İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in 4 ve 5 Kasım tarihlerindeki açıklamalarında kendisine yönelik iftira içerikli ifadeler kullandığı gerekçesiyle 500 bin liralık manevi tazminat davası açmasının ardından basın mensuplarına konuşan CHP lideri Özgür Özel, “Akın kafayı kesiyor ve işlediği cinayetten mesul değil. Böyle mi yaptın sen Akın’a? Akın senin gladyatörün mü? Burası hukuk devleti ise bu kurala uymadıysa, suçüstü yakalandıysa ebeleme, geveleme yok. Ha Akın Gürlek Erdoğan’ın yazılı olmayan anayasasında suç işlemek üzere imparator tarafından görevlendirilmiş suçlarından mesul olmayan gladyatörse, böyle yaptı diye Ekrem Bey içerideyse yarın bana da öyle yapar” diye konuştu.
Özel’in açıklamasından satır başları şöyle:
“2022 yılı 8 Ocak günü, ‘Bay Kemal birilerini havlatıyor, sıkıysa çık, bu havlayanları sustur. Sizin sokak köpeklerinden ne farkınız var?’ diyen kişi bana ağzını bozdu diye kızıyor. Ekrem İmamoğlu’nun tutuklandığı gün eşine, evladına ve babasına o gün sosyal medya trollerinin neler yazıldığını siz de gördünüz. Dedim ki arkadaşlarımızın kendilerini içeri attıkları yetmiyor, haysiyetleriyle oynuyorlar. İtine, köpeğine sahip çık dedim Sayın Erdoğan’a. Bunu kimlere dediğimi herkes biliyor ama burada Sayın Akın Gürlek’in şöyle bir şeyi var; kendisiyle ilgili iddialardan dolayı mesele tartışılmasın diye ‘Bana dedi’ dedi. Sen üstüne alınıyorsan o senin için. Tazminat davası açmış, göreceğiz içeriğini… Akın Gürlek’e ne dediysem açıkça söyledim. O gün dünya kadar eleştirimi yaptım. Erdoğan’a dedim ki saldıranlara; itine, köpeğine sahip çık. Meseleyi buraya taşımaya çalışıyor. Oysa çok açık ve net.
Erdoğan’la ilgili o ağzını bozduğunda neler söylediğini saysam akşam haberde kullanamazsınız. Canlı veren arkadaş varsa yayından çıkmak zorunda kalır. O kadar edepsizlik benim ağzıma da yakışmaz. Sayın Erdoğan insanlara, partimizin kadınlarına neler söyledi…
Bu güzel suyun yüzü suyu hürmetine şunu söyleyeyim; Anayasa var, bağlayıcı hükümler var; 138, 153. Bu iki maddeye rağmen AYM’nin esastan aldığı bir karara İstanbul Çağlayan’daki bir birinci kademe mahkemesi Anayasa’yı yok sayarak direniyor. Sizin Adalet Bakanınızın başkanı olduğu HSK hiçbir adım atmıyor. Türkiye’de hukuk düzenini ortadan kaldırdılar. Birinci kademenin üzerinde böyle bir denetim kalmadı. ‘Uymuyorum’ diyor.
İkincisi Akın Gürlek sizin yönettiğiniz ülkenin anayasasında 140. madde diyor ki hakimler ve savcılar görevleri dışında resmi ya da özel hiçbir görev üstlenemezler, gelir sağlayıcı faaliyette bulunamazlar. Net. Akın Gürlek bir kere 10 ay boyunca İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iken Eti Maden şirketinden Euro bazında ek gelir sağlamış. Görev üstlenmiş. Bu firma Varlık Erdoğan’ın yönettiği Varlık Fonunda olduğu için Varlık Fonundaki bir firmadan da gelir sağlamış kendisine. Kendini kurtarmak için suçüstü yakalandı.
Kendisi dedi ki ‘Ben buna Bakan Yardımcılığımdayken başladım’ dedi. Dönüp bakıldığında Bakan Yardımcısıyken de başlayıp sonra bıraktığını, savcı olduktan sonra bir ay sonra başlayıp ben 2 Temmuz günü Hollanda’ya, Lüksemburg’a bakmak lazım dediğimden 4 gün sonra ayrıldığını görüyoruz. Burası zaten suç. Kendi itiraf ettiği kısımla ilgili Anayasa 140 son hakimlerin, savcıların aldığı idari görevler Adalet Bakanlığı’ndadır ve savcılık, hakimlik unvanlarını taşırlar. Bu sırada aynı kurallara onlar da tabidir. Akın Gürlek İstanbul’dan bakan yardımcılığına giderken meslekten ayrılmadı. Ayrılsaydı şimdi kabulünün yapılması lazımdı yeniden.
