İçinde demokrasi sözcüğü geçmeyen yazı
19 Ekim 2025

Geçen hafta ortasında, İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti. “Putin’in savaş makinesine büyük darbe” başlıklı bir basın bildirisiyle Rusya’ya uygulanacak yeni yaptırımları açıkladı. 

Bundan birkaç gün önce de İngiliz terörle mücadele polisi tarafından mahkemeye sevk edilen bir aşırı sağcı aktivist, avukatlık masraflarının Elon Musk tarafından karşılanacağını iddia etti. 

Birbiriyle ilişkisi yokmuş gibi gözüken bu iki haber, aslında, Avrupa’daki hükümetlerin Trump iş başına geldiğinden beri sıkıştıkları cendereyi sergiliyor: 

Bir tarafta Putin’in, Ukrayna’da sürdürdüğü savaşı Avrupa’ya doğru genişleteceği korkusu, öte tarafta, Trump ve ekibinin Avrupa’daki aşırı sağın faaliyetlerini destekleyerek, yaşlı kıtada rejim değişikliği peşinde koşmaları…

Yaptırımlar Türkiye’yi de ilgilendiriyor

Rusya’ya yeni yaptırımların yolda olduğunu biliniyordu. Sonunda geçen Çarşamba resmi açıklama geldi. Açıklanan yaptırımlar, bir taraftan Rus petrolünü petrol piyasası dışına itmeyi hedeflerken, diğer taraftan da, Rus füzelerinin ve dronlarının tedarik zincirini kırmayı amaçlıyor ve bu iki boyut, Türkiye’yi de ilgilendiriyor. 

Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı’nın ortak çalışması sonucu düzenlenen yaptırımların açıklandığı basın bülteninde şu ifadeler yer alıyor: “Kremlin’e fon akışını daha da kısıtlamak için Birleşik Krallık bugün, üçüncü ülkelerin, Rus menşeli ham petrolden rafine ettikleri petrol ürünlerinin ithalatını yasaklayacağını duyurdu. … Bugünün yaptırımları petrolün ötesine geçerek, Ukraynalı sivilleri terörize eden Rus insansız hava araçları ve füzeleri için kritik öneme sahip elektronik parçalar tedarik eden Tayland, Singapur, Türkiye ve Çin gibi ülkelerdeki şirketleri hedef alarak Rusya’nın önemli askeri tedarik zincirlerini kırıyor.”

Yaptırımlara konu şirketler listesinde, Rusya’nın enerji sektörünü destekleyen 10 şirket; Rusya’nın savunma sanayiini destekleyen veya kritik ekipman sağlayan, biri Türk, 24 şirket; Rusya’nın finans sektörünü destekleyen 5 finans kuruluşu; LNG taşımasını yürüten 7 gemi, 44 petrol tankeri ve bir bilimsel araştırma şirketi bulunuyor. Listede, daha önceki yaptırımlarda yer almayan yeni isimler arasında, dünyanın en büyük (Rus) petrol şirketlerinden Lukoil ve Rosneft, önemli Çin petrol terminalleri ve 2024’te Rusya’dan 100 milyon varil petrol alan Hindistan’ın Nayara Enerji’sinin de aralarında bulunduğu, çoğunluğu Rus ve Çinli şirketler yer alıyor.  

Hükümet bildirisinde Türkiye’nin adı elektronik parça tedariki bağlamında geçerken, Financial Times (FT) eksik kaldığını düşündüğü kısmı şu ifadelerle tamamlıyor: “2023 yılından bu yana Çin, Hindistan ve Türkiye, Rusya’nın petrol ihracatının bel kemiği haline geldi ve toplamda yaklaşık 380 milyar dolar değerinde Rus ham petrolü satın aldı.” FT, yaptırımların daha etkili olabilmesi için bu üç ülkedeki sekiz rafinerinin “cezalandırılması” gerektiğini ileri sürüyor. 

Yaptırımların, Rusya’nın Ukrayna savaşını finanse eden kaynakların kurutulmasını amaçladığı ön plana çıkarılırken, satır aralarından, aslında Rusya’nın ekonomik bakımdan çökmesinin ve Avrupa’ya saldıramayacak hale gelmesinin hedeflendiği okunabiliyor. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Cooper, bunu kibarca şöyle ifade ediyor: “Ukrayna’nın güvenliği, tüm Avrupa’nın ve Birleşik Krallık’ın güvenliği ve istikrarı için önemli. … Avrupa’daki ortaklarımızla birlikte Rusya’nın saldırganlığına karşı aldığımız önlemler, ülkemizi daha güçlü hale getiriyor.”

