Dünya artık sadece ekonomik rekabetin değil, aynı zamanda jeopolitik hamlelerin, teknoloji savaşlarının, enerji krizlerinin, su ve gıda güvenliğinin, siber saldırıların ve bilgi operasyonlarının da arenası.
Bu yeni düzende şirketler yalnızca ticari kâr amacı güden ekonomik birimler olmaktan çıktı; artık küresel güç mücadelesinin satranç tahtasında aktif birer taş, hatta kimi zaman hamle yapabilen oyuncular hâline geldi. Devletler, kendi özel sektörlerini dış politika araçları olarak kullanırken; şirketler de yatırımlarını, güvenliklerini ve siyasi istikrarlarını korumak için jeopolitik refleksler geliştirmek zorunda kalıyor.
Küresel ekonomik sistem, 2020’lerin başından itibaren yeni bir döneme girdi. Pandemi sonrası toparlanma, Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze krizi, Çin-Tayvan gerilimi, Kızıldeniz’deki ticaret aksamaları ve ABD-AB eksenindeki korumacı politikalar; sermayenin akışını, yatırımın yönünü ve ticaretin kurallarını kökten değiştirdi. IMF verilerine göre, 2025 itibarıyla küresel doğrudan yabancı yatırımlar 2021’e kıyasla %22 azaldı, risk primi yüksek ülkelerdeki sermaye çıkışı ise hızlandı. Türkiye gibi coğrafi olarak hassas bölgelerde yer alan ülkeler için bu, özel sektörün faaliyetlerinin artık doğrudan jeopolitik parametrelere bağlı hale gelmesi anlamına geliyor.
Jeopolitik Baskı Altındaki Şirketler
Artık bir ülkenin dış politikadaki tercihi, sadece diplomatik ilişkileri değil, özel sektör yatırımlarının kaderini de belirliyor. Türkiye’nin son on yılda izlediği dış politika yönelimleri, ticaret ve yatırım ilişkilerinde hem fırsatlar hem de kayıplar yarattı. Suriye savaşı, Rusya ile inişli çıkışlı ilişkiler, Mısır ve Suudi Arabistan’la yaşanan diplomatik kopuşlar, Avrupa Birliği ile gümrük birliği reformunun ertelenmesi, Türk şirketlerinin farklı coğrafyalardaki pozisyonlarını doğrudan etkiledi.
2011–2020 arasında Türkiye’nin Suriye’ye ihracatı yıllık 2,5 milyar dolardan 300 milyon doların altına düştü. Aynı dönemde, Suudi Arabistan’ın gayriresmî boykot uygulaması nedeniyle Türk müteahhitlik firmaları yaklaşık 3,2 milyar dolarlık proje kaybı yaşadı. Mısır’da ise 2013’teki diplomatik krizden sonra Türk şirketlerinin 150 milyon doları aşan yatırımı askıya alındı, bazı fabrikalar üretimi tamamen durdurdu. Bu tablo, yalnızca dış politikanın değil, şirketlerin stratejik risk yönetiminin de yeniden tanımlanması gerektiğini gösteriyor.
Rusya örneği ise son dönemin en çarpıcı vakalarından biri. 2024 sonunda Moskova yönetimi, Batılı ve Türk ortaklı bazı sanayi ve gıda şirketlerinin varlıklarını “geçici yönetime” devretti. Bu adım, yalnızca özel sektör için değil, aynı zamanda Türkiye’nin dış ekonomik güvenliği açısından da bir kırılma yarattı. 3.000’den fazla çalışanı, onlarca üretim tesisi ve milyarlarca dolarlık yatırım değeriyle, söz konusu kayıplar sadece finansal değil, stratejik nitelikte.
Devletlerin Şirketleri Araçsallaştırdığı Yeni Dönem
Jeopolitik rekabetin keskinleştiği bu dönemde devletler artık şirketlerini birer dış politika ve güvenlik aracı olarak kullanıyor. ABD, 2022’den bu yana 2.300’den fazla Rus şirketini ve iş insanını yaptırım listesine aldı; bu süreçte ABD menşeli enerji devleri ExxonMobil ve Chevron, Rusya’daki projelerden tahkim davaları açarak 3 milyar dolarlık varlıklarını koruma mücadelesine girişti.
Rusya ise misilleme olarak, Batılı ve Asyalı şirketlerin mülklerini kamulaştırdı, finansal denetimleri sıkılaştırdı, çevre ve vergi gerekçeleriyle faaliyet izinlerini askıya aldı. Çin, ABD merkezli teknoloji firmalarına yönelik veri güvenliği ve lisans kısıtlamaları getirerek “teknolojik egemenlik” kavramını bir ulusal güvenlik stratejisine dönüştürdü. 2025 itibarıyla Çin, 142 ABD merkezli teknoloji şirketinin ülke içinde lisansını yenilemedi; bu firmalar arasında finansal altyapı sağlayıcıları ve yarı iletken üreticileri de bulunuyor.
AB ise daha yumuşak bir yöntem izliyor. Brüksel, Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında 2024’te kurduğu Avrupa Yatırım Koruma Fonu (AIPF) aracılığıyla, savaş bölgelerinde el konulan veya zarar gören şirketlere tazminat desteği sağlamaya başladı. Danone ve Carlsberg gibi Avrupa devleri, AB desteğiyle Rusya’daki operasyonlarının bir kısmını geri kazanabildi.
Bu örnekler, şirketlerin artık “jeopolitik risk”i sadece sigorta formunda değil, stratejik bir gerçeklik olarak görmek zorunda olduklarını kanıtlıyor.