“Hakimler savcılar grubunun normal şartlarda toplanıp Akın Gürlek hakkında soruşturma açması lazım”
Bu iki işlem de yok. Meslekten ayrılma, mesleğe geri dönüş. Yani hakim savcı sıfatıyla gitti. Zaten HSK’da adalet bakanını temsil görev yaptı hakim ve savcı sıfatıyla HSK’da başkan vekili olarak. Anayasa diyor ki o dönemde de yapamazsın. Yani Akın Gürlek’e ben bir söyledim. İkinciyi de o itiraf etti. Şimdi hakimler savcılar grubunun normal şartlarda toplanıp Akın Gürlek hakkında bir soruşturma açıp bir muhakkik tayin etmesi lazım. Bunu yapacak cesaretiniz var mı? Bunu yapabiliyorsa Adalet Bakanı kendisine özel bir basın toplantısıyla teşekkür etsin. Adalet Bakanı bunu yapmıyorsa HSK Başkanı olarak bu kadar açık bir ihlalde HSK ne iş yapacak? Bu HSK’yı niye seçiyorsunuz? HSK’nın Akın Gürlek’in kendi ağzıyla söylediği hakimken, savcıyken, hem adalet bakan yardımcısıyken hem İstanbul Cumhuriyet iki ayrı sefer görevlendirip oradan birinde 10 ay, birinde 1,5 yıl maaş aldığı çıkmış ortaya. Daha ne konuşuyorsunuz? Maaş almasa bile görev üstlenemez zaten. Ki maaş almış.
Dün çıkarmış bir avukatını bizim partimizden bizim kitlemize hitap edebilecek bir arkadaşın yanına. Ki o kanal hükümeti rahatsız edecek KJ yazmayın diye kanalın patronunun karısının WhatsApp grubuna yazı yazdığı kanal. Gazeteciliğin en ayaklar altına alındığı kanal. Gazetecilere hakaret edilen kanal. AK Parti’yi ürkütecek KJ istemiyorum arkadaşlar diyor. Bu nasıl altyazı diyor. Kaç kere uyaracağım diyor. O kanalda maaşla çıkmış bir arkadaş karşısına Akın Gürlek’in avukatını getirmiş. İlişkilere bak. Diyor ki ‘Yok efendim önceden oldu.’ O da suç. Sonradan olmadı. Yok başvurduk da bilmem ne de falan filan… Hikayeyi bırakın. Bunların hepsini muhakkike anlatacaksınız. Ben muhakkik raporunda göreceğim. HSK kararında göreceğim. HSK’da bir muhakkik bir yolunu bulacak ve diyecek ki ‘Böyle böyle böyle böyle Anayasa böyle yazıyorken, kanun böyleyken bu belgeler doğruyken -ki doğru olduğunu da inkar etmiyorlar- ‘Akın Gürlek HSK’ya göre suç işlemedi’ diyecek ben o zaman inanacağım. Bir atayın, bir muhakkiki görelim, bir sorgulansın.
Bu adam herkese soruşturma açıyor da soruşturmadan muaf biri olabilir mi ülkede? Bu ayrıcalıklı adam mı? Bir şey mi bu? Vardı öyle ayrıcalıklı adamlar işlediği suçtan sorumlu olmayan. Arena mı burası? Sen arenada imparator musun? Böyle yapınca Akın kafayı kesiyor ve işlediği cinayetten mesul değil. Böyle mi yaptın sen Akın’a? Akın senin gladyatörün mü? Burası hukuk devleti ise bu kurala uymadıysa suçüstü yakalandıysa ebeleme, geveleme yok. Açacaklar soruşturmayı, tayin edecekler muhakkiki, verecekler cezasını. Hepimiz göreceğiz. O zaman hukuk devleti inanır. Akın Gürlek sadece iddia ediyor. Arkadaşlar sadece iddia ettiği kişilerin eşlerinin, çocuklarının pasaportlarını alıyor elinden ya.
Suçu ispatlamadan iddianameyi bile yazmadan, yargılama olmadan, kesinleşmiş yargı kararı olmadan Halen daha açıklamasında İmamoğlu suç örgütü diyor. Bunu demek için bu iddianın yargıda birinci kademede istinafta ve Yargıtay’da onaylanması lazım. O zaman diyebilirsin. Ya masumiyet karinesi diye bir şey var. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Utanç verici bir durum yani. Ha Akın Gürlek Erdoğan’ın yazılı olmayan anayasasında suç işlemek üzere imparator tarafından görevlendirilmiş suçlarından mesul olmayan gladyatörse böyle yaptı diye Ekrem Bey içerideyse yarın bana da öyle yapar. Öbür gün ona da yapar. Ona da yapar. Sıra bir gün sana da gelir ama.