Avrupa’nın başı “hayalet tankerler”le belada  

Avrupa’daki ortaklar biraz kalabalık oldukları için “önlem almakta” yavaş kalıyorlar. En son Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Ekim ayı başında, Rusya’ya uygulanan petrol yaptırımlarının sıkılaştırılması, “hayalet tankerlerin” hareketlerinin kısıtlanması için hızla tedbir alınması gerektiğini dile getirmişti. 

“Hayalet tanker” (ya da gölge tanker) dedikleri, Rusya’nın ham petrolünü, petrol ürünlerini ve sıvılaştırılmış doğal gazını taşıyan ve durmadan bayrak değiştiren, sahte bayrakla, transponderlerini (gemilerin kimlik, konum, rota ve hız gibi seyir bilgilerini otomatik olarak yayan ve alan cihazlar) kapatarak seyreden, birçok liman kendilerine kapandığı için, alıcı ülkelerin gemilerine açık denizde, radarların kör noktalarında, yüklerini transfer eden, resmi olarak hiçbiri Rusya’ya ait olmayan, paravan şirketlerin işlettiği, çoğu yaşlı ve bakımsız, sayısı belirsiz tankerler. 

Rusya’nın, petrol ve doğal gaz ihracatını engellemek için bir süredir kendisine uygulanan yaptırımları, bu tankerler sayesinde etkisiz hale getirdiği belirtiliyor. (İngiltere Temmuz ayında da 100 tankeri kara listeye almış ve Batı’nın yaptırımlarına rağmen milyarlarca dolar değerinde Rus petrolünü nakleden geniş bir ağın kilit isimleri olarak, Rusya’nın devlet petrol devi Rosneft ile yakın bağları olan iki Azerbaycan vatandaşını tespit etmişti. İngiltere Ulusal Suç Ajansı (NCA), Etibar Eyyub ve Tahir Garaev’i, yaptırım uygulanan Rus ham petrolünün kaynağını gizlemek için tasarlanmış, giderek daha sofistike hale gelen “gölge ticaret” sisteminin merkezi figürleri olarak adlandırdı.)

Baltık Denizi’nde konuşlanan bu tankerlerin bazılarının sabotaj, casusluk ve dron gemisi olarak kullanıldığına dair de, tam olarak kanıtlanamamış bir kuşku, Avrupa’nın midesini bulandırıyor. 

Bu kuşkuları besleyen bir dizi olay var: 2022’de Rusya’dan Almanya’ya gaz taşıyan iki sualtı boru hattı bombalı saldırıya uğramıştı. Ukrayna özel kuvvetlerinden bir timin sabotajından kuşkulanıldı ancak bir sonuca ulaşılamadı. 

Ekim 2023’te Finlandiya ile Estonya arasındaki sualtı gaz boru hattı zarar gördü. Zarara yol açan Çinli geminin hatalı olduğunu Çin hükümeti kabul etti, ancak kasıt iddialarını reddetti. 

Kasım 2024’te İsveç ile Litvanya, Almanya ile Finlandiya arasındaki data kabloları kesildi. Şüpheli, Çinli bir kuru yük gemisiydi. 

Aralık 2024’te Finlandiya ile Estonya arasındaki su altı elektrik kablosuna Cook Adaları bandıralı bir tanker zarar vererek Estonya’da elektrik kesintilerine neden oldu. Tankerin Rusların gölge filosundan olduğu ileri sürüldü. (Gemiler demir atarak ve sürükleyerek zarara sebep oluyorlardı.)

Tankerlerin dron gemisi olarak kullanılması şüphesi ise, Eylül ayında Danimarka’ya yapılan “dron saldırısı” ile ortaya çıktı. Bazıları askerî, 6 havaalanının semalarında kimliği belirsiz dronlar görüldü. Havaalanları çeşitli sürelerle uçuşa kapatıldı. Dronların aktivitesi sırasında cevrede seyreden iki Rus gemisinden şüphelenildi ama Rusya iddiaları reddetti. 

