Kavga-döğüş ülkesinin geçmiş günlerinde bir yurt gezisine çıkmışım gibi, üzerine söz edeceğim şu iki kitabı birlikte okudum.
İlkini bana Büyükada’da vapur iskelesinin girişinde ‘bir yakın tarih hatırası’ gibi direnen küçücük kitapçının Rum asıllı emektarı önermişti.
Meri Çevik Simyonidis’in hacimli kitabında, ‘kimler geldi kimler geçti’ denilerek, kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey’in Büyükada’ya çıkışıyla başlayıp sürgündeki Troçki’nin ada günlerine, önemli yazarlardan, fahri konsoloslara, buzukicilere… “Adanın İnsanları” anlatılıyordu.
Benim de tanıdığım Ferruh Ertürk Bey yakın zamana kadar (2011) iskeleye ait o daracık mekânda adanın yakın tarihine ilişkin -onun yazdıkları da dahil- kitapların yanısıra kendi eseri olan Büyükada peyzajı tablolarını sergilerdi.
İkinci kitabı bir tanıtım yazısında gördüm.
Adı, “Lakaplar ve Öyküleri” idi.
Doğma büyüme Milaslı bir diş hekimi olan Mehmet Rüştü Birlik Bey, 50 yılı aşkın saha çalışmasını kitaplaştırmış; bazı yerli ailelerle birebir görüşerek, Milas’ta 20. yüzyıldan günümüze uzanan lakaplar ve bu lakapların ilginç öykülerini yazmış bir sözel tarih çalışması olarak. Osmanlı dönemi mezar taşı kitabelerinden örnekleri bir araya getirmiş.
Bazan, nostaljik bir vapurla içine edilmiş Marmara’yı usul usul yararak şehre dönerken, çok acı şeyler de görmüş o adaların geride kalan vakur silüetine bakıyorum.
Veya, İstanbul’u -üstelik kendine özgü kişilikli yaşamıyla değil- nevzuhur heveslerle yazık edilmiş serencamıyla oraya taşımak için elden gelenin arda konulmadığı Bodrum’un, eski kasaba hâlini hatırladığımda; şimdi bir moda gibi iliklerimize sinecek kadar yayılan Yunan adaları merakımızın ne kadar hazin bir ‘geç kalış’ olduğunu düşünüyorum.
Hafızanın içinden geçerek yazılmış o tür kitaplarda, üzerinde birlikte yaşadığımız topraklara özgü, derin bir geçmiş var.
Ondan henüz büsbütün kopmamış olma hissi insana iyi geliyor.

