Dostlarım bir önceki yazımı okumadıysanız kısaca bir göz atmanızı rica ederim. Ataerkilliğin nasıl yerleşik hale gelmesini anlatmıştım. Sonraki dönemler de kadının üzerindeki baskının sürekli arttığı ve insan olarak görülmediği yüzyıllar. Birinci Dalga Feminizme geçmeden önce minik bir ufuk turu atalım.
Bir bakıma TCE-101 olacak. TCE ne midir? Yazımın içinde açılımı var. Sizlere sürpriz olsun okurken bulursunuz. Ya da çoktan anladınız.
Demokrasinin beşiği eski Yunanda kadınlar ikinci sınıf vatandaştılar. Keza eşzamanlı dönemlerde Konfüçyüs’ün Çin’inde, Buda’nın Japonya’sında, Hinduizm’in Hindistan’ında durum farklı değildi. İstisnai olarak Vietnam’ı ve Müslümanlık öncesi eski Türk Devletleri’ni sayabiliriz.
Sonraki dönem Roma ve Orta Çağ. Roma’nın eski Yunandan farkı yok. Devamı ise kapkaranlık Orta Çağ yüzyılları. Kadınların doğaları gereği Lilith yani şeytan oldukları ve yakılmaları sıradan olaylar kabulünde.
İnsanlık tarihinde Demokrasi Fransız ihtilâliyle sınıf atlar. 1789 Fransız Devriminde Kral’ın sarayını halk ele geçirince “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”ni imzalamak zorunda kalır. Ancaaaaak
Eşitlik, kardeşlik, özgürlük yalnız erkekler içindir
Kadınlar, bu duruma karşı çıkarak topluluklar, tartışma dernekleri, komiteler kurdular. Liderleri Modern feminizmin öncüsü Olympe de Gouges oldu.
Olympe kadın hakkı, insan hakkıdır” düşüncesinden yola çıkarak 1791 yılında “Kadın Hakları ve Kadın Yurttaş Bildirisi’ni yazdı. Bu bildirideki hakların insanlık tarafından kabul edilmesi için kadınlar iki yüz yıl beklediler. Birleşmiş Milletlerin ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ 80’li yıllarda tarihte yerini aldı.
Döneminde bu hakların takipçisi olarak müesses nizama bayrak açan Olympe ise kendinden önceki ve sonraki öncü tüm kadınlar gibi idam edildi. Ancak onun kalbi dünyadaki feminist hareketin ateşini yaktı.
Birinci dalga feminizm 19. Yüzyılın sonunda başlar, 20. Yüzyılın başında ikinci dalga feminizme evrilir.
Bu dönemde kadınlar temel hak ve özgürlüklerinin peşinde oldular. Oy Hakkı, eğitim hakkı, mülkiyet ve miras hakkı, evlilik ve boşanmadaki yasal eşitliklerin tümü bu dönemdeki değişen yasalarla kazanıldı. Sonunda “eşit yurttaş” haline geldiler, özgürlüklerini canları pahasına kazandılar.
Gelelim ikinci dalga feminizme. 1960’lı yıllarda başlayan, 80’li yılların sonuna kadar devam eden dönem. Yani benim ve belki de bu yazıyı okuyan pek çoğumuzun yaşam zamanı içine giren bir dönem.
Suyun kaynama noktasına geldiği ve tüm diğer bugünkü haklarımızın elde edilmesine yol açan bu süreçteki en önemli kazanımlarımızı özetlersek:
‘Özel alan mahremdir’. Diyeceksiniz bu ne anlama geliyor. En basit örnekle anlatmaya çalışayım. Evde kocanız size taciz ve şiddet uyguluyor. Polise gidiyorsunuz ve polis size aile içi bir durum biz karışamayız diyor.
90’lı yıllardaki yasal düzenlemelerle ‘özel alan politiktir’ kavramı geldi ve kadına yönelik her türlü taciz ve şiddeti engelleyen koruyucu yasalara Batı da Avrupa’da ve ülkemizde ancak 45 yıl önce kavuşabildik. 90’lı yıllardan sonra doğan tüm kadınlar daha şanslı diyeceğim ama diyemiyorum. Ne yazık ki bu yasaların da hayata geçmesi ülkemizde büyük bir sorun olarak adalet duygumuzu zedelemeyi sürdürüyor. Vicdanımızda iz bırakıyor.