Benzeri olaylar kısa bir süre sonra Kopenhag, Oslo ve Münih havaalanlarında da yaşanmış, ayrıca aynı dönemde Rus savaş uçakları Polonya, Estonya ve Romanya hava sahalarını ihlal etmişti. Polonya üzerinde dronlar da görülmüş ve bunların bazıları NATO devriye uçakları tarafından düşürülmüştü. Avrupa’nın kanaati, Rusya’nın “tepki ölçtüğü” şeklindeydi.

Nükleer veya konvansiyonel değil, hibrid savaş

İngiltere ve Fransa’nın Genel Kurmay Başkanları’nın “müstakbel düşman Rusya”nın birkaç seneye kadar Avrupa’nın başına bela olacağını söylemeleri üzerinden çok fazla geçmeden, Rusya ile İngiltere’nin çoktan savaşmaya başlamış olduklarını ileri süren iki görüş ortaya atıldı. 

Önce geçen Haziran ayında, Birleşik Krallık hükümetinin stratejik savunma raporunun yazarlarından biri, İngiltere’yi, halen Rusya ile savaş halinde olduğu konusunda uyardı. Donald Trump’ın ilk döneminde Beyaz Saray’ın Rusya baş danışmanı olarak görev yapan Dr. Fiona Hill, İngiltere’nin Rusya’nın saldırganlığı ile giderek güvenilmez hale gelen Trump ABD’si arasında sıkışıp kaldığı uyarısında bulundu. Hazırlanan raporda da İngiltere’nin Rusya veya Çin gibi rakiplerle savaşmaya hazır olmadığı sonucuna varılmıştı.

Bunun ardından Eylül ayında, İngiltere’nin iç güvenlik kurumu MI5’in eski başkanlarından biri, siber saldırıların, sabotajların, Birleşik Krallık topraklarındaki gizli operasyonların sayısının artmasına işaret ederek, benzeri bir şekilde, İngiltere’nin Rusya ile fiilen savaş halinde olduğunu ileri sürdü. 2002-2007 yılları arasında güvenlik servisinin başkanı olan Eliza Manningham-Buller’ın uyarısı, Westminster’da “hibrit savaş” endişelerinin artması sırasında gelmişti.  

MI5’te otuz yıldan fazla süreyle görev yapan eski başkan, 2005 yılında İngiltere’nin Moskova’yı uluslararası işbirliği çemberine dahil etmeye çalıştığı bir dönemde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştüğünü belirterek, “Aslında bu konuda yanılmışız, çünkü Rusya Batı’ya karşı son derece düşmanca bir tutum sergiliyor… Bir yıl içinde Londra sokaklarında Litvinenko’nun öldürülmesini emredeceğini tahmin etmemiştim,” diyordu. 

Aleksander Litvinenko Rusya’dan Batı’ya kaçan bir istihbarat elemanıydı ve Londra’da, radioaktif bir maddeyle zehirlenmiş çayını içtikten üç hafta sonra ölmüştü. Birleşik Krallık’ın kendi başkentinde işlenen cinayete tepkisi çok sert olmuş ve birkaç gün içinde çok sayıda Rus diplomatını aileleriyle birlikte sınır dışı etmişti.  

Microsoft’un, ekim ortalarında The Guardian tarafından yayınlanan yıllık dijital savunma  raporuna göre, Rus devletinin siber faaliyetlerinden en çok etkilenen ilk 10 ülkeden dokuzu NATO üyesi ve Rusya geçen yıldan bu yana bu saldırılarını %25 artırmış durumda. Tüm saldırıların %20’si ABD’yi hedeflemiş. Onu, %12 ile İngiltere ve %11 ile Ukrayna izliyor. Tüm saldırıların dörtte biri doğrudan hükümet kurumlarına yönelik. Ardından araştırma ve akademi, düşünce kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları geliyor. Microsoft, raporunda, Rusya’nın hedeflerini gerçekleştirmek için ülkenin son derece aktif siber suç topluluğunu kullandığını belirtiyor. Rusya kaynaklı siber çeteler, bugüne kadar, şirket sistemlerini felç ederek fidye almalarıyla tanınıyordu. 

