Saman Alevi Gibi Parlayan Programlar ve Türkiye’nin Gerçek İhtiyacı
03 Aralık 2025

Türkiye’de siyasi partilerin –ve zaman zaman hükümetlerin– programları yüksek beklentilerle duyurulur, birkaç hafta tartışılır ve sonra hızla gündemden düşer. Sayfalar dolusu reform başlıkları hazırlanır; fakat sahadaki gerçeklik kısa sürede bu metinlerin ömrünü tüketir. Yıllardır bu programları okuyan, değerlendiren ve kimi zaman hazırlanışlarına katkı veren biri olarak, bu döngünün neredeyse hiç değişmediğini görüyorum.

Özel meraklarımdan biridir: parti programlarını incelemek, artılarını eksiklerini tartmak, gerektiğinde hazırlık ekiplerine eleştiri ve öneri sunmak. ANAP döneminden bu yana pek çok çalışmaya gönüllü katkı verdim; Ecevit hükümetinde Çin’in stratejik ortak olarak programa girmesine, Mesut Yılmaz döneminde ekonomik diplomasinin icraatın parçası yapılmasına destek oldum.

AK Parti’nin 2023 vizyonu hazırlanırken — bu alanda üç kitap ve çok sayıda makale yazmış biri olarak — davet edildiğimde yine katkı sundum. CHP ve MHP tarafında da ihtiyaç duyulduğunda görüş bildirdim.

Ancak bütün bu deneyimin sonunda ulaştığım sonuç şaşırtıcı derecede yalın:

Türkiye’de parti programları büyük iddialarla başlar, birkaç gün parlar ve sonra saman alevi gibi söner.

Ülke hızla başka gündemlere savrulur; metinler raflara kaldırılır; vaatlerin niçin hayata geçmediğini soran çıkmaz. Çünkü siyasi sistem, programların kurumsal hafızaya dönüşmesini sağlayacak mekanizmalardan yoksundur.

Program Neden Hayatta Kalmıyor?

Türkiye’de parti programlarının kaderi kurultay salonlarında belirleniyor. Sloganlar öne çıkıyor, liderlik dengeleri konuşuluyor, kulisler gündemi domine ediyor. Programlar ise çoğu zaman görünmez kalıyor.

CHP’nin son kurultayı buna tipik bir örnekti. “Şimdi İktidar Zamanı” sloganı yüksek sesle duyuldu; fakat programın içeriğine neredeyse hiç kulak verilmedi. Tartışılan, Parti Meclisi listeleri, açıklamalar ve siyasi pozisyonlanmaydı. Program birkaç gün konuşuldu ve sosyal medyanın kuytu köşesine karıştı.

Bu yalnızca muhalefette değil, Türkiye siyasetinin genelinde görülen bir tablo.

Neden?

Çünkü programların icrasından sorumlu olacak bir mekanizma yok.

Gölge kabine yok. Etki analizi yok. Uygulama takvimi yok.

Tutarlılığı kontrol eden kurumsal bir yapı yok.

Partiler, kurultaydan günler önce hızla program “üretiyor”; yazılan metinler ise seçim kampanyasının bir dekoruna dönüşüyor. Ülke gerçeklerinin karmaşıklığını taşıyacak kurumsal omurga bulunmadığı için, bu metinlerin raf ömrü çok kısa oluyor.

DEVA Partisi’nin seçim öncesi hazırladığı kapsamlı programlar…

Kılıçdaroğlu’nun bana makamında heyecanla gösterdiği o hacimli çalışma…

Bugün kamuoyunda en küçük bir iz bırakmış değil.

Bu yüzden yeni programları özellikle okumuyorum.

Kendi zihnimde daha uygulanabilir bir çerçeve kurarken, kısa ömürlü metinlerin etkisine maruz kalmak istemiyorum.

Türkiye’nin Gerçek İhtiyacı: Uygulanabilir Bir Dönüşüm Mimarisidir

Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorunlar, klasik “seçim dönemi vaatleri” ile çözülecek boyutta değil.

