Her pazar kaleme aldığı blog yazılarıyla ciddi bir okur kitlesine ulaşan ve onlara ilham veren Murat Ülker, geçtiğimiz pazar yazısıyla yine önemli bir konuyu gündemimize taşıdı. “İhtiyarlamak nasıl oluyor? Yaşlanırken kazandıklarımız, tevekkül…” başlıklı yazısında Wilhelm Schmid’in “Sakin Olmak” kitabından görüşlerine yer verdi.
Schmid hayatı dört çeyreğe ayırıyor. Gençlik, orta yaş, yaşlanma ve ihtiyarlık…
İlerleyen yaşta cinsellikle ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor: “Yaşla birlikte cinsellik biçim değiştiriyor, öncelikler değişiyor. Daha az sıklık, ama belki daha çok derinlik. Artık ani heyecanların yerini, sakin bir paylaşım alabiliyor. İlişkiler cinsellik üzerinden değil, sohbet, ortaklık, duygusal bağ gibi başka katmanlar üzerinden de zenginleşebiliyor. Zaten insan yaş aldıkça bazı şeyleri sadece oluruna bırakmanın rahatlığını da öğreniyor.”
Murat Ülker tam burada “Yorum Yok!” yazmış ama bu satırları okuduğumda aklıma şu geldi: Evet, doğrudur, her evre bir ritme sahip. Aşkın ve ilişkilerin de bir ritmi var. Ve tıpkı hayat gibi, o da yaşla birlikte tempo değiştiriyor.
Nasıl mı? Gençlikte ilişkiler rock’n roll gibi: yüksek ses, bol enerji, kontrolsüz tutku. 30’lar ve 40’lar geldiğinde ise caz: hâlâ ritimli ama daha derin, daha hesaplı. 50’lerden sonra ise klasik müzik gibi: yavaş, dingin ama bir o kadar anlamlı.
Sorun şu ki biz çoğu zaman bu tempoyu fark etmiyor, gençliğin hızlı şarkısını sonsuza kadar çalmaya çalışıyoruz. 20’lerde aşk “beni seviyor mu, sevmiyor mu?” gerilimiyle yaşanıyor. 40’larda gündem değişiyor: “Ev kredisi bitecek mi?”, “Çocuk okula alıştı mı?” Romantizm yerini lojistiğe bırakıyor. 50’lerden sonra ise psikolojik denge değişiyor: “Beni çıldırtıyor” değil, “Beni anlıyor” önem kazanıyor.
Araştırmalar da gösteriyor ki yaş ilerledikçe ilişkiler tutku yarışından çıkıp anlam yarışına dönüşüyor. Yaş ilerledikçe saç beyazlıyor, dizler yavaşlıyor, ama sevgiye dokunmanın gücü hiç eksilmiyor.
Bilim diyor ki: Yaşlılıkta bir dokunuş, oksitosin yani bağlılık hormonunu gençlikten daha çok salgılatıyor. Gerçek kahramanlık, “birlikte yaşlanma” sözünü tutabilmek.
70 yaşında eşinizle sabah yürüyüşünde tek tartışma konusu “kahvaltıda menemen mi, omlet mi olacak?”sa, aslında ilişkinin final zaferine ulaşılmış demek değil mi?
Gençken: “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk!” orta yaşta: “Sana aşığım, ama lütfen klimayı kapatma”ya, yaşlılıkta: “Sana aşığım, işitme cihazını tak da duy beni”ye dönüşebiliyor.
Aslında yaş aldıkça ilişkiler köz gibi oluyor: dışarıdan sakin, içeriden hâlâ yanıyor. Daha çok sabır, daha çok şefkat, daha çok anlayış istiyor.
Ama unutmayalım: Sevgi hiçbir yaşta emekli olmuyor. İşin içinde sevgi olunca da hiçbirşeyden kolay kolay emekli olunmuyor! Tabii ki biz istediğimiz sürece? O zaman hangi yaşta olursa olsun seviyorsak soru şu: İstiyor muyuz?