Operasyonların gizlisi saklısı kalmadı

Batı ülkelerinin benimsediği “hibrit savaş” kavramı, bizim bildiğimiz “gayrı nizami harp” kavramından çok da farklı değil. İkisinde de sabotaj eylemleri, yalan haber yayma, akıl karıştırıcı propaganda, istihbarat toplama gibi faaliyetler ortak. Yeni teknoloji gereği siber saldırılar bunlara eklenmiş durumda. Amaç, düşmanı yıpratmak, bölmek, içerden çökertmek…

Yeniliklerden biri de “dost” ve müttefikleri içerden çökertmek için sürdürülen, Trump iktidarı ile zirveye tırmanan faaliyetler. Diyeceksiniz ki, bunlar da vardı eskiden… Doğru ama her şeyin bir şekli, şemâili, âdâbı vardı. CIA’nin gizli faaliyetleri üzerine az kitap yazılmadı, film çekilmedi. Gizli faaliyet, adı üzerinde, gizliydi…

Şimdi Trump’ın CIA’ye Venezuela’da “gizli faaliyet” yürütme izni verdiğini bütün ABD gazeteleri yazabiliyor. Trump kendisine yöneltilen sorulara cevap verirken, bu izni verdiğini, amacının uyuşturucu teröristleriyle mücadele olduğunu açıklayabiliyor. CIA’ye (Venezuela’nın Başkanı) Maduro’yu “ortadan kaldırma” yetkisi verip vermediği sorulunca da, “Bu bana sorulabilecek en saçma soru. Aslında saçma bir soru değil, ama benim cevaplamam saçma olmaz mı,” diye yanıt verebiliyor. Gizli faaliyetlerin pek bir gizliliği kalmadı görüldüğü gibi… 

Bu da bir çeşit “hibrit savaş” değil mi?

Buradaki konumuz gereği, bizi daha çok ilgilendiren, Trump’ın Avrupa içindeki eli… Bunun gizli saklı bir yanı yok, her şey gayet aleni… 

Hatırlayacaksınız, Trump göreve gelişinin ilk günlerinde, yüksek gümrük tarifelerini açıklarken, Avrupa Birliği’ni, “Amerika Birleşik Devletleri’nden yararlanmak için kurulmuş,” ekonomik rakip olarak “Çin’den daha kötü” bir “düşman” olarak nitelemişti.

Başkan Yardımcısı JD Vance de, Münih’teki bir güvenlik konferansında, Avrupa’yı  sert bir dille eleştirmiş, aşırı sağın ifade özgürlüğüne engel olmak, seçmenlerin rızası olmadan kontrolsüz göçü teşvik etmek, seçimleri iptal etmek gibi (2024’te, Rusya’nın, adaylardan biri lehine müdahalede bulunduğu gerekçesiyle iptal edilen Romanya seçimlerini kastediyordu) suçlamalar yöneltmişti. Vance daha da ileri giderek, bu baharda yapılan Almanya seçimleri sırasında, aşırı sağcı Alternative für Deutschland – AfD (Almanya için Alternatif) partisinin lideriyle bir araya gelmişti. (AfD’ye, daha önce de, bir süre Trump’ın sağ kolu gibi ortada dolaşan Elon Musk destek vermişti.)

Polonya’nın Varşova kentinde düzenlenen başkanlık seçim kampanyası sırasında, ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, aşırı sağcı bir adayı, Karol Nawrocki’yi açıkça destekledi. Trump, Nawrocki’yi seçim kampanyası sırasında Beyaz Saray’da ağırladı ve Nawrocki seçimi kazandı. Eylül’de Trump, Nawrocki’yi tekrar ağırladı. (Trump, Arjantin’in Milei’sine de destek veriyor ve “o seçilmezse yardımı keserim,” diyecek kadar pervasız davranabiliyor.)

The New York Times’a göre, göreve gelmesinden bu yana Trump’ın ekibinden çeşitli isimler, İngiltere, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Macaristan, İtalya, Hollanda, Romanya, Slovakya ve İspanya dahil olmak üzere Avrupa’daki neredeyse tüm ülkelerdeki sağcı partilere desteklerini açıkladı.

Bu köşenin okurları J D Varce’ın İngiltere “operasyonu”nu aktardığımız “Trumpçılar yeni bir “Enternasyonal” peşinde mi?” başlıklı yazıyı hatırlayacaklardır. Vance İngiltere’de aşırı sağın lideri Nigel Farage ile görüşmüş; daha sonra da bir TV “fenomeni”, bir Muhafazakar Parti milletvekili ve Farage’ın danışmanı bir akademisyene mangal partisi vermişti. Bu görüşmeden bir süre sonra, mangal partisindeki milletvekili Danny Krueger Muhafazakar Parti’den ayrılarak Farage’ın Reform UK partisine katıldı. (O yazıda Trump takımının Avrupa’daki faaliyetlerini “yeni bir Enternasyonal kurmaya” benzetmiştik. Hollandalı tarihçi ve eski Avrupa Birliği bürokratlarından Luuk van Middelaar, daha yerine oturan bir tanım bulmuş: Trump yetkililerini dünyadaki komünist ülkeleri ve hareketleri destekleyen Sovyet örgütü Komintern’e benzetmiş: “Sağcı Komintern”.)