Aynı dönemde kadının bedeni üzerindeki vesayet kalktı, kürtaj hakları elde edildi. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramının bugünkü tanımı yapıldı.
1990’lı yıllarda giderek geliştirilen muhalif politikalar, farklı cinsel yönelimler, kültür, kimlik, ırk, etnik gibi konuları irdelemeye başlamışlar ve bu farklılıklara ayna tutmuşlardır.
Gelelim üçüncü dalga feminizme. 90’lı yıllarla başlayıp etkileri günümüze kadar taşınan bu dalgada kadınlar önceki dönemlerin eksikliklerini tamamladılar ve Queer Teori ve LGBTİ+ hareketiyle dirsek temasını yoğunlaştırdılar.
Önceki dönemlerdeki tüm yasalar beyaz, batılı, orta sınıf kadınların haklarına yönelikti. Bu dönemde savununun öne çıkan başlıkları:
Çeşitlilik kapsayıcılık: Her türlü din, dil, ırk etnisite engellilik, cinsiyet kimliği ve farklılıklarını görünür kılmak
Kimlik ve bireysellik: “Her kadının deneyimi farklıdır” anlayışı
Cinsiyetin sorgulanması: Kadın-erkek ikiliği (binary) yerine cinsiyetin toplumsal olarak inşa edildiği ve akışkan olduğunun vurgulanması
Popüler kültürle ilişki: Mücadelenin yalnızca akademik ve politik alanda değil, müzik, sanat, moda ve medya üzerinden de yürütülmesi olarak özetlenebilir.
Dördüncü Dalga feminizm ise 2010’lu yıllardan başlayarak günümüze kadar gelen internet ve sosyal medya ile şekillenen harekettir. Önceki tüm halkaların hayata geçirilemeyen bütün alanlarının değiştirilmesi sürecidir.. Sosyal Medyayı kullanımı hareketin yaygınlaştırılmasını ve hızlanmasını sağlar. Şeffaflık ve hesap sorulabilirlik: Medya, iş dünyası, akademi gibi alanlarda cinsiyetçi yapıları ifşa etmeyi görev bilir.
Bu hareketlerin en yaygını hepinizin yakından tanıdığı Me Too hareketidir. Hepimizin yakından takip ettiği Jeffrey Epstein dosyası ise kadına yönelik tacizin sınıfsal ve ekonomik boyutu olmadığının çarpıcı bir örneğidir. İngiltere Kraliçesi’nin kardeşi Prens Andrew, ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın en büyük teknoloji devi ve en zengin insanlarından Elon Musk’ın adı dosyadaki belgelerde geçmektedir.
Basit anlatımla Kadın – Erkek Eşitliği, Fransız devrimiyle yani 18. Yy.’ın sonlarında başlamış ve günümüze kadar hızla gelişen bir harekettir. Toplam 135 Yıl. Ataerkilliğin milattan önce iki binli yıllarda başladığının altını çizersek hareket çok kısa bir zamanda çok hızlı bir ivme kazanmıştır.
Hele hele tamamlayıcı esas yasal düzenlemelerin 20. Yy’ın ikinci yarısında yapıldığını bilince; Toplam sadece 35 yıl. Harekete emeklerini vermiş, hayatlarını kaybetmiş tüm kadınlara ve yakın tarihimizde onları destekleyen tüm erkeklere saygılarımızı sunmamak elde değil.
Bir sonraki ve son yazımda ülkemizdeki tarihsel gelişimi ele alarak bu seriyi tamamlayacağım.
Bu yazımı da çağımıza damga vurmuş ve yakın zamanda kaybettiğimiz feminist yazar bell hooks’un sözleriyle sonlandırayım.
“Eğer herhangi bir kadın, varoluşunu meşrulaştırmak ve doğrulamak için kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duyduğunu hissederse, kendini tanımlama gücünü, kendi inisiyatifini çoktan vermiş demektir.”
— bell hooks, Feminizm Herkes İçindir: Tutkulu Politika