Eskiden kıskançlık; bir mesajda, bir bakışta, bir “kime baktın sen” cümlesinde yaşanırdı. Şimdi kıskançlık web geçmişinde, e-postalarda, sosyal medya gönderilerinde yaşanıyor.
70 yaşındaki Google’ın efsanevi eski CEO’su, “dünyayı düzenleyen algoritmaların babası” Eric Schmidt’in, 31 yaşındaki eski sevgilisi Michelle Ritter’la yaşadığı son skandal, klasik bir “yaşlı milyarder–genç sevgili” hikâyesi değil. Bu, dijital çağın yeni bir şiddet biçimi: gözetimle harmanlanmış bir ilişki hikâyesi.
Ritter, ayrılıktan sonra Schmidt’in kendisini ısrarlı biçimde dijital olarak izlediğini, iletişim kanallarını kontrol ettiğini ve susturmak için gizlilik anlaşmaları imzalatmaya çalıştığını söylüyor.
Yani modern dünyanın “büyük veri” liderlerinden biri, özel ilişkide büyük veriyi silah gibi kullanmakla suçlanıyor.
Eskiden kıskanç erkek kapıya dayanırdı; şimdi bulut hesabına giriyor. Parolanı istiyor. Konum paylaşımını açık bırakmanı “rica ediyor.” Koruma bahanesiyle kontrol kuruluyor, sevgi yerine güvenlik gerekçesi sunuluyor.
Koruma, bence manipülasyonun en güzel bahanesi. Bu hikâyede de yüksek statü, yüksek zekâ, yüksek kontrol var. Sevgi yok — gözetim var. Birini sürekli çevrimiçi mi diye takip etmek, mesajına kaç dakikada cevap aldığını hesaplamak , fotoğrafını kimlerin beğendiğini izlemek artık birer dijital sinir ucu hâline geldi.
2024’te Arizona State Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, sosyal medyada partnerin beğenilerini takip etmek veya hesabına erişim istemek, gençler arasında “dijital flört şiddeti”nin en yaygın biçimi. Araştırma, sosyal medya “beğenilerinin” bile kontrol ve kıskançlık davranışlarını tetiklediğini gösteriyor.
Aynı yıl yapılan Malwarebytes anketi de yetişkinlerin %43’ünün, ilişkilerinde dijital hesaplarını paylaşmaları yönünde baskı hissettiğini ortaya koyuyor.
İlişkide “dijital gözetim” yapan sevgililer — ister erkek ister kadın olsun — aslında sevgi değil, kontrol aracılığıyla güven bulmaya çalışıyorlar. Ama bu güven, sağlam bir bağ değil; korkunun kılıfı. Bu, aslında kaygılı bağlanmanın dijital versiyonu. Kişi karşısındakinin ilgisini kaybetmekten öylesine korkar ki, kontrol etmeye başlar. Ama kontrol, güveni artırmaz; güvensizliği derinleştirir. Kısacası “Ben seni çok seviyorum” diye başlayan bu davranışlar aslında “ben seni kaybetmekten korkuyorum” anlamına gelir. Ve bu korku, her geç gelen “görüldü” işaretini, her geç cevaplanan mesajı bir tehdit gibi algılatır.
2024’te Frontiers in Psychology dergisinde yayımlanan bir araştırma, “partnerin dijital aktivitelerini sürekli kontrol eden kişilerin beyinlerinde dopamin–kortizol döngüsünün bozulduğunu” gösterdi. Yani her “okundu” işareti ya da “çevrimiçi” bildirimi, bir mini ödül veya mini tehdit gibi algılanıyor. Bu da kişiyi bağımlı hale getiriyor — tıpkı sosyal medya bildirimleri gibi. (Kaynak: Frontiers in Psychology (2024) – “Compulsive partner monitoring and digital attachment anxiety”)
Eskiden birini aradığında açmazsa “meşguldür” derdik. Şimdi “gördü ama yazmadı” diyoruz. Çünkü artık sevgimizin kanıtı dijital görünürlükle ölçülüyor.
Kadınlarda dijital gözetim çoğu zaman duygusal güven arayışıyla ilgili: “Beni hâlâ önemsiyor mu?” Erkeklerde ise daha çok sahiplik ve statü tehdidi hissiyle tetikleniyor: “Bana ait olanın dikkatini kimse çekmesin.”
Ama sonuç aynı: Güven azalıyor, gözetim artıyor. Çünkü ne kadar çok kontrol edersek, o kadar kaybediyoruz. Dijital gözetim, romantik ilişkilerin en modern şiddet biçimi. Kişi, karşısındakini kaybetmemek için onu veri haline getiriyor. Sevgili artık “duygusal bir varlık” değil; konumu var, çevrimiçi durumu var, son görülme saati var.
Ama ironik olan şu: Ne kadar çok “bilgi” toplarsak, o kadar az “anlayabiliyoruz.”
Aşk, veriyle değil; güvenle yaşar.