Hal böyle olunca, İngiliz terörle mücadele polisi tarafından gözaltına alınan Tommy Robinson adlı aşırı sağcı aktivistin hakim karşısına çıkmadan önce, “Neyse ki, bugün bağış için yalvarmak zorunda kalmadım çünkü Elon Musk bu mutlak devlet zulmünün yasal masraflarını üstlendi,” demesine şaşmamak lazım. Gerçek adı, Stephen Yaxley Lennon olan, İrlanda pasaportuyla seyahat eden, İspanya’da yaşayan, İngiltere’de mitingler düzenleyen sağcı aktivistin bir mitingine Elon Musk, video konferansla, konuşmacı olarak katılmış. Bağış toplayarak düzenlediği son mitingten sonra, altında kendisine ait olmayan gümüş rengi bir Bentley, çantasında 13 bin pound üzeri para (yaklaşık 750 bin lira) ile Manş tünelinden geçip Fransa üzerinden İspanya’ya gitmeye çalışırken polis tarafından çevrilmiş. Sergilediği görüntü ve tutarsız cevaplarına bir de telefonunun PIN kodunu polise vermemekte direnmesi eklenince, tutuklanmış. 

Ne ABD ile oluyor, ne ABD’siz

Avrupalı liderler, güvenlik nedenleriyle Washington’u kendi yanlarında istiyorlar. Ama ülkelerinin iç işlerine müdahale edilmesine öfke duyuyorlar. İç politika ve seçim müdahaleleri dışında NATO müttefiki Danimarka’nın toprağı olan Grönland’a göz konulmasını, aşırı sağcı cumhurbaşkanı adaylarına karşı kararlar alan Fransız ve Romen mahkemelerine yönelik saldırıları da unutmamak lazım. 

Fransızlar özellikle endişeli. Fransa’da iç politika kırılganlığını koruyor. Başbakan Sebastien Lecornu ikinci kez görevlendirildiğinde güvenoyu aldı ama henüz bütçesini geçiremedi. Bütçeyi geçiremezse Başkan Macron’un görevde kalmakta ne kadar ısrar edebileceği bilinmiyor. Erken seçim gündemden kalkmış değil. Ülke erken seçime giderse, Trump yönetiminin ve “dijital müttefikleri”nin, İngiltere ve Almanya’da olduğu gibi, aşırı sağı desteklemek amacıyla müdahale edeceği korkusu var.  

Siyasi araştırma grubu Chatham House’un eski direktörü Robin Niblett, Le Monde’a, “Vance ve takipçileri, kendilerini Batı’da kimlik devrimi yapan ve onu, bugünkü elitlerin zayıflatıp sulandırdığı gerçek Yahudi-Hristiyan temeline oturtan öncüler olarak görüyorlar… ve evet, Avrupa’da rejim değişikliği peşindeler,” diyerek endişeleri teyit ediyor.

Avrupa’nın bugünkü sıkışmışlığı içinde, Financial Times’ın (diğerlerinin yanında) Türk rafinerilerinin cezalandırılması talebine kimsenin kulak asmayacağı ortada. 

Avrupa, Yunan vetosunu aşarak Türkiye’yi SAFE (Security Action for Europe – Avrupa Güvenlik Eylemi) savunma programı içine almanın yollarını arıyor. 

ABD ise yeni Ortadoğu düzeninin kurulması ve korunmasında Türkiye’ye güvendiğini açıkça ifade ediyor. Önemli olan karşılıklı çıkar dengesi. 

Bütün bunların demokrasi ile ne ilişkisi var diyeceksiniz. Ben de onu söylüyorum. Buraya kadar sabredip okuduğunuz yazıyı, yukarıdan aşağıya gözlerinizle tarayıp “demokrasi” sözcüğünü arayın, bulamazsınız. Yok çünkü…

ÇOK OKUNANLAR