Paris çoğu insan için birkaç günlüğüne büyülenip dönülen “ışıklar şehri”; kimileri içinse alışverişin, galerilerin, müzelerin ve şık restoranların adresi. Benim içinse bir ömürlük izler bırakan, hayatımın en önemli dönemlerinden birine sahne olmuş şehir.
Yaklaşık on beş yıl Paris’te yaşadım. Diplomasiye Ankara’da başladım, Pekin ve Brüksel’de devam ettim, ardından Paris’e geldim. Avenue Kléber’deki evimden OECD Genel Merkezi Château de la Muette’ye uzanan yol, bana Paris’in yalnızca bir kültür başkenti değil, aynı zamanda uluslararası ekonomik kararların alındığı bir merkez olduğunu gösterdi. Küresel bürokrasiden yorulunca OECD’den ayrılıp Londra’da iş dünyasına geçtim ama Paris ruhu hep üzerimde kaldı. Bugün hâlâ Eurostar’a atlayıp günübirlik bile olsa dönüyorum.
Meudon, Rue de Lübeck ve Avenue Kléber’de oturdum. Balkonlardan Eyfel’in ışıkları ya da Trocadéro manzarası, Paris’in neden “ışıklar şehri” olduğunu her gün hatırlatıyordu. Zamanla Fransa’nın yalnızca Paris’ten ibaret olmadığını da gördüm: Provence’ın lavanta tarlaları, Bordeaux’nun bağları, Normandiya’nın kıyıları, Alsace’ın Noel pazarları… Fransız dostlarımın dediği gibi: “Bir Fransız’ın dünyayı görmesine gerek yoktur; deniz, dağ, sanat ve tarih zaten burada.”
Değişen Paris
Bugün İtalya–İsviçre–Monako kavşağındaki Nice’te küçük bir dairem var. Paris hep uğradığım durak ama her dönüşümde değiştiğini hissediyorum. Gençliğimin Paris’i daha romantik ve zarifti; şimdiki Paris kalabalık, turizmin baskısı ve güvenlik bariyerleriyle kuşatılmış. Champs-Élysées zincir mağazaların istilasında, Montmartre turist seli altında. Göçlerle daha kozmopolit, ama aynı zamanda uyum sınavında. Ekonomi de tıkırında değil: grevler, sık değişen başbakanlar, artan vergiler insanları bunaltıyor.
Yine de sabahın erkeninde tereyağlı bir croissant kokusu, Saint-Germain’de akşam kadehi ya da Seine boyunca yürüyüş hâlâ Paris’in özünü fısıldıyor. Müzeler de öyle. Benim için üç favori: Louvre’un “Mona Lisa” ve “Venüs de Milo”suyla görkemi; Musée d’Orsay’ın empresyonist hazinesi; Monet’nin “Nilüferler”ine ev sahipliği yapan L’Orangerie.
Parizyen Ruhun Dersi
Paris bana şunu öğretti: Parisli olmak, Fransız olmaktan farklıdır. Kimlik, şehrin ritmiyle örülür.
•Garsonun temposu şehrin temposudur. Size hizmet eden değil, sahnede rol alan bir sanatçıdır. Acele ettirmek işe yaramaz; sabırla beklerseniz gururla gelir. Yoksa aç kalırsınız.
•Semt kimliği önemlidir. 16. arrondissement’in aristokratları ile 11.’in bohemleri farklı dünyalarda yaşar. Adresiniz kartvizitinizdir; 7. bölgede yaşıyorsanız “kasıntı” damgası yemeniz işten bile değildir.
•Özgürlük–sadakat dengesi farklıdır. İlişkilerde bireysellik yüksektir; bir metres ya da amant çoğu zaman doğal kabul edilir.
•Tarih omuzda taşınır. Louvre’un ihtişamı, Arc de Triomphe’un gölgesi, Seine kıyısındaki kitapçılar ulusal büyüklüğün sembolleridir. Fransız zihniyetini hâlâ 1789 Devrimi ve şaşaalı tarih anlayışı şekillendirir.
•Tatil anlayışı içe dönüktür. Côte d’Azur, Alpler, Bordeaux, Provence… Çoğu Parisli için “dünya” zaten Fransa’nın içindedir. Parizyen ile Fransız’ı karıştırmamak gerekir; farklıdırlar.
Ve günlük yaşamın küçük kuralları:
– Bir kafeye ya da mağazaya selamsız girmek kabalıktır; bir bonjour tüm kapıları açar.
– Restoranlarda rezervasyon esastır; saatler sınırlıdır.
– Yemek törendir: su ya da hesap kendiliğinden gelmez, istemek gerekir.
– Ağustosta şehir turiste kalır; en güzel zamanları ilkbahar ve sonbahardır.
– Köşe kafeler romantik görünür ama kahveleri çoğu kez vasattır. Geleneksel bistrolar kapanırken modern mekânlar öne çıkıyor.
– Paris yürüyerek keşfedilir; şehrin ritmine uymak gerekir.
Parisli Kadınların Sırrı
Paris’te en çok şaşırdığım, kadınların zarafetiydi. Yemek törenseldir: sabah kruvasan, öğlen şaraplı öğün, akşam peynir ve tatlı. Buna rağmen çoğu inceciktir.
Sırları:
•Kalori ve porsiyon bilinci,
•Tatlının paylaşılması, şarabın yavaş yudumlanması,
•Kaçırılan bir günün ertesi gün telafi edilmesi,
•Yürüyüşün günlük yaşamın parçası olması.
Bu sürekli diyet değil; ipin ucunu bırakmadan keyif sürme sanatıdır. Birçok Fransız arkadaşım eş seçiminde, tartışma yerine uyum ve tebessümü öne çıkaran Asyalı kadınları tercih ettiklerini söylerdi. Parisli kadın ve erkeğin zihniyetini anlamak gerçekten zordur; ama bu farklılık şehrin cazibesinin bir parçasıdır.
Paris’te En İyi 5 Restoran
•Le Relais de l’Entrecôte — Tek menülü steak–frites efsanesi.
•Bouillon Pigalle — Uygun fiyatlı, klasik Fransız yemekleri.
•Chez Gladines — Bask mutfağı, samimi atmosfer.
•L’As du Fallafel (Marais) — Şehrin sokak lezzeti klasiği.
•Guy Savoy — Modern Fransız gastronomisinin zirvesi.
Son Söz
Paris kuşkusuz Eyfel ya da Louvre’dan ibaret değil. Asıl sırrı, sabırda, nezakette, zamanı aceleye getirmemekte gizli. Şehir, ziyaretçiye kolay açılmaz. Ama dilini öğrenmeye, ritüellerine saygı duymaya niyet eden herkese kapılarını açar.
On beş yılın ardından bugün şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
“Biraz Parizyen oldum.”