Geçtiğimiz yaz Wimbledon karşılaşmalarına ait notlarımı karıştırırken 7 Temmuz’da oynanan Alcaraz–Humbert maçına düştüğüm kısa ama çarpıcı bir cümle dikkatimi çekti:
“Hayatta her şey sona doğru heyecanlanıyor.”
Bu basit gözlem, yalnızca bir tenis maçına değil, zamanla ve kaynaklarımızla kurduğumuz kültürel ve psikolojik ilişkiye dair derin bir gerçeğe işaret ediyor. Gerek sporda gerek gündelik yaşamda “son” anlar, başlangıçlardan çok daha fazla dikkat, duygu ve anlam yüklenerek yaşanıyor. Futbol maçlarında goller çoğu zaman son dakikalarda gelir; teniste seyirci nefesini son sette tutar; tiyatroda final sahnesi en yoğun alkışı alır.
İnsan zihni, zamanı lineer bir akıştan ziyade anlamlı dönüm noktalarıyla algılar. Fenomenoloji ve psikoloji alanındaki çalışmalar, insanların olayların sonlarını başlangıçlara oranla daha yoğun hatırladığını gösterir. “Peak–end rule” (zirve–son kuralı) olarak bilinen bu yaklaşım, bir deneyimin değerlendirilmesinde yaşanan zirve anlarının ve finalin belirleyici olduğunu savunur. Bir maçın, bir günün, bir ilişkinin, hatta bir hayatın sonunda yaşananlar, bütünün anlamını şekillendirir.
Bu eğilim yalnızca zamanla sınırlı değildir; ekonomik davranışlarımızda da aynı kalıplar görülür. Birçok insan, parasını “bir gün kullanmak” üzere biriktirir. “Emeklilikte gezerim”, “doğru zamanı bekliyorum”, “şimdilik kenarda dursun” gibi cümleler kültürümüzün derinliklerine işlemiştir. Parayı geleceğe saklama refleksi, çoğu zaman yaşamı bugünde kısar. Nice insanlar hayatları boyunca biriktirdikleri paraya dokunamadan, “o gün”ü beklerken zamanı tüketir.
En güzel kıyafetleri özel günlere, en iyi yemek takımlarını misafire, en değerli cümleleri doğru ana sakladığımız gibi, paramızı da çoğu zaman “bir gün” için bekletiriz. Ancak tıpkı yaşamın final anları gibi, o “bir gün”ün geleceğinin de garantisi yoktur. Para, yaşanmış bir zamanın karşılığıdır; onu yalnızca geleceğe havale etmek, bugünü eksiltir.
Oysa bilgelik, yalnızca zamanı değil, parayı da “sona saklamamak”ta yatar. Hayatı ve kaynakları final setine bırakmak yerine, ilk servisten itibaren tutkuyla oynamak gerekir. Başlangıçlar sıradan görünür ama hem anlamın hem de değerin tohumu tam da orada atılır. Gücün varsa, başından sarıl her şeye: oyuna, hayata, güzelliklere. Çünkü asıl zafer, finalde değil, oyuna nasıl başladığında gizlidir.
Alcaraz–Humbert maçında Alcaraz’ın son sette vites yükseltmesi, erken setlerde gösterdiği istikrarlı çabanın üzerine inşa edildi. Eğer baştan o gayreti koymasa, finalde parlayacak bir zemin olmazdı. Hayat da böyledir: Zamanı ve parayı yalnızca sona saklamak, aslında yaşamı beklemeye almaktır.
Gerçek kıymet, sona yaklaşmayı beklemeden zamanı da, parayı da bilinçli ve dolu dolu kullanabilmekte saklıdır. Çünkü anlam, çoğu zaman sessizce akan ilk dakikalarda gizlidir.
Final anlarına yüklediğimiz anlam, çoğu zaman hayatın başını ve ortasını gölgede bırakıyor. Zamanı, parayı ve yaşamı hep “bir gün” için erteliyoruz. Oysa gerçek servet, finalde değil; başlarken sarıldığın hayatta gizlidir.