Ufukta Kara Bulutlar
Hep bardağın dolu tarafını görmeye çalışan biriyim. Ancak dürüst olmak gerekirse, bugün söylemem gereken şu: Haberler kötü.
Savaşlar yayılıyor, kuraklık derinleşiyor, su-enerji-gıda dengesi bozuluyor, siber saldırılar artıyor, totaliter rejimler ve çılgın liderler yükseliyor, değerler erozyona uğruyor. Üstelik tüm bunlar yalnızca bizim coğrafyamızda değil, dünyanın dört bir yanında yaşanıyor.
Enseyi karartmamak gerekir, evet. Ama aynı zamanda, bizi bekleyenlere hazırlıklı olmamız gerektiği de açık.
Washington ve Paris’te Savaş Zihniyeti
Donald Trump bu yeni döneme hazırlananların başında geliyor. Washington’da Savunma Bakanlığı’nı fiilen bir “Savaş Bakanlığı”na dönüştürdü. Askerî sanayiyi teşvik eden, NATO müttefiklerine daha fazla harcama yükümlülüğü getiren ve Çin ile İran’ı doğrudan hedef alan adımlar atıyor.
Atlantik’in öte yakasında da tablo farklı değil. Paris yönetimi yalnızca ordusunu değil, sağlık sistemini, hastaneleri, ilaç ve tıbbi malzeme üretimini dahi 2026’da patlak verebilecek büyük bir savaşa karşı “seferberlik” ruhuna sokmaya çağırıyor.
Cepheler Genişliyor, Riskler Tırmanıyor
İsrail, Gazze’de başlattığı kara harekâtını Lübnan sınırına, Suriye çöllerine ve Kızıldeniz kıyılarına doğru genişletiyor.
Rusya, Ukrayna’daki işgalini derinleştirirken Belarus ve Karadeniz’de yeni cepheler açma seçeneğini açık tutuyor. Polonya, Romanya ve Baltık sınırları sistematik biçimde havadan ihlal ediliyor.
Çin, yaptırım tehditleri ve Tayvan meselesi karşısında hızla silahlanıyor; donanmasını ve hipersonik füze kapasitesini önceliklendiriyor. Avrupa’da hükümetler ise artık savunmaya GSYH’nin yalnızca yüzde 2’sini değil, yüzde 3’ünü ayırmak zorunda olduklarını kabul ediyor.
Bu tablo bize tarihin acı döngüsünü hatırlatıyor: küçük kıvılcımlar, yanlış hesaplar ve körleşmiş diplomasi, insanlığı defalarca felaketlere sürükledi.
Tarihin Acı Dersleri
1914’te Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, ittifak sistemini harekete geçirerek Birinci Dünya Savaşı’na yol açtı. Oysa bu kriz, doğru diplomasiyle lokal tutulabilirdi.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya dayatılan ağır koşullar, Hitler’in yükselişinin zeminini hazırladı ve Avrupa’yı yeniden ateşe attı. Japonya’nın Çin’e saldırısı ve Pasifik’te genişleme çabaları, ABD ile kaçınılmaz bir çatışmayı doğurdu; yaptırımlar Tokyo’yu daha da saldırganlaştırdı.
1962’deki Küba Füze Krizi, iki süper gücü nükleer savaşın eşiğine getirdi ve doğrudan iletişim ile şeffaflığın ne kadar hayati olduğunu gösterdi.
Saddam Hüseyin’in 1990’da Kuveyt’i işgali ise bölgesel bir krizi küresel bir savaşa dönüştürdü; petrol arzı, ittifak politikaları ve ABD’nin kararlılığı kıvılcımı büyüttü.
Bugün yaşadıklarımız bu örneklerin bir karması gibi: yaptırımlar, ekonomik çöküşler, silahlanma yarışları ve işlevsizleşen kurumlar aynı anda sahnede.
Kurumlar Felç Oldu
1930’larda Milletler Cemiyeti, İtalya’nın Habeşistan’ı işgalini durduramadı. Bugün Birleşmiş Milletler, Gazze krizinde bir karar bile alamıyor. Büyük güçlerin vetosu, halkların acısını donduruyor. NATO caydırıcı olmaya çalışsa da farklı öncelikler — Baltık’ta Rusya tehdidi, Akdeniz’de göç ve terör, Pasifik’te Çin — ortak stratejiyi zayıflatıyor.
Uluslararası hukuk ve kurumlar, büyük güçlerin çıkar çatışmaları karşısında felç oluyor. Bu boşlukta devletler kendi yolunu çiziyor ve güç dengeleri kırılganlaşıyor.
Sınırda Gezinen Dünya
Risk haritası açıkça ortada. Orta Doğu’da İsrail’in genişleyen operasyonları, İran’ın vekil güçleriyle doğrudan çatışma ihtimali ve Körfez ülkelerinin savaşa çekilme riski büyük bir yangını tetikleyebilir.
Avrasya’da Rusya-Ukrayna savaşı donmuş değil, aksine tırmanmaya aday. Moldova, Baltıklar ve Karadeniz hattı yeni cephelere dönüşebilir. Orta Asya, Çin-Rus rekabetinin yeni sahnesi. Pasifik’te Çin’in Tayvan üzerindeki baskısı, Güney Çin Denizi’ndeki askeri varlığı ve ABD donanmasının artan gücü dünyanın en sıcak jeopolitik fay hattını oluşturuyor.
Avrupa’da yükselen savunma bütçeleri “barış kıtası” imajını geride bırakıyor ve kıta yeniden kalıcı bir militarizasyon dönemine giriyor.
Uçurumdan Önce Durmak
Tarihin dersleri nettir: Krizler, güçlü diplomasi olmadan kontrol dışına çıkar. Halkı hedef alan yaptırımlar düşmanlığı artırır, rejimleri zayıflatmaz. Silah kontrol anlaşmaları ve şeffaf savunma politikaları yeniden gündeme gelmeli. İttifakların caydırıcı olabilmesi için muğlaklıktan değil netlikten güç alması gerekir.
BM ve NATO’nun yetersiz kaldığı yerde Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi orta güçler yeni kriz koalisyonları kurabilir. Toplumlar, barış zamanında sağlık, enerji, gıda ve bilgi altyapılarını güçlendirerek şoklara dayanıklı hale gelmelidir.
Felakete Uykuda Yürüyerek
Trump’ın savaşçı Pentagon’u, Fransa’nın seferberlik çağrısı, İsrail’in kontrolden çıkan saldırıları, Rusya’nın genişleyen işgali, Çin’in hızlanan silahlanması ve Avrupa’nın zorunlu yeniden militarizasyonu… Bunların her biri ayrı ayrı bakıldığında sıradan birer kriz gibi görünebilir.
Ancak birlikte değerlendirildiğinde, tarihin defalarca tekrarladığı korkunç tabloyu yeniden kuruyorlar: küçük bir kıvılcımın büyük bir yangına dönüşmesi.
Henüz bir dünya savaşı başlamadı. Ama zemin hazır, fitiller yanıyor, barut fıçısı ortada. Tarih bizi uyarıyor: Eğer bugünden akılcı adımlar atılmazsa, 21. yüzyılın ortasına “barış çağı” değil, “yeni dünya savaşları çağı” damgasını vuracak.
Umarım yanılıyorum.