Böyle düzen olmaz. Bu anayasa hepimizi koruyor. En çok da en baştakini korur anayasa. Neden? En çok hedefte olan odur. Bak darbe girişimi oldu. Anayasayı kaldırmaya kalktılar. Akın mı koştu? Özgür mü koştu? Anayasal düzeni korumak için o akşam. Babamın oğlu değil kimse. Hayatımızı tehlikeye attık. Bombalanan Kapalı Meclisi açtık F16’dan bomba yedik. Niye? O anayasa o meclisi korusun diye. O anayasa Cumhurbaşkanını da koruyor. Hepimizi koruyor. Sen anayasanın bir sayfasını görme. E mülkiyet hakkına olacak. Hepimizin tapuları var. Ne olacak? Evlilik cüzdanlarıyla mı kadınların nafaka hakkı var. Çocukların onun üzerinden miras hakkı var. Hepsi anayasada düzenleniyor bunların. Allah aşkına ne yaptıklarının farkında olsunlar yani. Bu kadar söylüyorum.
Kuryelerle empati yapın
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Emeğin Türkiye’si Motokuryeler Buluşması” programında yaptığı konuşmada da kötü çalışma koşullarına tepki göstererek, “Bundan kelli CHP sömürü düzeninin baş düşmanıdır. Arkadaşlara bu düzeni dayatanların yakasından iki elimizi çekmeyeceğiz” dedi. CHP lideri, sipariş verenlerden, “Daha pizzanı bitirmeden, köşebaşında bir evladımız hayatını kaybetmesin istiyorsan, bu gelene düşük not verme, puanlama veya şikâyet telefonu açma” diye ricacı oldu. Özel, vatandaşları empati kurmaya davet etti.
Özel, vergilerle ilgili de, “Hiç olmazsa motokuryeler için motorlu taşıtlar vergisinin derhal sıfırlamak. P1 belgesinin ücretini sıfırlamak. Burada bir şey varsa da motokurye arkadaşlarımızı kullanan şirketlerden alması gerekiyor. Gelecek hafta biz de meclis’te gündeme getireceğiz” diye konuştu.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin genel merkezinde gerçekleştirilen Emeğin Türkiye’si Motokuryeler Buluşması’na katıldı.
Özel’in açıklamaları şöyle:
“Samet’in vefatının yıldönümünde buradayız”
“Önemli bir çalışma yürüttü arkadaşlarımız ve anlamlı bir günde, bir yas gününde, bir yasın üçüncü yıldönümünde buradayız. Biraz önce kendisi, Berna arkadaşımızı bizim Parti Meclisi üyemiz buradaydı. Biz ‘Bir Parti Meclisi üyemizin kardeşi kaza geçirdi’ diye durumdan haberdar olmadık. Biz kazadan önce Berna’yı da tanımıyorduk, ailesini de tanımıyorduk. Kazadan sonra hem taziye, hem de devamındaki hukuki süreçleri takip ederken aileyle tanıştık. Daha sonra da Parti Meclisi’nde bir değişiklik yapma imkanı ortaya çıktığında da Berna’ya bu mücadeleyi Parti Meclisi üyemiz olarak sürdürmesini, Parti Meclisi üyesi olarak daha yakından çalışabileceğini söyledik. O da öyle yaptı. Diğer yanda da biraz önce yine kendisi size hitap eden Genel Başkan Yardımcımız Gamze Hanım kendi alanıyla ilgili sizin sorunlarınızı daha teknik tarafından zaten çalışıyordu. İkisi birden bugün böyle Samet’in maalesef üçüncü ölüm yıldönümünde ki sağ tarafta Samet’in o gün kullandığı aracı, önümüzde kaskı var. Her iki yanda da kaybettiğimiz meslektaşlarınızın resimleri, kaskları, eldivenlerinin olduğu bir yerde sizlerle birlikteyiz. Ana muhalefet partisi genel başkanı bir yerde konuşunca, bir toplantı yapınca bunu televizyonlar canlı yayınlıyor, daha fazla haber oluyor. Ben bugün burada Türkiye’nin bütün yakıncı gündemlerine, olanca soruna rağmen sadece sizin sorunlarınızı konuşacağım ki konuşmanın dönüp de başka bir tarafı haber olup, sizin sorunlarınız, problemleriniz görünmez hale gelmesin veya gölgelenmesin diye.”
