de gözden çıkaracaksın. Sonra da günde en az iki saatini buna ayıracaksın. Bir de sana sürekli ‘çok kolay ben yaptım sen de yapabilirsin’ diyen tayfasına kızmayacaksın. Dostum o kadar kolay olsaydı etrafına bunca büyük bir endüstri donanır mıydı? İnsanlığın yaşı uzuyor. Para nerede birikiyor bak oraya veee hooop ömrünü uzatacağım diyen uzmanlar birden pıtrak gibi artıyor. Sen de nasibine düşen kadarını ödüyorsun. Kanmamak elde değil ki? Kedisin sana ciğer uzatıyorlar ne yapabilirsin ki?

Yazıma başlamadan önce biraz araştırdım. Onlarca sitede, bu konuda en uzman benim diyen kişiler de aynı şeyleri yazmışlar. İkna olmasam bile en derli toplu olan bir öneriyi Tropedia sitesinde buldum.

Japonların yaşam amacı (ikigai); yapmayı sevdikleri, iyi yapabildikleri, tutkuyla bağlandıkları bir uğraşı edinmişler. Kendilerini çalışırken akışa kaptırdıkları ve ertesi günü heyecanla bekledikleri uğraşları var. Okinawa’lıların deyişi ile ikigai onların yaşama bağlılıklarını arttırıyor.

Öneri derli toplu da bizler hayatımızın uzun bir bölümünü sorgulayıp öğrenerek ikigai’ye varma çabasıyla geçiriyoruz. Hayatın anlamını bulduğunuzda ise benim yaşıma geliyorsunuz. Geriye kalana uzun ömürlülük denilebilir mi? Bilmem 

Japonlar çılgınca çalışan bir millet. O arada derede hayatın anlamını sorgulamaya fırsat olmuyor. Herhalde çok çalışmak hayatın anlamı olunca, dert tasa kalmıyor. Yan etkisi çok olumlu. Ülke de fişek gibi kalkınıyor da, olan birikiminizin keyfini süremeden çok yaşlanmış oluyorsunuz. 

Pekii Japonlar hayatın anlamını buldularsa neden yaşlı Japonlar yalnızlıklarını gidermek için hırsızlık yapıp hapse atılmayı göze alıyorlar. Sırf sosyalleşebilmek için. Daha beter yazılar da okudum da şimdi onları utandırmayalım.

Yani bulduğum en düzgün öneri de gerçek hayatta karşılığını pek bulamamış gibi gözüküyor. Nedeeeen? Torunum Evren dört yaşında ve bu soruyu günde sayısız defalar soruyor. Biz de o uyuyana kadar açıklamaya devam ediyoruz. Umarım ikigai’ye benden daha genç yaşlarda ulaşır.

Uzun ömürlülüğü bizlere cennet gibi vâd edenlerin temel savları şöyle: İnsan metabolizması ilkçağdan beri değişmedi. Ama çağdaş yaşam tarzımız değişti. Metabolizmamız buna uyum sağlayamadı. Hadi gelin biz yine ilk çağa dönelim. Sen dön. Ben dönemiyorum yerim dar.

O zaman insan soruyor: Eeee en iyisi buysa peki o zaman neden ilk çağlardan 18. Yüzyıla kadar insanın yaşam ömrü ortalama 30 (otuz) yıl.

Yani on bin yılda bir şey değişmedi de birdenbire ne oldu ki son 150 yılda yere göğe sığdıramadığımız modern tıp mucizesi gerçekleşti.

Amaaa sosyologlar ve sosyal antropologlar cevabını vermişler bile.  Modern tıbbın etkisi en fazla 5 ila 6 yıl.  İnsan ömrünün son üç yüz ila dört yüz yılda uzaması bakın ne kadar farklı nedenlere bağlı:

1/Modern tuvalet ve kanalizasyon sistemi

2/Bina içlerindeki sıcaklığı kontrol edebiliyor olmamız

3/Sıcak suya ulaşım

4/Kondom 

5/Akraba evliliklerinin azalması

6/Yiyeceklerin buzdolabı ve dondurucuda uzun süre bozulmadan korunabilmesi 

7/Temizlik malzemeleri

Yani hepsinin başı sonu hijyen, yiyeceklerin sağlıklı korunması. Dünyada orta ve fakir sınıfların yaşam ömrü hep kısaymış günümüzde de aynı.

Son kırk yıldaki gelişmeler tüm dünyaya yayılmış ancak ülkeler arası farklılıklar yukarıdaki savı doğruluyor.

ABD, Kanada, İngiltere’de ortalama yaşam süresi yalnızca dört yıl artarken, aynı dönemde altyapısını modernleştiren ve hızlı şehirleşme yaşayan Malezya’da 11, Çin de 12, Hindistan’da 16 yıla çıkmış. Demek ki gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı ve şehirleşme atılımları yaşam süresini arttırma konusunda gelişmiş ülkelerdeki modern tıptan daha fazla ivme sağlamış.

Buraya kadar işin bedensel kısmını irdeledik. Şimdi gelelim ruhsal boyutuna. Oscar Wilde’ın yayımlanmış tek romanı Dorian Gray’in Portresi’ne. Ruhunuzu şeytana teslim ederek her türlü hazza teslim olmak kötü insan olarak yaşamak pahasına sonsuza kadar genç kalmak ister miydiniz? Wilde ’a bakılırsa istemiyor olmamız gerekiyor. Sonunda bedeni genç, ruhu çok yaşlı kahramanımız; yaşlanan, çirkin portresini parçalıyor ve o zaman ölüyor.

Peki ama içinde yaşadığımız Pandora kutusu açık sonsuz kötülükler dünyasında binlerce yaşlı portreli dolaşan insanlar neden ölmüyorlar. 

Onlar hâlâ vicdan muhasebesi yapabilme cesaretini kendilerinde bulamadıkları için aramızda zombiler gibi dolaşıyorlar. 

Peki ya Benjamin Button’ ın tuhaf hikâyesinin kahramanı olmak ister miydiniz?

Bilge ve yaşlı bir bebek olarak yaş alırken gençleşmek ve sonunda yine bir bebeğe dönüşerek sevgilinizin kucağında ölmek ister miydiniz? 

Açıkçası ben her ikisini de yaşamak istemezdim. Dünyayı keşfederek, deneyim kazanarak ve bedeller ödeyerek yaşlanmayı tercih ediyorum. Beden konusunda son yıllarda daha özenliyim. Aklım başımda yaşlanayım ve kimseye muhtaç olmayayım. Derdim bu. 

Genç gözükmeye gelince. Evet bu konuda da özenliyim. Henüz bedenimi doğal yaşına bırakmaya ruhen hazır değilim. Bunda da yine toplumun baskılarının etkisi çok büyük.

Yani uzun ömürlülük son iki yüzyılda gelişmiş biz de bu dönemin çocukları olarak genlerimizin sınırlamalarının ötesinde daha uzun yaşayacağız. Bu kesin. 

Önemli olan sevdiklerimizle birlikte akıl ve ruh sağlığımız yerinde, huzurlu, mutlu anların bol olduğu bir yaşlılık geçirebilmemiz. Öldükten sonra da hatırlarda kalabildiğimiz sürece yaşıyoruz zaten öyle değil mi?

Bu süreçte içimizde vicdanı olanlar Dorian Gray gibi intihar edecekler, vicdansızlar ise Zombiler. Sizleri görmüyoruz, tanımıyoruz, duymuyoruz. Ölüsünüz.

ÇOK OKUNANLAR