Üç haftadır Türkiye Can Holding operasyonlarını konuşuyor. Bu holdingi yöneten aileden sadece bir kişi, Kemal Can geçen hafta sonu daha fazla kaçamayacağını anlayıp savcılığa teslim oldu. Geri kalan kardeşler yurt dışında.
Bu sabahın bomba haberi, BirGün yazarı Timur Soykan’dan geldi, Kemal Can’ın savcılık ifadesini yayınladı. İfade, eğer bundan sonraki aşamalarda değişmeyecek, Kemal Can yürütmek istediği farklı pazarlıklarla ve yapmak istediği belli olan şantajla başka sözler söylemeyecekse, çok büyük bir siyasi skandalın kapısını aralıyor.
Can Holding’e yöneltilen suçlama basitçe şu: ‘Siz kaçakçılık yapıyor ve bu yolla elde ettiğiniz geliri de türlü çeşitli yöntemlerle aklıyordunuz. O yöntemlerden biri de şirket satın almalarıydı. Böylece hem paranızı aklıyor hem de kendinize saygınlık edinmeye çalışıyordunuz.’
Savcı bu suçlamasına en büyük dayanak olarak MASAK raporunu kullanıyor. Raporun tamamı medyaya yansımış değil ama savcılık sorgusuna yansıyan bazı rakamlar nihayet önümüze düştü. MASAK’a göre holdinge 2020 yılında 6 milyar 744 milyon 895 bin liralık; 2021 yılında ise 11 milyar 128 milyon 615 bin liralık “kaynağı belirsiz para” girişi olmuş. Bunlar o yılların ortalama dolar kuruyla hesaplandığında 963 milyon ve 1 milyar 127 milyon dolar demek. Muazzam bir para.
Bir şeyi unutmayın 2020 ve 21’den, bundan beş yıl önceden söz ediyoruz. MASAK’ın ve savcılığı raporundaki bu miktarlar, 2020’den çok önce başkalarının ilgisini çekmişti anlaşılan. Onlara Kemal Can “devlet büyükleri” diyor.
Kemal Can, ifadesinde örneğin Bilgi Üniversitesi’nin satın alınmasını anlatıyor. “Devlet büyükleri” dediği kişilerden Can ailesine telkin gelmiş, “Bu üniversiteyi Amerikalı şirketin elinden alalım, yerlileştirelim” denmiş. Bir nevi milli görev.
Oysa zamanında yine hükümet müdahil olmuş ve Bilgi Üniversitesi Amerikalı eğitim şirketi Laurette’e satın aldırılmıştı.
Can ailesi de “devlet büyükleri”nin bir dediğini iki etmemiş, üniversiteyi 90 milyon dolara satın almıştı.
Bir örnek daha: Doğa Kolejleri.
Bu okullar FETÖ’cü bir iş insanı tarafından kurulmuştu ama yargı organları tarafından hiçbir zaman FETÖ okulu olarak görülmemişti, zaten bugün de faal durumdalar. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan, gayet şık binaları ve belli bir standartın üzerindeki eğitimleriyle dikkat çeken bu okulların mali sorunları 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde başlamıştı ama 15 Temmuz sonrası içinden çıkılamaz hale geldi. Okullar el değiştirdi ama yeni alıcı devraldığı borçların altından kalkamadı, o arada battı.
Bunun üzerine “devlet büyükleri” araya girdi, okullar neredeyse zorla İTÜ Vakfı’na satın aldırıldı. Kamu bankaları bu satın almaya yardımcı oldu vs ama okulların borç yükü çok ağırdı ve İTÜ Vakfı daha ilk günden kaldıramayacağı bir yükün antına girdiği için eleştiriliyordu. Vakfın bağışçısı İTÜ mezunu iş insanları Doğa Koleji yükünü istemiyordu ama dönemin İTÜ rektörü bu konuda ısrarcı olmuştu.
Derken Can Holding devreye girdi, “devlet büyükleri” cüzdanının hayli büyük olduğunu gördükleri bu şirkete ve aileye telkinde bulundu ve Doğa Kolejleri bir daha el değiştirdi. Şimdi Kemal Can’ın ifadesinden öğreniyoruz, bu okullar için holding kasasından 570 milyon dolar çıkmış. Dehşet bir para.