“Sağlıkçılara da size de haklarınızı ödemediler”
“Öncelikle kimlerle beraberiz? Pandemide herkes evindeyken biz kapı dışarı çıkmazken hepimiz can korkusuyla sokağa adım atamazken atmamamız da gerekirken sizler dışarıdaydınız. Kiminiz ekmeğimizi getirdiniz, kiminiz acil ilaç yetiştirdiniz. Kışın en zorlu şartlarda yağmurun, çamurun altında, don üzerinde, kaygan zeminlerde ve yazın katlanılamayacak sıcaklarda siz işinizi yapmaya çalıştınız. O süreçte zaman zaman bu emeğin görünür olması, değer bulması da söz konusuydu. Sağlıkçılar gibi size de dediler ki ‘Hakları ödenmez.’ Sonra sağlıkçılara da size de hakkınızı ödemediler. Sözlerini tuttular yani. Motokuryelik pandemi öncesinde de zaten zor bir meslekti. Ancak sizleri hepimiz pandemiyle birlikte daha çok tanıdık. Dünyanın dört bir yanında da benzer bir şey oldu. Uzaktan çalışma, elektronik sipariş, elektronik ticaret 10 yılda alacağı mesafeyi bir yılda aldı. 15 yılda ulaşacağı kullanıcılara şirketler bir yılda ulaştılar. İnanılmaz karlılıklar, inanılmaz yatırımlar oldu. 10-15 yıl içinde bir noktaya getireceklerini düşündükleri şirketleri milyarlarca dolara büyütenler oldu, satanlar oldu. Bu şirketlere yatırımlar yapanlar oldu. O sırada bu alan büyürken otomatikman işin sokakta yapılacak kısmına ihtiyaç oldu. Orası da hızla büyümeye başladı. Tabii motokuryeler, enteresan bir veri var; şu anda kayıt dışı olanlarla birlikte 350 bin kişiye ulaşmış durumda. Bunların yüzde 80’i yani yaklaşık 250 bin kişisi pandemiyle birlikte işsiz kalanlardan oluşuyor. İşsiz kalıyor ve yapacak başka bir iş bulamadığı için motokuryelik yapıyor. Pandemide işini kaybedenler bir grup. Üniversite öğrencisi olup ağırlıklı olarak, okuyabilmek için geçinmeye, barınmaya ihtiyacı olup bunun için motokuryelik yapanlar yine önemli bir grup. Önemli bir diğer grup da ikinci iş olarak bu işi yapanlar. O da kimi sekiz saat, kimi daha eksik bir mesainin üzerine bu ağır işi yapan, böylelikle bir kazaya yorgunluk ve dikkat dağınıklığı sebebiyle çok daha açık olan bir grup.”
“Motokuryelik 350 bin kişilik bir sektör haline geldi”
“TÜİK’e göre son beş yılda motosiklet sayısı yüzde 90 artmış. Şu an 7 milyona ulaşmış durumda. 2024’te 126 bin olan motokurye, resmi rakamlarla 200 bine çıkmış ama sizlerden aldığımız, arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalarla, kayıt dışı çalışmalarla birlikte 350 bin kişilik devasa bir sektör haline gelmiş. Sayı arttıkça; aslında normalde meslek bilinir, görünür oldukça, burada bir örgütlenme, mücadele ve sorunların azalması beklenir. Ama maalesef böyle olmuyor. ‘Esnaf kurye’ modeli adı altında güya özgürlük diye pazarlanan, biraz önce değerli kardeşimin ifade ettiği gibi, her şirket bir şey buluyor. ‘Sen bizim kar ortağımızsın.’ ‘Sen bizim iş ortağımızsın.’ ‘Sen bizim çözüm ortağımızsın.’ Ortaksam, ettiğin karı paylaşıyorsan ortağızdır. Parayı sen kazanacaksın, ben senin için sadece bir maliyet kalemi olacağım. Bunun için de algoritmalar kuracaksın. Motorun nereden gittiğinden, hangi sürede gittiğine, neyi teslim ettiğine kadar yapay zekayla analizler yapacaksın. Günde 12-17 saat beni çalıştıracaksın. Ondan sonra o yöne giderken bir paket daha varsa, ki o paketi siparişi verenden teslimat parasını içinde alıyor zaten, oraya giderken normalde iki kere gitmek gibi değil de 1,5 kere gitmek gibi, o paranın yüzde 50’sini de alıp bana hak ettiğimin içinden kesip yarısını vereceksin. Karına kar katacaksın. Sonra ‘Biz iş ortağıyız.’ Ortak dediğin kâra ortak olur. Emeği sömürülen, hem de bütün dijital imkanlar yapılarak emeği sömürülen birisine ‘ortak’ demekle ortak olunmaz, ‘esnaf’ demekle esnaf olunmaz.”
