(Osama Rizvi, Ram Narayanan ve Rachel Ziemba’nın katkılarıyla)
20.yüzyılın Soğuk Savaş yıllarında dünya düzeni basitti, hatta bir ölçüde öngörülebilirdi. ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki büyük kutup vardı; geri kalan ülkeler de bu iki eksenden birinin etrafında ya müttefik, ya uydu, ya da bağlantısız gözlemci olarak yer alıyordu. Sert ama istikrarlı bir sistemdi.
Bugün o dünya çok gerilerde kaldı. Güç artık tek merkezde toplanmıyor; çok sayıda odak arasında dağılmış durumda. İttifaklar kalıcı değil, konjonktüre göre şekilleniyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları bile artık çoğu zaman uygulanmıyor. Soğuk Savaş’ın ideolojik cepheleşmesinin yerini teknoloji, veri, ticaret yolları, tedarik zincirleri, kritik madenler, enerji akışları ve finans mimarisi etrafında şekillenen çok katmanlı bir rekabet aldı.
Ve bu yeni düzenin hem en sert çatışmalarının hem de en büyük fırsatlarının sahnelendiği bölgelerin başında Güney Asya geliyor.
“Bizimle misin, Karşımızda mı?” Söyleminin Geri Dönüşü
11 Eylül sonrası George W. Bush’un meşhur sözü “Ya bizimlesiniz ya karşımızda” bugün yeniden gündemde. Donald Trump ve Washington’daki çevreler, bu söylemi 2020’lerde ABD dış politikasının temel eksenlerinden biri haline getirdi. Ancak bu kez mesele ideolojik değil; mesele çıplak güç ve küresel hâkimiyet.
ABD ile Çin arasındaki derin ekonomik iç içelik — geçen yıl ikili ticaret hacmi 600 milyar doları aştı — rekabeti durdurmuyor. Washington, yaklaşık 300 milyar dolarlık ticaret açığı verdiği Pekin’in yükselişini yavaşlatmak için küresel finans sistemindeki hâkimiyetini, deniz ticaret yollarındaki kontrolünü, ileri teknoloji transferindeki üstünlüğünü ve veri altyapılarındaki nüfuzunu stratejik silahlar gibi kullanıyor. Tayvan meselesi de Pekin’in tepesinde sallanan bir “Demokles’in kılıcı” olarak duruyor.
Çin ise buna karşılık BRICS, Kuşak ve Yol Girişimi ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi platformlarla alternatif güç merkezleri inşa ediyor ve ABD’nin küresel öncülüğünü aşındırıyor.
Bu jeopolitik satrançta ülkelerden taraf seçmeleri isteniyor. Yaptırımlar, ikincil yaptırımlar, ihracat kontrolleri, cezalandırıcı tarifeler ve teknoloji transferine getirilen kısıtlamalar artık olağan araçlar haline geldi. Trump’ın 6 Eylül’deki “Görünüşe göre Hindistan ve Rusya’yı Çin’in en karanlık tarafına kaptırdık” sözü, Washington’un dünyaya giderek daha ikili bir gözlükle baktığının işareti.
Ancak Güney Asya, bu sıfır toplamlı çerçeveye sığmayacak kadar karmaşık.
Hindistan: Ne Baskıyla Yola Getirilir Ne de Göz Ardı Edilir
1,4 milyarlık nüfusu, canlı demokrasisi ve birkaç on yıl içinde dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olma potansiyeliyle Hindistan, kimsenin zorla kendi kampına çekebileceği bir ülke değildir.
Yeni Delhi, bir yandan ABD ile Hint-Pasifik bölgesinde stratejik iş birliğini derinleştirirken, diğer yandan Çin ve Rusya’nın öncülüğündeki BRICS ve ŞİÖ’de aktif rol oynuyor. Rusya’dan indirimli petrol alımını sürdürüyor, Washington’la savunma ilişkilerini güçlendiriyor. Çin’le sınır ihtilafları sürerken ikili ticareti büyüyor. Körfez sermayesini ve Avrupa teknolojisini çekiyor ama egemenliğinden taviz vermiyor.
Bu tablo bir kararsızlığın değil, bilinçli bir stratejinin ürünü. Başbakan Narendra Modi’nin hükümeti, parçalı dünya düzeninde manevra alanını azami düzeye çıkarmaya çalışıyor. Batı yaptırımlarına rağmen Rus petrolü almaya devam ederken aynı zamanda ABD, Japonya ve Avustralya ile kurduğu Quad ittifakını güçlendirmesi, bu stratejinin açık bir göstergesi.
Hindistan’ın dış politikası “anti-Amerikan” değil; “pro-Hindistan”. Washington, “America First” ne kadar kaçınılmazsa “India First”ün de o kadar kaçınılmaz olduğunu anlamak zorunda. Bu gerçek, 21. yüzyılın jeopolitiğini şekillendirecek.
