Bir gülüş, bazen bir itiraf, bazen bir meydan okumadır.
Kimi zaman bir davet, kimi zaman da bir veda.
Sözcüklerin sustuğu yerde, niyetin en zarif tercümesidir.
Bir kalbi fethetmek için bazen bir bakış yetmez ama bir gülüş her şeyi anlatır.
Çünkü gülüş, duygunun değil, niyetin mimaridir.
Dalga geçmek, flört etmek, hafifçe küçümsemek ya da zarifçe etkilemek…
Hepsi aynı kasların oyunudur ama farklı enerjilerin yansımasıdır.
Dudak kenarında beliren minik bir kıvrım, bazen “seninle ilgileniyorum” der.
Aynı kıvrım, başka bir anda “beni hafife alma” uyarısı olabilir.
Gülüş, en karmaşık duyguların en sade maskesidir.
Ne söylediğin değil, nasıl gülümsediğindir insanı ele veren.
Flört dilinde gülüş, sözcüklerden önce gelir.
Gözlerinle buluşmadan bile birinin ilgisini hissettiren o saniyelik tebessüm, bazen saatlerce sürecek bir hikâyenin ilk satırıdır.
İnsanın en eski iletişim biçimlerinden biridir bu.
Çünkü gülüş, güven duygusunu, merakı ve arzuyu aynı anda taşır.
Birini etkilemek için fazla konuşmana gerek yoktur; bir tebessüm, bütün stratejileri alt üst edebilir.
Dalga geçmek için kullanılan gülüş ise bambaşka bir dildir.
Kelimelerin taşıyamadığı üstünlük duygusu orada saklıdır.
Bir gülüşle küçümseyebilir, bir gülüşle cezalandırabilir, bir gülüşle alay edebilirsin.
Ama en zarif intikam biçimi de budur zaten; sessiz ama dokunaklı.
O yüzden bazen bir tartışmada değil, tartışmadan sonra atılan o kısa gülüşte gizlidir zafer.
Psikolojik olarak gülüş, insanın hem saldırıdan hem sevgiden korunma mekanizmasıdır.
Güldüğünde karşındaki silahını indirir çünkü niyetini çözememiştir.
Gülüş hem bir savunma, hem bir manipülasyondur.
Ama aynı zamanda en savunmasız andır da.
Çünkü içindeki çocuğun, oyunbaz tarafın, romantik halin o anda görünür olur.
Belki de bu yüzden en güzel flört, cümlelerle değil, gülüşlerle yaşanır.
Bugünün estetik dünyasında gülüş, artık ruhun değil tasarımın işi.
Dişlerin rengi, dudağın çizgisi, çenenin açısı…
Her biri bir imaj kurgusunun parçası.
Ama bu tasarımlar bazen duygunun yerini alıyor.
Fotoğraf pozlarında aynı gülüş, reklam kampanyalarında aynı ifade.
Sanki herkes aynı mutluluk prototipini taşıyor.
Oysa en etkileyici gülüş, kusursuz değil, içten olandır.
Biyolojik olarak beyin gülüşü mutlulukla ilişkilendirir, ama ruh her zaman o kadar saf değildir.
Bazen bir gülüşle duygularını saklarsın, bazen de bir gülüşle kendini ele verirsin.
İşte bu yüzden gülüş, hem maskedir hem de itiraf.
İnsan, gülümserken en çok kendine yaklaşır.
Ve sonra bir anda, evin sessizliğinde, kedine ya da evladına şefkatle gülümsediğin o an gelir.
Onlar uyurken, yanağında beliren hafif gamze, fotoğrafla bile anlatılamayacak kadar sahici bir duygudur.
O gülüş, sevgiyle verilen gülüştür.
Bir anne şefkatinin, bir dost sıcaklığının, bir bağlılık halinin ifadesidir.
Ne bir lens, ne bir filtre, ne bir dolgu o sıcaklığı yakalayabilir.
Çünkü o gülüş, estetiğin değil sevginin eseridir.
Bir gülüşü gerçekten anlamak, yüz kaslarını değil, kalbin ritmini okumaktır.
Bir gülüşün arkasında ironiyi, kırgınlığı, flörtü, sevgiyi, pişmanlığı ayırt etmek, yüzün değil ruhun anatomisini bilmeyi gerektirir.
Ve hiçbir cerrahi müdahale, hiçbir tasarım, bir kalpten süzülen gülüşün büyüsünü çoğaltamaz.
Çünkü o gülüş, insanın kendi iç ışığından doğar.
O ışık, hiçbir filtreye, hiçbir formüle sığmaz.
Bir gülüş, sadece bir yüz hareketi değil, bir varoluş biçimidir.
Kimi zaman bir kalbi fetheder, kimi zaman bir ruhu onarır.
Ve bazen, bir kedinin uykusuna gülümsemek kadar sessiz, bir çocuğun gamzesinde saklanan kadar sonsuzdur.