“Devlet hızla bu iki adımı atabilir”
“Paket başına ücret sistemi hem sömürüye, hem de baskıya mahkum ediyor. Biraz önce söylendi, kişisel koruyucu ekipmanlar… Bunlar kalite kalite ki gerçekten koruyucu olanların 70 bin lira gibi maliyeti olduğunu ifade ediyor arkadaşlarımız. Vergi, sigorta primi sizlerin cebinizden çıkıyor. Bir de üstüne yılda iki kez Motorlu Taşıtlar Vergisi veriliyor. P1 belgesi diye bir şey var; alınmalı, zorunlu ve bu da bir mali yük getiriyor. Vergi almak, Motorlu Taşıtlar Vergisi almak şöyle bir şey: Sen aracını alıyorsun. O aracınla geziyorsun, tozuyorsun, çevreyi de kirletiyorsun. Bunun için de devlet senden bir vergi alıyor. Ama işini bu olmaksızın yapamayanlardan böyle bir vergi almak zorunlu değil, bu işin bir parçası. Hiç olmazsa motokuryeler için Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni derhal sıfırlamak, P1 belgesinin ücretini sıfırlamak ve burada bir şey varsa da bunu bu motokurye arkadaşlarımızı kullanan şirketlerden almak gerekiyor. Devletin bence hızla atabileceği iki adımı biz de bu toplantıdan sonra Meclis zemininde gelecek hafta gündeme getireceğiz. Zorlu hava koşullarında siparişlerin yetiştirilmesi isteniyor. Burada bizi izleyenlere, dinleyenlere bir farkındalık olsun diye söylüyorum. Motokurye yanından hızla geçince ki hızla geçmemeli, kurallara uymalı, trafikte kendini de trafiği de tehlikeye atmamalı. Ona kızıyorsun. Sonra eve gidiyorsun, arabayı park ediyorsun, sipariş veriyorsun. Sipariş beklediğin saatte, dakikada gelmeyince ya da çok açsın ve bir an önce gelmeyince geç gelen motokuryeye de kızıyorsun. Burada hepimize düşen bir vicdani sorumluluk da var. Yapılan işin ne kadar zor ve tehlikeli, evimizden ayağımızı uzatmış bu hizmeti beklerken kapıya gelene kızmak, trafikte onlara kızmak, bu kadar büyük bir çelişkinin aynı anda tarafı olmamak lazım. Anlayışlı olmak lazım. Empati kurmak lazım. Saygı duymak lazım. Esnaf değilsiniz, çünkü tekel şirketlere bağlı çalışıyorsunuz. Sizi işçi olarak kabul etmiyorlar. iş kazası geçirildiğinde bu yüzden gelirden mahrum kalınıyor. Sendika, toplu sözleşme hakkı yok. Bu konuda gayret gösteren sendikaların emekleri çok kıymetli ama doğru bir iş kolunun doğru şekilde bu şirketler üzerinden örgütlenmelerine imkan verecek yasal düzenlemeler yapmak lazım. Teslimat, rota, puanlama gibi algoritmalarıyla işten atılma gibi vicdansız, insafsız bir iş var karşıda.”
“Soma’da da buna ‘haydi, haydi düzeni’ diyorlardı”
“‘Tehlikeli işkolu’ olması lazım, emin olun madencilerden az değil bu. Buna ilişkin mevzuat lazım. Tekel şirketlere kar getiren, size güvencesizlik ve baskı getiren bu algoritma üzerinden çalışma meselesi bana demek ki bir yandan da tevafuk olmuş. Değerli arkadaşım da dedi ki ‘Biz madencilere çok benziyoruz.’ Ben Soma maden kazası olmadan altı ay önce, ‘Ya bu Soma’da bir şey olabilir’ dedim. İşçiler madenlere uğurlanırken, işçilerin madene giderken kullandıkları servis durakları var. Biz oraya giderdik. Onları hem uğurlar, hem onlarla sohbet eder, hem de dertlerini dinlerdik. Madenle ilgili bir şeyler söylüyorlardı. Dedik ki ‘Normal yollardan yapılan denetimler sonuç vermiyor anlaşılan. Buraya bir Meclis baksın.’ Arkadaşların anlattıkları, işte ‘Çok halsiz gidiyoruz. Uykuya doyamıyoruz, çizmemiz yarıya kadar su oluyor’ filan. ‘Bir şey olacak burada. Bir bakın, bakalım’ demiştik. Kazadan da herhalde 22 gün önce bunu Meclis kürsüsünde elimde bir madenci baretiyle Dünya İş Kazalarını Önleme Günü’nde bir daha konuşmuştum. Maalesef o zaman Adalet ve Kalkınma Partisi bu komisyonun kurulmasını reddetti. Sonra maden patladı ve 15 gün sonra ‘Gelin, bu komisyonu kuralım’ dediler. Bu komisyonla önce madencilerden duyduklarımı, onların ölümünden sonra bu sefer ailelerinden duymaya başladım. Orada duyduğumuz en büyük şey, teknik terim olarak biz bunu ‘üretim baskısı’ diye yazdık komisyon raporuna. Ama madenciler ve aileleri buna ‘haydi, haydi düzeni’ diyorlardı. Şimdi madenci bir yandan çalışıyor. Belli bir sürede, belli bir miktar kömürü çıkarıp, yükleyip, yollaması lazım. Bunu tutturmak için vardiyaların, vardiyalarda takımların, takımlarda her bir madencinin üzerine düşen bir kota var. Başında da ‘dayı başı’ dedikleri, formen denen takımın başı var. Dayı başı direkt patrona bağlı ve getirdiği 10 kişiden, 20 kişiden, 30 kişiden sorumlu. Sürekli onlara ‘haydi, haydi, haydi’ diyor. ‘Daha hızlı, haydi.’ Öyle anlatanlar vardı, diyor ki ‘Bunaldım.’ Dönecek. Çizmeyle beline basıp ittiriyormuş kömüre doğru. ‘Haydi’ diyormuş. Dinlemiyor. Madencinin birinin annesi anlattı. ‘Oğlum bana ömründe hiç bağırmadı. Bir kere bağırdı’ dedi. ‘Oturmuş, yerde sinide kahvaltı yapıyordu’ dedi. Yavaş yiyormuş, dalmış televizyona bakıyormuş. ‘‘Haydi oğlum, yap kahvaltını’ deyince bir bağırdı bana’ dedi. ‘Haydi, haydi, haydi. Öldürecekler beni, bir de sen deme bana. Bütün gün haydi duydum ben’ demiş.”