Pakistan: İnce Buz Üzerinde Yürüyüş
Pakistan’ın manevra alanı daha sınırlı. Ekonomik kırılganlıkları, güvenlik öncelikleri ve dış yardıma bağımlılığı nedeniyle Washington ile Pekin arasında denge kurmak daha zor. Ancak İslamabad, bir “büyük güç rekabeti piyonu” olmayı kabul edemez.
Çin, Pakistan’ın en büyük yatırımcısı ve Çin–Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) üzerinden stratejik ortağı. Öte yandan Pakistan, Batı finans kurumlarına, ABD ile ticarete ve güvenlik iş birliğine de bağımlı. Güney Asya, Orta Asya ve Orta Doğu’nun kavşağındaki konumu hem fırsatlar hem de baskılar yaratıyor.
Pakistan için en doğru strateji, cephe değil köprü olmak: Bölgesel bağlantıları derinleştirmek, Körfez ve Orta Asya ile ortaklıkları çeşitlendirmek ve iç ekonomik direnci güçlendirmek. Coğrafyasını bir zafiyet değil, bir koz haline getirirse, rekabet çağında özerkliğini koruyabilir.
İkiliklerin Ötesinde Yeni Bir Çizgi
Washington’un en büyük yanılgılarından biri, dünyanın hâlâ “demokrasi–otokrasi” ya da “özgürlük–despotizm” gibi siyah-beyaz ikiliklerle tanımlandığını varsayması. Küresel Güney ülkeleri böyle bakmıyor. Onlar çıkarlarını iç içe geçmiş, çok katmanlı ve esnek görüyor; ince ayar, dengeleme ve çeşitlendirme gerektiğini biliyor. Hiçbiri egemenliğini başka bir gücün “büyük stratejisi” uğruna feda etmeye yanaşmıyor.
Hindistan, Çin, Rusya ve Pakistan arasındaki ticaret yaklaşık 400 milyar dolar — hâlâ ABD–Çin ticaretinin gerisinde. Ancak bu rakamların altında çok daha büyük dönüşümler yatıyor: dolar dışı ödeme sistemleri, yerel para birimleriyle yapılan enerji anlaşmaları, Batı’nın boğaz noktalarını baypas eden ulaştırma koridorları ve yeni teknoloji ortaklıkları. Bunlar kısa vadeli manevralar değil; çok kutuplu bir geleceğe yapılan uzun vadeli yatırımlar.
ABD bu eğilimlere daha fazla baskı ile yanıt verirse — tarifeleri silaha çevirir, şirketleri kara listeye alır, hükümetleri yaptırımlarla hedef alırsa — yalnızca rakiplerini değil potansiyel müttefiklerini de uzaklaştırır. Kısa vadeli uyum uğruna uzun vadeli bir yalnızlığa sürüklenebilir.
Güney Asya İçin 5 Stratejik Ders
Güney Asya, büyük güç rekabetinin ortasında kendi yolunu çizmek istiyorsa beş temel önceliğe odaklanmalı:
1.Stratejik özerkliği koru: İkili dayatmaları reddet, ulusal çıkarları merkeze al.
2.Bölgesel bağlantıları güçlendir: Coğrafyayı baskı değil koz haline getir.
3.Alternatif altyapılar kur: Dolar dışı ödeme sistemleri, yeni tedarik zincirleri ve ittifaklar geliştir.
4.Gücü ilke ile dengele: Egemenliği koruyarak tüm büyük güçlerle angaje ol.
5.Çok kutupluluğu savun: Dayatılmış bağlılıklara değil, müzakere edilmiş karşılıklı bağımlılıklara dayalı bir düzen kur.
“Ne Onunla Ne Onsuz” Gücü
Güney Asya’nın kararları, 21. yüzyılın düzenini şekillendirecek. Hindistan’ın yükselişi, Pakistan’ın stratejik konumu ve bölgenin demografik ağırlığı, ne Washington’un ne de Pekin’in kendi koşullarını tek taraflı dayatmasına izin verir. Her iki taraf da sadakat değil ortaklık sunmak zorunda.
ABD “America First”te ne kadar ısrarlıysa, diğer ülkelerin de “India First”, “Pakistan First”, “China First” ya da “Turkey First” deme hakkı vardır. Tek kutuplu hegemonya dönemi kapanıyor. Yerini müzakere edilmiş karşılıklı bağımlılık çağı alıyor.
Ve bu yeni çağda Güney Asya’nın en büyük gücü, “Ne ondan yana ne ondan ayrı — ama her ikisiyle de” diyebilme becerisi olabilir.
Not: Bu yazı, BAE’nin Fujairah kentinde düzenlenen Küresel Enerji Piyasaları Forumu’nda, moderasyonunu benim üstlendiğim Osama Rizvi, Ram Narayanan ve Rachel Ziemba’nın katkı sunduğu bir panelde yürütülen tartışmalardan esinlenmiştir. Görüşlerin ve sonuçların sorumluluğu yalnızca bana aittir.