Doğa Kolejini bugün satmaya kalksanız kaç para eder benim uzmanlık alanım değil ama bu okulların 570 milyon dolar etmeyeceğini görmek çok zor değil. Hangi iş insanı yatırımını geri almanın bu kadar zor olacağı bir konuya 570 milyon dolar yatırır? Yatıran neden yatırır? Cevapları tahmin etmek zor değil, telkinde bulunan “devlet yetkilisi”ni kırmamak, onunla ilişkiyi sürdürmek ve belki de ondan gelecek koruma kalkanına sahip olmak için olsa gerek.
Orada da bitmiyor. Yakın zamanda yine bir “devlet büyüğü” Can ailesinden KRT’yi almalarını istiyor. Fiyat da ucuz 7 milyon dolar. 3 milyonu peşin verecekler, kalanı da taksitle ödeyecekler.
KRT, muhalefet partisi CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın olsun ve HalkTV’ye bir alternatif olsun diye kurulmuş, kurdurulmuş bir kanal. Kılıçdaroğlu genel başkanlıktan düşünce bu kanal da zora girdi. Bir kez el değiştirdi ama bu yetmedi. Halen alıcı bekliyor; çünkü Can ailesi burayı satın almadı. (Konudan sapmak pahasına bir parantez: HalkTV’nin patronu ekonomik olarak zorda kalan ve satışa çıkan FlashTV’yi satın almak istedi, hatta kaparo bile yatırdı. Ama son anda kim bilir belki yine bir “devlet büyüğü” devreye girdi, satıcı malını HalkTV patronuna satmaktan vazgeçildi, yerine Ekrem Kork isimli alel acele bulunmuş bir alıcıya satıldı kanal. Ekrem Kork o sırada yasadışı bahis iddiasıya hakkında dava açılmış bir kişiydi. Kanalın başına iktidarla arasını iyi tutacak isimleri atadı ama bugün kanal TMSF’ye geçmiş durumda, Ekrem Kork da artık hapiste.)
Ben Kemal Can’a devam edeyim. Can Ailesi, devletin satışa çıkardığı Çayırhan Termik Santralını almak için ihaleye girmeye karar veriyor ama öncesinde bu santralın eski sahibi Turgay Ciner’in ağzını arıyor, onların ihaleye girmesine Ciner itiraz eder mi acaba? Bu soru, Can Ailesi ile Doğu Beyazıt’ta aynı aşirete mensup olan Turgay Ciner’in güvenilir yardımcısı, avukat Kenan Tekdağ aracılığıyla soruluyor ifadeye göre. Ciner itiraz etmiyor ama Can Holding Çayırhan’ı almıyor sonunda.
Bu holdingin bir termik santral almak istediğini fark eden bir “devlet büyüğü” hemen ortaya çıkıyor, “Turgay Ciner Silopi’deki santralını ve medya grubunu satmak istiyor, alsanıza” diyor. Can ailesi bu telkini emir kabul ediyor, masaya oturuluyor, sonunda Silopi’deki santral değil ama Ciner Medya Grubu Can ailesine geçiyor. Fiyat 575 milyon dolar. Bunun toplamda 350 milyon doları Turgay Ciner’e ödeniyor, kalanı da taksite bağlanıyor.
MASAK’a göre Ciner’e ödenen 350 milyon dolar, önce Can Holding’in banka hesabına elden yatırılıyor, hatta paranın bavullarla taşındığı söyleniyor, sonra bu banka hesabından Ciner’in banka hesabına resmen yollanıyor.
Savcılık sormadığı için Can ailesinin Tekfen Holding’i neden satın almak istediğini, önce borsadan bu holdingin yüzde 18 hissesini toplayıp ardından holding kurucularından Feyyaz Berker’in varislerinin elindeki yüzde 32,5’luk hisseyi 350 milyon dolara satın almalarını yine bir “devlet büyüğü”nün telkinlerinin sebep olup olmadığını bilmiyoruz.
Tabii savcılık bu “devlet büyüğü”nün kim olduğunu, her seferinde aynı isim olup olmadığını da sormuyor.
***
Burada yıllara yayılan ve toplamı neredeyse 1,5 milyar dolar olan şirket alış verişlerinden söz ediyoruz.
Bütün bu alışverişlerin bir yerinde “devlet büyüğü”nün bulunması meselenin en tuhaf yönü.
Neden bir “devlet büyüğü” ticaret hayatının bu kadar içindedir, zor durumdaki şirketlere alıcı bulmak, bunun için telkinlerde bulunmak neden “devlet büyüğü”nün kendine görev kabul ettiği işlerdendir, aydınlatılmayı bekleyen sorular.