“İyiye giden bir şey yok, 75 motokurye hayatını kaybetti”
“Şimdi sizin bu işi görünce, bu çok benzer biçimde ‘haydi, haydi düzeni’ aklıma geldi. Orada patron vardiyaya, vardiya takıma, dayı başı madenciye ‘haydi’ derken; burada da algoritma ‘haydi, haydi’ diyor. Sonra da öğrendim ki belli bir şeyi yakalamazsan, anladığım ‘hesabın kapatılması’ dediğiniz de o. Pat diye işten çıkarılıyorsunuz. Sipariş gelmemeye başlıyor. Bu kadar vicdansız ve acımasız düzen olmaz. 2023’te 68 arkadaşımız hayatını kaybetmiş, 2024’te 63 olmuş. 2024’te beş kişi az olunca şöyle düşünülmüştür: ‘Acaba alınan bazı tedbirler mi? İyiye mi gidecek bu iş?’ diye. Bu sene, 10 ayda 75’e çıkmış. Yani iyiye giden bir şey yok. 12 ayda 63 olan sayı, bu sene 10 ayda 75’e çıkmış. Üç yılda da burada isimlerini gördüğünüz 206 tane arkadaşımız hayatını kaybetmiş. Tabii ben Soma acısını çok yakından yaşamış birisi olarak iki yanımda iki anne ve Samet’in annesi, işte kardeşini dinlediniz, babası orada. Tevfik’in annesi orada oturuyor, bana diyor ki ‘Oğlumu öldürene yedi yıl verdiler, Ankara’ya gelince beş yıla düştü. Bu niye böyle oldu?’ Ben de sorunun cevabını bilmediğim gibi, böylesine işte boğazından bıçakla darbediyor, sıkıştırıyor, öldürüyor bilmem ne yapıyor veya ölüme sebebiyet veriyor. Bu işler niye yedi yıl oluyor, diye beşe iniyor, yarısını yatıyor, öbür yarısına Covid affı uygulanıyor. Yani senin evladın ölüyor ondan sonra öbür taraftan bu cinayetin tarafı hiçbir şey olmamış gibi ortaya çıkıyor. Zaten neydi o Muhammet Hasan Şeyh Mahmut. Somali Cumhurbaşkanının oğlu. Kayıtlar çıkana kadar gizlediler biliyorsunuz cinayeti. Sonra Yunus Emre Göçer’i öldürdüğü ortaya çıktı. Sonra karşılıklı diplomasi, 2,5 yıl hapis, paraya çevir 27 bin 300 lira. Aile ortadan kayboldu. Yoksul bir ailenin yürek yarasıyla kan parasını temizlediler, örtüştürdüler götürdüler. Böyle acayip bir şey yaşadık. Yani işin bir tarafında da bu var.”
“Eskiden kapkaç diye bir suç vardı. İllallah bir belaydı. Günde sabah üç kapkaç, akşam beş kapkaç. Yapan buradan yapıyordu, bu kapıdan giriyordu emniyete bu kapıdan çıkıyordu. Ve kadınlar yerlerde sürükleniyor, yaralanan, ölen… Ama kapkaç meselesi büyük bir bela. Ne oldu kapkaça? Var mı şimdi kapkaç? Varsa da yılda herhalde bir tane okuyor muyuz gazetede? Yok, kapkaç yok. Niye yok biliyor musunuz? Bir gün Meclis’in canına tak etti. Partiler harekete geçti. Kapkaç öyle bir yıldan üç yıla kadar bilmem ne suçu olmaktan, biraz da abartarak ‘İki kişiyse biz bunu organize örgüte sokalım. Önceden planladıysa planlıya sokalım. Kişi yere düştüyse öldürmeye, kasta sokalım.’ Öyle oldu ki biri bir kapkaç yaptı, mahkeme 18 yıl falan cezasını isteyiverince kapkaç bitti. Cezanın caydırıcı olması ve uygulanabilir olması lazım. Öyle işte annem gibi eline alıp da ‘Benim oğluma neden böyle oluyor?’ diye kapı kapı gezmek zorunda kalmaması lazım zaten yüreği yanmış annelerin. Bu konuda Meclis’e önemli görevler düşüyor. Biz bu toplantının bir çıktısı olarak, Gamze Hanım da Ankara Milletvekili, bunu Meclis’te bir kez daha daha önce soru önergeleri, kanun teklifleri oldu ama, Meclis’i harekete geçirmek üzere adımlar atacağız.”