Türk Şirketlerinin Zorlaşan Küresel Erişimi
Türkiye’nin son yıllarda izlediği çok yönlü ama zaman zaman çatışmalı dış politika, Türk özel sektörünün uluslararası sistemdeki erişimini de etkiliyor.
Batı finans piyasalarına erişim, özellikle 2022 sonrasında giderek zorlaştı. Türk bankalarının SWIFT transferlerinde artan inceleme süreçleri, uluslararası sigorta kuruluşlarının risk primlerini yükseltmesi, Türk şirketlerinin dış finansman maliyetini ortalama %30 artırdı. Bazı Avrupalı yatırım fonları, Türkiye menşeli enerji ve savunma sanayi yatırımlarına ESG (Environmental, Social, Governance) riskleri gerekçesiyle yatırım yapmamaya başladı.
Öte yandan, Türkiye’nin Rusya, Çin, Katar ve Afrika ülkeleriyle geliştirdiği ticaret ve enerji ortaklıkları da bu dengesizliği kısmen telafi etti. Türk müteahhitlik firmaları, 2025 itibarıyla Afrika’da 85 milyar dolarlık proje stoğuna ulaştı; bu, toplam küresel portföyün %27’sine denk geliyor. Ancak bu yeni pazarlar da yüksek politik risk, finansal istikrarsızlık ve güvenlik tehditleri nedeniyle kırılgan.
Bu karmaşık ortamda Türk özel sektörü, ulusal dış politika tercihleriyle uluslararası pazar dinamikleri arasındaki gerilim hattında denge kurmak zorunda.
Jeopolitik Ekonomi Çağı: Şirketler İçin Yeni Gerçeklik
Artık “ekonomik aktör” kavramı, yalnızca bilanço performansıyla ölçülemiyor. Şirketler, tıpkı devletler gibi, kendi diplomatik reflekslerini ve güvenlik politikalarını geliştirmek zorunda. Büyük enerji, finans ve gıda şirketleri, kendi bünyelerinde “jeopolitik risk birimleri” kurarak hükümetlerle koordineli hareket etmeye başladı.
ABD merkezli General Electric, Çin ve Hindistan’daki üretim tesislerinde politik risk simülasyonları yapıyor. Japon Toyota, 2025 itibarıyla küresel tedarik zinciri risklerini azaltmak için üretimin %15’ini ASEAN ülkelerine kaydırdı. Hindistan’ın teknoloji devi Tata Group, Ortadoğu ve Avrupa operasyonları için ayrı politik risk danışma komiteleri kurdu.
Türk şirketlerinin de benzer bir dönüşüme ihtiyacı var. Yurt dışı yatırımları 2025 itibarıyla 72 milyar dolar seviyesine ulaşan Türk özel sektörü, artık sadece ticari performans değil, uluslararası hukuk, tahkim, diplomasi, sigorta ve istihbarat temelli bir dayanıklılık stratejisi oluşturmak zorunda.
Yeni Nesil Kurumsal Dayanıklılık: Stratejik Yol Haritası
Bu yeni çağda, krizlere hazırlıklı olmanın yolu proaktif bir kurumsal stratejiden geçiyor. Şirketler, uluslararası hukukta yer alan yatırım koruma anlaşmaları ve ICSID/UNCITRAL tahkim mekanizmaları hakkında bilgi sahibi olmalı; yeni yatırımlarını yaparken, yalnızca finansal değil, politik sigorta poliçeleriyle de güvence altına almalı.
Ayrıca, “sessiz diplomasi” kapasitesi geliştirilmeden kalıcı çözümler üretmek zor. Şirketlerin kendi devletleriyle koordineli, ama bağımsız diplomasi kanallarına sahip olmaları, kriz anlarında masada kalabilmelerini sağlar. Bunun için bazı büyük Türk holdingleri, Londra, Dubai ve Singapur gibi üçüncü bölge merkezlerinde jeopolitik danışma birimleri kurmaya başladı.
Enerji, gıda, inşaat, finans ve lojistik gibi stratejik sektörlerde faaliyet gösteren Türk firmalarının önümüzdeki beş yılda bu alanlara daha fazla yatırım yapması bekleniyor. Çünkü artık mesele sadece kâr veya pazar payı değil; mesele, varlığını sürdürebilmek.
Sonuç: Satranç Tahtasında Taş Olmamak İçin
Bugünün dünyasında hiçbir şirket, “biz sadece işimizi yapıyoruz” diyemez. Çünkü iş dünyası artık jeopolitik oyunun tam ortasında. ABD ile Çin arasındaki teknoloji savaşı, Rusya’nın enerji diplomasisi, AB’nin yeşil dönüşüm politikaları, Körfez ülkelerinin sermaye stratejileri — hepsi şirketlerin kaderini belirliyor.
Türk özel sektörü, bu yeni dönemde yalnızca ekonomik değil, jeopolitik bir oyuncu olmayı öğrenmek zorunda. Bunun için hem devletiyle eşgüdüm içinde hareket etmeli hem de kendi kurumsal savunma mekanizmalarını geliştirmeli. Çünkü artık şirketler yalnızca piyasanın değil, siyasetin, diplomasinin ve güvenliğin de aktörleri.
Jeopolitik ekonominin bu yeni çağında şirketler, artık sadece taş değil — hamle yapabilen, hatta satrancın yönünü değiştirebilen oyuncular olmak zorunda.

