Türküler boş yere çıkmıyor. Bir Erzurum türküsü var bilir misiniz. “Çarşıdan aldım lahana/ Kıydım koydum sahana/ Hiç ömrümde görmedim/ Böyle de cadı kaynana.”
Televizyonun son bombası The Girlfriend (Kız Arkadaş) dizisini izlerken bu türkü kulaklarımda yankılandı. Zengin ailenin tıp okuyan oğluna, emlakçılık yapan “alt statüden” bir kız âşık olur. Kız, “biraz cilalayarak” kendini daha havalı gösterir – okulunu büyütür, kariyerini abartır. E normal…
Robin Wright dâhiyane oyunculuğu ile oğlanın annesini canlandırıyor. Tam bir “baskıcı kraliçe”. Kadın hem oğlunun hayatını yönetiyor, hem de kızın attığı küçük pembe yalanları büyüte büyüte dev bir silaha çeviriyor. Hatta bu nedenle sinirleniyoruz.
Ama asıl bomba şu: Meğer gelinin de ondan aşağı kalır yanı yokmuş. Eski flörtü kızı terk edip evlenirken kız intikam almak için çocuğun düğün pastasının içine kanlı bir sığır kalbi yerleştiriyor.
Düşünün! Freud’un ciltler dolusu kitapta anlattığı şeyi dizi tek sahnede özetleyiveriyor.
Oğlan annesinin baskıcı gölgesinden kurtulmak isterken, aslında ona benzeyen bir kadın seçiyor. Hani derler ya, “Gelin kayınvalide toprağından olur”…
Bu sadece mahalle dedikodusu değil, psikanaliz kitaplarında da karşılığını buluyor.
Fatma Girik’li Şoför Nebahat (1960) filmini hatırlar mısınız: Oğlanın ailesinin “fakir kızı” küçümsemesi teması bolca var.
Ah Nerede (1975) isimli Tarık Akan–Gülşen Bubikoğlu filminde yine zengin oğlan–fakir kız çatışması.
Zihin tanıdık olanı güvenli buluyor. Beynimiz, çocuklukta öğrendiği “yakınlık modellerini” erotik bağa dönüştürebiliyor.
Çocuklukta aldığımız (ya da alamadığımız) sevgi modelleri, yetişkinlikte partner seçiminde devreye giriyor. Eğer anneniz şefkatli ama biraz da kontrolcü ise, beyniniz size fark ettirmeden “kontrolcü ama seksi” bir partneri çekici buldurabiliyor.
Psikoloji bize şunu söylüyor: Partner seçiminde üç şey belirleyici oluyor: tanıdıklık, güven ve tekrar etme eğilimi.
Çocuklukta hangi tavrı, hangi sevgiyi gördüysek beynimiz onu “evde hissettiren” bir sinyal gibi kaydediyor. Bir davranış tarzı tanıdıksa, beyin onu güvenli kodluyor.
Hatta bu davranış bazen sağlıksız bile olsa… Mesela kontrolcülük.
Bir de çocukken çözülememiş meseleleri yetişkinlikte partner aracılığıyla çözmeye çalışıyoruz. Annenizle hep didiştiyseniz, bilinçdışı “bu sefer kazanırım” diyerek size benzer bir eş seçtiriyor.
Kısacası erkekler annelerine benzeyen kadınları, kadınlar da babalarına benzeyen erkekleri seçmeye meyilli.
Kaynana–gelin savaşı Türk aile kültürünün klişesi gibi görünse de, aslında evrensel. Çünkü mesele sadece kişilik değil, güç alanı çakışması. Kadınların “güç alanı” ilişkilerde çok belirgin.
Kayınvalide çocuğu ayağında sallarken “ben üç oğlan büyüttüm, böyle uyutulur” der, anne “pedagog öyle demiyor” diye karşı çıkar.
Kayınvalide torununu parka çıkarırken kalın hırka giydirir: “Çocuk üşür, hasta olur, ben kaç çocuk büyüttüm, bilirim.”Anne ise apar topar hırkayı çıkarır: “Terleyince daha çok hasta olur, doktor kat kat giydirmeyin dedi.”
Anne gücünü “annelikten” alıyor. Ne de olsa anne büyüttü, anne en iyisini bilir. Gelin de gücünü “seksüel bağdan” alıyor: “Ben onun sevgilisiyim, beni seçti” diyerek pozisyonunu sağlamlaştırıyor. Ne de olsa onun yuvası, onun çocuğu, onun yöntemi. Erkek ise arada kalıyor.
Bazen bir erkeğin libidosunu bile en çok bu sıkışmışlık düşürüyor: Anneye yaranayım derken sevgilisine mesafeli oluyor. Sevgilisine sahip çıkayım derken annesiyle savaşa giriyor.
Beynin tanıdık olana kayması normal, ama sağlıklı olan tanıdıkla travmayı karıştırmamak önemli. Eğer annenizle yıllarca savaşmışsanız, onun klonunu eş olarak seçtiğinizde huzur değil, kısır döngü başlıyor.
En iyisi sevgilinizi annenizle kıyaslamayın. Annenizi de eşinizle kıyaslamayın. En önemlisi de ilişkide “gücü” değil, “bağı” öne çıkarın.
Peki hiç çatışma yaşanmayan ilişki var mı? Var, ama üç şartla:
İlk şart sınırların netliği. Anne kendi anneliğini sürdürür, ama oğlunun ailesinin sınırına saygı duyar.
İkinci şart erkeğin net duruşu: Erkek, annesi ve eşi arasında köprü değil, sınır koyucu olur. “Anneciğim biz böyle yapıyoruz, senin yöntemini anlıyorum ama kendi yolumuzu seçiyoruz” diyebilen erkek çatışmayı en aza indirir.
Son olarak da gelin–kayınvalide birbirini rakip değil, aynı gemide yol arkadaşı olarak görebildiğinde savaş değil, dayanışma başlar.
The Girlfriend izlerken hepimiz “bu kadar da olmaz” diye geriliyoruz. Ama unutmayın: Bazen gerçek hayattaki kaynana–gelin sahneleri, dizi senaryolarını bile solda sıfır bırakabiliyor.