“Dünyada bazı iyi şeyler var. Avrupa Birliği, dijital çağın görünmez işçileri için tarihi bir karar aldı. Sosyal güvenlik, asgari gelir, iş sağlığı ve sendikal haklar konusunda ortak standartlar koydu. Türkiye’ye düşen, madem ki bir de Sayın Erdoğan’a Almanya Cumhurbaşkanı, Türkiye’de yargıdaki sorunları söyleyip ‘Bunlar Kopenhag Kriterleri’ne uygun işler değil’ deyince, ‘Kopenhag’a gerek yok. Bizim Ankara Kriterlerimiz var’ diyor ya. O zaman Avrupa Birliği’nin Hans için çıkardığı bu standardı yap bakalım Ankara Kriterleri, bizim Hasan’a da uygulayalım. Uygulayalım bu işler çözülsün o zaman. Bunu getireceğiz Meclis zeminine tartışmaya. Kimse, hiçbir platform ‘Ben aracıyım’ diyemez. Dünya kadar mahkeme kararı var. Devlet kömür madenini işletiyor, arada bir tane aracı var, onun altında alt işveren var. Kaza oluyor ya da hakkını vermiyor. Bu vermemiş, üstteki diyor ‘Ben aracıyım.’ Vallahi öyle mahkeme kararları var ki devlet bile diyemez ‘Ben aracıyım.’ Müteselsil sorumluluk var herkeste. Bu yüzden bizim Hukuk Komisyonu burada çok değerli hem anayasa hukukçusu ve Gölge Adalet Bakanımız var, hem partimizin Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız var. Biz bu meselelerde hani işin, adaletin birinci kademede mağdur, ölen kişiye, yaralanan kişiye elbet destek veriyoruz ama bu tip davalarda sonuna kadar gidilip, bu ‘Ben sadece aracıyım’ meselesinden bunu yapan şirketlerin bu kolaycılığından arkadaşları kurtaracak, sonuna kadar bütün süreçleri takip edecek, kamuoyu oluşturacak işler yapmamız lazım. Eskiden maden şirketleri kurtarıyordu kendini. ‘Ben aracıyım, alt işveren iflas etmiş o ödememiş.’ Sonunda hepsi kaçtı, devletten bile parasının alınması başarıldı. Biz bunu bu şekilde yapmamız gerekiyor.”
“Biraz önce ezberden söyledim notumda da yazıyor. Saati, rotası, hızı hatta ne kadar kazanacağı bir algoritma tarafından belirleniyorsa, o işçi bağımsız değildir. Açıkça o algoritmayı yazan şirkete bağlı çalışandır. Oranın işçisidir. Güvencesiz şekilde ter akıtmanıza, yol yapmanıza, sigortasız, asgari gelirden yoksun, molası bile yazılımın elinde bu emek sömürüsüne karşı büyük bir mücadele vermek gerekiyor. Bu ‘emeğin dijitalleşmesi, dijitalleşen emek bilmem ne’ parlak parlak laflar söylüyorlar, sömürünün dijitalleşmesine sosyal demokrat bir parti sorumluluğu da bundan sonra biz de çok daha fazla şekilde bu işin üzerine gitmeliyiz. Bizim açımızdan da bu çalışma çok yerinde, sorumluluklarımızı da hatırlatan veya göremediğimiz kısımları bize gösteren bir yer oldu. Emeğin dijitalleşmesinin yanında, sömürünün dijitalleşmesine de savaş açmamız gerekiyor. Bu koruyucu ekipmanların ücretsiz olmasını, sosyal güvenlik primlerinin tüm şirketlere ya da tek şirketle çalışıyorsa direkt oraya yüklenmesini, uygun olmayan şartlara zorlanan şirketlerin mutlaka tespit davalarıyla yakalanıp, hukuken tespit edilip, bu şirketlere sakat bırakmaya, öldürmeye teşebbüs, buna sebebiyet verme gibi meseleler üzerinden olay olduktan sonra değil; olay olmadan önce bunun varacağı sonuçlar açısından suç duyuruları yapmak ve etkin bir hukuki mücadele vermek önemli. Buradan yazılım emekçisi sistemden silebiliyorsa buna hukuk sessiz kalmamalı, itiraz hakkı olmalı. Son kararı makineler değil, vicdan vermeli diye arkadaşlarımız bana önerilerimizi sıralamışlar.”
