İsrail, Kendi Ayağına mı Kurşun Sıkıyor?
15 Eylül 2025

İsrail küçük bir ülke ama büyük hedefleri var. Bölgenin en ileri ordusuna, nükleer caydırıcılığa ve uzun yıllar neredeyse koşulsuz sayılabilecek bir Amerikan desteğine dayanıyor. Arkasında her daim güçlü Yahudi diasporası da var.

Ne var ki bu gücün üzerine inşa edilen saldırgan tutum, sınırsız askeri genişleme politikaları ve Lübnan’dan İran’a, Suriye’den Yemen’e, hatta Katar’a, kadar istediği ülkeyi vurma “özgürlüğü” İsrail’i yüz milyonlarca genç ve öfkeli komşunun ortasında daha da yalnız bırakıyor.
Kısa vadede caydırıcı görünen bu yaklaşım, uzun vadede İsrail’in varlığını daha kırılgan hale getirecek.

Demografi ve Ekonomi

İsrail’in nüfusu 10 milyon. Bunun 7,5 milyonu Yahudi, 2 milyonu Arap. Çevresindeki ülkelerde ise çok daha büyük kalabalıklar yaşıyor: 110 milyon Mısırlı, 89 milyon İranlı, 86 milyon Türk, 45 milyon Iraklı. Ne kadar ileri teknolojiye sahip olursa olsun, bu giderek büyüyen demografik uçurum İsrail için kalıcı bir stratejik dezavantaj. Peki 2035’e gelindiğinde İsrail kendisini nerede görmek istiyor;!daha ne kadar böyle devam edebilir, sürekli savaş içinde yaşayabilir mi bir on yıl daha?

Gazze’de tablo gerçekten iç karartıcı ve üzücü. Hiçbir şekilde haklı gösterilemez. Harabeye dönmüş şehirlerde işsizlik yüzde 65, genç işsizliği yüzde 90. Yoksulluk neredeyse evrensel. Yıkılan her ev, kaybolan her hayat sadece insani bir dram değil; aynı zamanda gelecekte güvenliği daha da imkânsız kılacak yeni bir öfke kaynağı.

Bitmeyen Çatışmanın Bedeli

2008’den bu yana İsrail Gazze’de sayısız operasyon yürüttü. Sonuç: 200 bini aşkın Filistinli ölü ya da yaralı, çökmüş bir altyapı ve iflas etmiş bir ekonomi.

Askeri üstünlük tartışmasız. Ama bu üstünlüğün maliyeti her geçen gün artıyor. Savunma harcamaları GSYH’nin yüzde 5’ini aşmış durumda. Yatırımcı güveni zedeleniyor, “start-up nation” markası aşınıyor. İsrail savaşla güvenlik sağladığını düşünse de, aslında ekonomik ve diplomatik temellerini erozyona uğratıyor.

Ahlaki Meşruiyetin Aşınması

Holokost’tan kurtulanların devleti olarak kurulduğunda İsrail benzersiz bir ahlaki otoriteye sahipti. Bugün ise Gazze’de ölen çocuklar, Batı Şeria’da genişleyen yerleşimler, yıkılmış mahalleler ve uluslararası hukuku hiçe sayan saldırılar öne çıkıyor.

Avrupa ve ABD’deki genç kuşakların gözünde İsrail artık Davut değil, Golyat. Bu algı sadece sokaklarda değil, üniversitelerde, parlamentolarda ve hatta Kongre’de kendini gösteriyor. Avrupa başkentleri Filistin devletini tanımaya başladı bile.

Washington ve Bölgesel İttifaklar

ABD’nin güvenlik şemsiyesi İsrail’i hâlâ koruyor, ama Washington’daki siyasi iklim değişiyor. Hem ilerici Demokratlar hem popülist Cumhuriyetçiler, Amerikalı vergi mükelleflerinin neden İsrail’in bitmeyen savaşlarını finanse etmesi gerektiğini sorguluyor. Avrupa’da da sabır tükeniyor.

İsrail, yalnızlığını azaltmak için Azerbaycan’dan Kürtlere, Körfez’den Kuzey Afrika’ya kadar ittifaklar kurdu. İbrahim Anlaşmaları da bu çabanın ürünüdür. Ama Gazze’nin görüntüleri Arap sokaklarında öfkeyi büyütüyor; elitlerin imzaladığı anlaşmalar halkın gözünde meşruiyet kazanamıyor. Dolayısıyla bu kazanımlar da oldukça kırılgan.

Güç Tek Başına Yetmez

İsrail’in temel inancı hep “güç varsa hayatta kalırız” oldu. Oysa tarih başka bir şey söylüyor: Güvenlik sadece güçle değil, aynı zamanda adaletle mümkün olur. Yıkıntıların, aşağılanmanın ve umutsuzluğun içinde büyüyen kuşaklar barışın değil, intikamın taşıyıcısı olur.

Bununla birlikte, Yahudilerin tarih boyunca yok edilme korkusunu da göz ardı edemeyiz. Holokost’un ve yüzyıllar süren zulmün izleri, İsrail’in güvenlik reflekslerinin merkezinde. Bu korku gerçek ve anlaşılır. Ancak sadece korkuya ve askeri güce yaslanmak İsrail’i kalıcı güvenliğe değil, yeni çıkmazlara sürükler. Hamas’ın saldırıları elbette insanlık suçu, kınıyoruz. Ama Filistinli sivillerin Hamas yüzünden topluca cezalandırılması yeni düşmanlıklar üretir, üretiyor.

Evet, Arap “kardeşler” de birbirlerini acımasızca öldürüyor. Bölgenin büyük kısmı hâlâ kendi halklarını ezen otoriter rejimlerin elinde. Bu çıplak gerçeği görmek gerekiyor. Yine de, İsrail ve Filistin’in ortak geleceği için umudu diri tutmak zorundayız. Aksi halde yeni kuşaklara bırakılacak tek miras umutsuzluk ve sonsuz bir şiddet sarmalı olacaktır.

Geleceğe Dair

Netanyahu iktidarda kaldığı sürece yön değiştirmesi zor görünse de, İsrail’in hâlâ rotasını değiştirme şansı var. Bunun yolu caydırıcılığı diplomasiyle, gücü adaletle, askeri üstünlüğü insani yaklaşımla birleştirmekten geçiyor. İsrail’in varlığı ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkı tartışmasız. Aynı şekilde Filistinlilerin onur, devlet ve yaşam beklentileri de görmezden gelinemez.

İsrail, ABD’ye aşırı bağımlılığını azaltmalı, barış ekonomisine yatırım yapmalı, küresel kamuoyunda yitirdiği ahlaki zemini yeniden kurmalı. En önemlisi, gençlere umut ve fırsat yaratmadan bu kısır döngüden çıkılamaz. İbrahim Anlaşmaları’nın kalıcı olması için de faydaları yalnızca elitlere değil, sıradan vatandaşlara da ulaşmalı.

Eğer İsrail yönünü değiştirmezse, bugünün tercihleri yarının en büyük stratejik hataları olarak hatırlanacaktır. Ama aklını, tarihsel tecrübesini ve pragmatizmini devreye sokarsa hem kendi geleceğini güvence altına alabilir hem de bölgeye uzun zamandır özlenen barışı ve insanlığı taşıyabilir.

ÇOK OKUNANLAR