Bir dönem gençlik iğneleri konuşulurdu, şimdi herkes onay iğnesi peşinde.
Evet, yanlış duymadınız.
Artık sadece bedenimize değil, ruhumuza da enjeksiyon yapıyoruz.
Adı değişik, formu farklı ama içeriği aynı: beğenilme ihtiyacı.
Günümüz insanı fiziksel olarak incelirken, duygusal olarak şişiyor.
Bir yandan detoks sularıyla ödem atıyoruz, öte yandan onayla besleniyoruz.
Bir “like”, bir yorum, bir küçük övgü dozu… serotoninimizin en hızlı yolu.
Modern çağın mucizesi ne kolajen ne de botoks; onay enjeksiyonu.
Eskiden insan ayna karşısında kendini tartardı, şimdi ekran karşısında.
Filtrelerin, yapay ışığın, düzenlenmiş hayatların arasında kendi gerçeğini unuttu.
Kendi onayını vermeyi bıraktı.
Kendini beğenmek, başkalarının beğenisine rehin kaldı.
Oysa güzellik her zaman sessizdi.
Bir cildin pürüzsüzlüğü değil, bir yüzün huzuru güzeldi.
Bir sesin tonundaki güven, bir duruşun sadeliği…
Gerçek ışıltı filtreden değil, iç dengeden gelirdi.
Bugün wellness endüstrisi ruhu da paketleyip satıyor.
Mutluluk hapları, özgüven serumları, pozitiflik atölyeleri…
Hepsi aynı vaadi fısıldıyor: Sen yeterli değilsin, biraz daha olmalısın.
Ve insan bu sessiz baskının içinde, bir türlü tamam hissedemiyor.
Ama belki de aradığımız şey mucize değil, denge.
Biraz eksik kalmanın, bazen görünmemenin, bazen sadece olmanın güzelliği.
Onaylanmadan da var olabilmek.
Kendini alkışsız da sevebilmek.
Çünkü hiçbir iğne, hiçbir filtre, hiçbir beğeni kendini onaylayan bir ruhun verdiği ışıltıyı veremez.