“Bütün dediklerimi dört temel başlıkta toparlayacak olursam. Bunlardan birincisi; esnaf kurye yalanı ya da ‘Siz bizim iş ortağımızsınız’ yalanından bu sektörün bütün çalışanlarının kurtarılması lazım. ‘Kendi işinin patronusun. Sigortanı kendin yatır, sosyal güvenliğini kendin yap, ekipmanını kendin al’ gibi hem güvencesizliğe, sigortasızlığa, kadrosuzluğa, hem de ekonomik şartlardan dolayı daha kalitesiz ekipmanlar yüzünden hayatın tehlikeye atılmasına karşı net bir duruş göstermek gerekiyor. İkincisi; yaşam hakkı güvence altına alınmalı. Kuryeye hız dayatan, performans kriterleri getiren, ölümle yarıştıran dijital ya da normal yollardan verilen ne talimat varsa, bunlar denetlenmeli, önüne geçilmeli. Çocuktan motokurye olmaz. Çocukların yeri okuldur. Bu alana çok sıkı bir denetim yapılmalı. Son olarak da; adil ücret bir haktır, asgari ücretin altında işçi çalıştırmak suçtur ve hırsızlıktır. Yıpranma payı vermemek, fazla mesai vermemek. Sonunda bu ayıp maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de var. İşi bıraktığı zaman kıdem tazminatı alamamaya sebebiyet verecek, adına ne deniyorsa, esnek çalıştırma, dijital bilmem ne ıvır zıvır. Bunların hepsine karşı mücadele etmek gerekiyor.”
“Buradan bütün şirketlere söylüyorum. Biz kimsenin düşmanı değiliz. Sermayenin düşmanı değiliz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalkınmacı bir ekonomik programı var. Daha çok kazanmak, daha verimli işlerde çalışmak ve hakça bölüşmek üzerine. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bir dönem bana dediler ki ‘Özgür Özel, maden şirketlerine düşman mı?’ Hiç düşman değilim. Ama maden şirketi ‘Hadi hadi’ düzeniyle, emek sömürüsüyle, işte bir takım kriterler koyarak felaket yaratıyorsa ben onun düşmanıyım. Bugün burada bu salonda bulunan ve derdi olan, bu salonda bulunmayan ve derdi sorunu olan 300 bin arkadaşımızı çalıştıran herkese söylüyorum. Zaten iktidar olunca öyle olacak, ama bundan sonra Cumhuriyet Halk Partisi bu sömürü düzeninin baş düşmanıdır. Bu arkadaşlara bu düzeni dayatanların yakasından iki elimizi çekmeyeceğiz. Bu kadar net söylüyorum. Sözümüze değer veren herkese de söylüyorum. Sen daha pizzanı bitirmeden köşe başında bir evladımız hayatını kaybetmesin istiyorsan, bu gelene düşük not verme, puanlama veya şikayet telefonu açma, şikayet hattına bilmem ne yapmak yerine empati kurmayı hepimiz yapmalıyız. Motokurye arkadaşlara da söylüyorum. Her yerde, her partide, her meslekte iyiler olduğu gibi kötüler vardır. Yanlış yapanlar vardır. Yanlış yapanları uyarmak ve bu konuda özdenetim mekanizmaları kurmak, bir kişinin yanlışının genel olumsuz yargılara evrilmesine engel olur. Bu konuda da biz kendi deneyimlerimizle, meslek örgütlerinin deneyimiyle, sendikaların deneyimleriyle sizleri buluşturmayı, bu alanda da doğru meslek içi eğitimler, etik kurallar, bir takım disiplin mekanizmaları ile kendi iç denetiminizde bir tane çürük elmanın bütün bir sepeti berbat etmemesi için de sizin de gayretler göstermenize biz de katkı sağlamak isteriz. Baba ocağımızı şereflendirdiniz, bu önemli günde. Özgül ailesinin bu yas yıldönümünde ve değerli yüreği yanık annemin Tevfik evladı için adalet aradığı bu günde bizimle birlikte oldunuz. Bütün acıları yüreğimizde hissediyoruz. Her birinizin de sağlıkla, mutlulukla çalışmanızı ve emeğinizin karşılığını almanızı ve bu meslekte ne kadar istiyorsanız o kadar çalışmanızı, gönlünüzün rıza gösterdiği gün bırakabilmenizi, başka işlerde çalışabilmenizi, bu mesleği çok sevenlerin bu meslekten sağlıklı emekli olabilecekleri bir düzenin tesisini hepiniz için ümit ediyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak sizi duyduk, sizi görüyoruz, sizi seviyoruz. Mücadelenize bundan önce olduğu gibi bundan sonra da destek vermeye devam edeceğiz. Çok teşekkür ederim.”

