Yazarı buzdolabından anlamak
27 Eylül 2025

Edebi dünyaya dair en derin, en nitelikli yorumların ve yeni çalışmaların bulunabildiği İngilizce Paris Review dergisi dönemde entelektüel dinamizmin zirvesinde olan Paris’te 1953 yılında yayınlamaya başlandı. Kurucu yazarlar George Plimpton, Peter Matthiessen’di. Kurucu Plimpton uzun yıllar derginin fiilen yayın yönetmenliğini sürdürdü.

Dergi Jack Kerouac, Philip Larkin, V. S. Naipul, Philip Roth, Terry Southern, İtalo Calvino, Samuel Beckett, Nadine Gordimer, Jean Genet gibi yazarların eserlerini yayınlayarak yeni ve güzel olana açıklığını daima göstermiştir. Öte yandan edebi yaşam gibi popüler yayıncılığın oldukça zor olabildiği, temelde tutucu bir ortamda çalışmak durumunda olmasına rağmen yeni ve orijinal olan fikirleri devamlı aramış ve bulmuştur bu dergi.

Bir ara ‘Çalışan Yazarlar’ başlığı altında bir dizi yaratmış ve birçok yazarla o anda yapmakta oldukları çalışma üstüne mülakatlar yayınlamıştır. Bu dizide Ezra Pound, Ernest Hemingway , T.S. Eliot, Jorge Luis Borges, William Faulkner, Robert Frost, Vladimir Nabokov gibi büyük yazarlarla mülakatlar yayınlandı.

1973 yılında merkezini New York’a taşıyan Paris Review edebiyat dünyası gibi popüler yayıncılığın zor olabildiği bir alanda yayın yapmasına rağmen çalışan yazarlar dizisinde olduğu gibi yeni olanı bulmak ve denemek için çalışmaktan hiç vazgeçmedi. Bugün biraz sonra anlatmayı düşündüğüm de o tür yeniliklerden bir tanesi.

Paris Review baştan beri ciddi içerikli, ciddi yazıların yayınladığı bir yayın oldu ama yayıncılar edebiyatın gerektirdiği ciddiyetten taviz vermeden aynı zamanda popüler olmaları gerektiğinin de farkındaydılar hep.

‘Çalışan Yazarlar’ dizisinde olduğu gibi mülakatları daima çok ilgi çekici ve polemik yaratıcı olmuştur.

Farklı bir şey daha denediler. Bu fikir bana hayli orijinal ve de önemli geldi.

‘Yazarların Buzdolabı’ başlığı altında bir dizi yaptılar.

Yazarlık malum tek başına ve toplumdan oldukça kopuk yaşamlarla yapılan bir iş. Bu yüzden tek başına yaşamlarını sürdüren yazarların buzdolaplarında neler olduğu ilginç olabiliyor. Buzdolaplarımız bizim en özel alanımız olabilir. Onun içiyle bir tek bizim ilişkimiz olacağımızı düşündüğümüzden içini nasıl düzenlediğimize, görene hakkımızda ne tür mesajlar verebileceğine dikkat etmeyebiliriz. Bu yüzden buzdolaplarımızın içi bizim hayat karşısındaki o andaki tavrımızı, ruh halimizi en korumasız yansıtan alanlar olabilir.

Dergi bu dizisinde seçtiği yazarların evlerindeki buzdolaplarının içini analiz ediyor ve fotoğraflı yayın yaparak o içi bize gösteriyor. Bu analizden o anda yazarın ruh haline ve hayat bakışına ilişkin gözlemler çıkarma girişimleri de hayli ilginç sonuçlar doğuruyor.

Açıkçası bu fikir bana popüler olabilecek ve magazinsel değeri hayli yüksek bir fikir olarak geldi.

ÇOK OKUNANLAR