Kıskançlık artık sadece partneri, arkadaşı, güzeli, başarısı olanı kıskanmak değil; çok daha derine iniyor. Yeni nesil kıskançlıkların en acı vereni aile üzerine kurulu. İnsanlar artık en çok birbirlerinin aile huzurunu kıskanıyor. Başkasının annesiyle ilişkisini, babasının sıcaklığını, kardeşlerin yakınlığını, akşam yemeklerindeki kahkaha tonunu kıskanıyorlar. Kıskançlık romantik ilişkiden çıkıp, ailenin iç sıcaklığına doğru kaydı. Modern çağın en sessiz sızısı bu: “Keşke benim ailem de böyle olsaydı.”
Kimse bunu açık söylemiyor, ama herkes biliyor. Bir arkadaşının evine gidiyorsun, annesi ona sarılıp çay koyuyor, babası onunla tatlı tatlı şakalaşıyor ve içinden minicik bir şey kırılıyor. Bu kırılmayı kimse görmüyor, kimse duymuyor, kimse konuşmuyor. Ama herkes yaşıyor. Artık kıskançlık sadece birinin güzelliğini değil, onun gördüğü sevgiyi kıskanmak. Bu sevgi kıskançlığı, yeni neslin en keskin duygusal yarası. Kimsenin “ben kıskandım” diyemediği ama herkesin içten içe yaşadığı, kimsenin adlandıramadığı gizli bir acı.
Kıskançlık bir zamanlar “o daha zengin, o daha güzel, o daha şanslı” üzerinden yaşanıyordu; şimdi “o daha seviliyor.” İnsanlar artık başkasının annesiyle kurduğu yakınlığı, babasıyla konuşma şeklini, ailesinin sağlıklı iletişimini kıskanıyor. Çünkü yeni nesil, bozuk aile düzenlerinin yaralarını taşıyor. Birinin aile fotoğrafındaki sıcaklığı görmek bile içi burkuyor. Kimi, çocukken görmediği şefkati başka birinin üzerinde görünce kıskanıyor. Kimi, babasından duymadığı bir cümleyi başkasının babası kolayca söyleyince kendine kırılıyor. Bu kıskançlık duygusu, dışarıdan bakınca görünmez ama içte taş gibi ağır.
Modern insan artık kendisini bir başkasının evindeki huzura göre tartıyor. Bir arkadaşının evinde sofranın kurulduğu düzen, ses tonları, kahkahalar, espriler, aile bireylerinin rahatlığı, anne–baba arasındaki sıcaklık… Hepsi içten içe kişiye kendi eksiğini hatırlatıyor. Çocukken eksik kalan şeyler yetişkinlikte kıskançlığa dönüşüyor. Bu kıskançlık haset değil; özlem. İnsanın çocukluğuna duyduğu özlemin başkasının evinde tokat gibi yüzüne çarpması.
İlişkilerde yaşanan “cool kıskançlık” neyse, aile kıskançlığı onun daha derin versiyonu. İnsan partnerini kıskandığını sakladığı gibi, bazen kendi ailesini de utana sıkıla kıskanıyor. Kendi ailesinin eksiklerini başka bir ailede görüp içten içe acı çeken koca bir kitle var. Kimse “Ben böyle bir aile isterdim” demiyor ama çoğu insan bir başkasının aile sevgisini kendi hayatındaki en büyük eksik olarak hissediyor.
Aile kıskançlığı en tehlikelisi çünkü insan kendine bile itiraf etmiyor. “Annem bana bunu hiç demedi,” “Babam benimle böyle konuşmadı,” “Bizim evde böyle kahkaha hiç olmadı,” demek bile ağır geliyor. Bu duygu içte biriktikçe kıskançlığa dönüşüyor. Kimse bu kıskançlığa kötü demiyor; çünkü bu kıskançlığın adı bile konulamıyor. İnsanın en derin yarasına dokunan bir duygu bu. Kendi ailesiyle barışamayanlar, başkasının ailesinin huzuruyla daha çok yüzleşiyor ve bu yüzleşme kıskançlığın en sessiz, en içten versiyonunu yaratıyor.
Kıskançlık bugün ilişkilerde cool görünmek için saklanan bir duygu, arkadaşlıkta pasif agresif yaşayan bir refleks, ailede ise utangaç bir sızı. İnsan partnerini kıskanıyor ama çaktırmıyor. Arkadaşını kıskanıyor ama tebrik ediyor gibi davranıyor. Aile sıcaklığını kıskanıyor ama kendine bile söyleyemiyor. Kıskançlık öyle bir şekle girdi ki herkes kıskanıyor ama kıskandığını kimse bilmiyor; hatta çoğu zaman insan kendisi bile fark etmiyor.
Kıskançlık kötü bir şey değil. Kötü olan, kıskançlığı saklayıp kendi içine biriken tortularla yaşamaya devam etmek. Kıskançlık bugün insanların duygusal röntgeni haline geldi; kimin ne eksikse, ne yaralıysa, ne özlem doluysa, kıskandığı yer de orası. Modern hayatın en dürüst itirafı belki de şu: İnsan kimi kıskanıyorsa, aslında en çok orada eksik.
Ve kimse konuşmuyor ama herkes biliyor:
Kıskançlık başkasını küçültmez, insanın kendi yarasını büyütür.
Yarasıyla yüzleşen kıskanmaz; yarasını saklayan kıskanır.

