Yarının Yorgunluğu: Neden Zihnimiz Bu Kadar Tükenmiş Hissediyor?
29 Ekim 2025

Mental breakdown artık sadece bireysel bir çöküş değil. Sanki bu çağın ruhuna işlemiş bir yorgunluk biçimi. İnsanlar yalnızca mutsuz değil, yalnızca kaygılı değil. Daha derinde, tarif edilemeyen ama sürekli hissedilen bir yarınsızlık var. Gözümüzün içinde hep bir damla yaş bekliyor. Dökülmek için büyük bir sebebe değil, küçük bir sarsıntıya bakıyor.

Eskiden dert bugüne aitti. Şimdi derdin adı gelecek. İnsanlar bugün karnını doyurabiliyor belki ama yarına dair içleri titriyor. Borçla yaşayan, kredi kartını çeviren, geçici mutluluklarla günü idare eden milyonlar var. Sağlığı yerinde, işi olan, hayatı dışarıdan normal görünen insanlar bile içten içe şunu fısıldıyor kendine: Peki ya sonra? Gelecek artık bir umut değil, görünmeyen ama ağır bir yük gibi omuzlarda.

Bir de dünyanın yükünü taşıyanlar var. Sadece kendi acısına değil, dünyanın acısına da üzülüyorlar. Haberlerde bir çocuğun cansız bedeni kıyıya vuruyor, içleri yanıyor. Göç yollarında çıplak ayakla yürüyen insanlar, savaşlarda toprağa düşen gençler, adaletin işlemediği ülkelerde sessiz kalan hayatlar… Sadece izlemek bile yoruyor insanı. Kendi derdin yetmezken, başkasının derdi de ruhuna saplanıyor.

Göç meselesi bunun en çarpıcı hali. Savaştan kaçan, canını kurtarmaya çalışan insanlar başka ülkelere sığınıyor. Onlara üzülmemek mümkün değil. Ama göç edilen şehirlerde, sokaklarda, hayatın kendi akışında başka bir yara oluşuyor. Kültürel çatışmalar, işsizlik kaygısı, güvensizlik duygusu büyüyor. Ne gelen tam huzurlu ne ev sahibi tam haksız. İki taraf da yorgun. Biri hayatta kalmaya çalışıyor, diğeri kendi hayatının elinden kayıp gideceğinden korkuyor. Ve insan zihni bu kadar çelişkiyi taşımakta zorlanıyor.

Sadece ekonomik krizler değil, adalet sistemine duyulan güvensizlik, haber bültenlerinden taşan cinayetler, kadınların, çocukların, masumların öldüğü bir dünya… Görmezden gelmek kolay ama görenin içi kolay kolay susmuyor. Algısı açık olanlar, sadece kendi kalbiyle değil, dünyanın kalbiyle de kırılıyor.

Bu yüzden insanlar tükeniyor. Çünkü acı sadece kendi evimizde yaşanmıyor. Sınırları olmayan bir yorgunluk bu. Kendi hayatına yetememek bir yana, başkasının hayatına da yetişememek. İnsan hem kurban hem tanık olmanın ağırlığını taşıyor.

Peki umut? Varsa bile artık büyük cümlelerin içinde değil. Umut eskisi gibi parlak değil ama tamamen de yok değil. Belki de umut artık sevinçten değil, devam edebilme kararından doğuyor. İnsan bazen güçlü olduğu için değil, mecbur olduğu için kalkıyor yataktan. Hayat hep yeniden başlamayı bekleyen bir yer değil, bazen kırıklarla yürümeyi öğrenmek. Belki huzur hemen gelmeyecek, gelecek de düzelmeyecek. Ama hayatta kalmak bile başlı başına bir direnç.

Ve işte tam bu noktada en ironik cümle karşımıza çıkıyor. İnsan içini döküyor, ruhunu açıyor, dünya yanarken sesiyle değil kalbiyle konuşuyor ama sonunda yine o cümle dolaşıyor dillerde: Beğendiyseniz beğen tuşuna basmayı unutmayın. Oysa bazı acıların alkışa değil, sadece görülmeye ihtiyacı var.

ÇOK OKUNANLAR