Yok olanlarla tıklım tıklım dolu bir dünya
11 Ekim 2025

2004’te ölümünden kısa bir süre önce, Marlon Brando arkadaşı Karl Malden’ı aramış.

Brando o sırada 80 yaşındaydı ve sağlığı kötüleşiyordu. 

Kendine ondan çok daha iyi bakan Malden ise 92 yaşındaydı ve durumu hâlâ gayet yerindeydi.

Durmadan düşüyorum,” demiş Brando, nefes almakta zorlanarak ve konuşabilmek için mücadele eder gibi.

Geliyorum,” diye cevap vermiş Malden.

Boşuna…” demiş “Godfather”ın efsane oyuncusu. 

Ertesi gün ölmüş.

Kabul edilmiş 11 çocuğun ve 30’dan fazla torunun babasıydı Brando.

Ve yine de yalnız ölmüş.

Çünkü ölümünden önce, ailesinin büyük kısmı miras gibi sebeplerle ondan uzaklaşmış.

İçe kapanık biriydi ve yalnızca birkaç seçilmiş arkadaşıyla telefonda konuşuyormuş.

Çok şeye sahip biri, servet, koca bir aile, birçok dost… Ama son yıllarında kendini bilerek dünyadan gizlemişti

Boşuna” demiş Brando.

Oysa imkâna sahip bir adam. Ve diğer ihtimalleri -sanki kendini ve kendi mutluluğunu bilerek sabote etmek istermişçesine- kendi eliyle heba ediş.

İnsanoğlu hem-cinslerinden zarar gören ve kendini yok edebilen bir tür.

Sadece Kızılderililere yapılanları affetmeyişi bile onu çok özel biri yapmaya yetebilen, 136 kilo ağırlığında, nefessiz ve yalnız ölen Brando, bunun bir örneğiydi.

Dostluğa gerekleriyle sadık kalmış bir eski arkadaşımla sağlık üzerine konuşurken bunu düşündüm.

Bir başka arkadaşım, tanıdığımız bir gazeteci için, “Her kaybettiğimiz dostun arkasından bir yazı yazıyor, onu anıyor ama hep kendini anlatıyor” demişti…

Yadırgayarak. 

Sanıyorum, derin bir ilişki kurmanın farklılığı ve, asıl, varoluş gibi yokoluş’un kendini belli ediyor oluşuydu, demek istediği. 

Güncelin tuzağı tam da o, yüzeyde kalmak; onu aşmanın yolu ise, o yüzeyin altındakini hissetmek’.

Oğuz Atay insan üzerine lâflarken şöyle bir metafor anlatmıştı.

Bir adam -bir yarışma için olabilir- bulundukları odanın tavanı işaret edilerek, oraya kadar uzanabilir mi, diye sorulduğunda; bakmış, kolunu ve gövdesini biraz zorlayıp yukarıya kaldırsa oraya deyen kendini görmüş; bunu yapmayı ret ederken anlamsız (“Boşuna”) bulduğunu söylemiş.

Sonra bir başkasından aynı şey istenmiş. 

O kişi büyük bir hırsla -bir şey kazanmak için- zıplamış, kendini harap edercesine didinmiş ama başaramamış. 

Oğuz, bana Çehov’u andırdığını söylediğim bu hikâyenin, ona acıklı geldiğini söylerdi.

ÇOK OKUNANLAR