Ekonomiden eğitime, enerjiden dış politikaya, hukuk sisteminden devlet yönetimine kadar her alan birbirine bağlı.

Bu nedenle Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir program değil; altı yıl içinde sonuç üretecek tutarlı bir dönüşüm mimarisidir.

Benim kafamdaki tasarım iki aşamalı:

1) İlk Üç Yıl: Denge ve Güven Dönemi

•Makro istikrarın sağlanması

•Bağımsız kurumların güçlendirilmesi

•Hukuki öngörülebilirliğin geri kazanılması

•Toplumda ve piyasada güvenin yeniden inşası

2) Sonraki Üç Yıl: Sıçrama Dönemi

•Teknoloji ve sanayide verimlilik artışı

•Enerji geçişinin hızlanması

•Dış politikada öngörülebilir tasarım

•İnsan kaynağı ve eğitimde nitelik sıçraması

Bu çerçeve bir kalkınma planı değil; yönetilebilir bir yeniden yapılanma tasarımıdır.

Türkiye’nin En Büyük Açığı: Güven

Ekonomik model tartışmalarının tamamı, en temel eksik giderilmeden sonuç üretmez:

Güven eksikliği.

Sermaye güvenmiyor.

Gençler güvenmiyor.

KOBİ’ler güvenmiyor.

Uluslararası aktörler güvenmiyor.

Toplumun önemli bir kesimi ise geleceğe dair umut taşımakta zorlanıyor.

Demokrasi bu nedenle bir lüks değil; devlet kapasitesinin çalışmasını sağlayan ana mekanizmadır.

Eğitim: Türkiye’nin Asıl Sıçrama Hattı

Türkiye’nin geleceğini belirleyecek asıl eşik eğitimdir.

STEM temelli müfredat, öğretmen niteliği, yabancı dil, dijital okuryazarlık…

Altı yıl boyunca kararlı şekilde uygulanırsa Türkiye tümden başka bir lige geçer.

Bugün yaşanan birçok sosyal ve ekonomik sorunun kökeni eğitimin verimsizliğinde yatıyor.

Ekonomide Gerçek Atılım

Türkiye’nin kısa vadeli pansumanlarla ilerlemesi artık mümkün değil.

Orta gelir tuzağını aşmak için:

•yüksek katma değerli üretim,

•sade ve öngörülebilir bir yatırım ortamı,

•hukuki güven,

•uluslararası sermayeyi ürkütmeyen pragmatik bir yaklaşım şart.

Devlet ekonomide oyuncu değil; hakem ve kolaylaştırıcı olmalıdır.

Enerji ve İklim: Jeopolitik Katsayı

Türkiye için enerji politikası sadece ekonomik değil, jeopolitik bir eşiktir.

Nükleer, güneş, hidrojen, jeotermal ve LNG’nin dengeli bir karışımı ülkeyi enerji geçişi sürecinin merkezine yerleştirebilir.

Enerji diplomasisi, dış politika mimarisinin ayrılmaz bir bileşeni olmalıdır.

Dış Politika: Zikzak Değil, Tasarım

Türkiye’nin dış politikasında uzun süredir tepkisel bir çizgi hâkim.

Oysa riskleri yöneten, bölgesel istikrarı önceleyen, çok yönlü ilişkiler kuran bir tasarım yaklaşımı gerekiyor.

Savunma sanayisindeki başarı önemli ama bu başarı kapsamlı bir dış politika stratejisinin yerini tutamaz.

Devlet Yönetimi: Asıl Reformun Kalbi

Kurumlar zayıfsa hiçbir reform kalıcı olmaz.

Türkiye’nin ihtiyacı:

•yetki devrinin olduğu,

•kurumların güçlendiği,

•profesyonel bürokrasinin yeniden ayağa kalktığı,

•hesap verebilirliği artıran bir yönetim modeli.

Türkiye’nin sorunu vizyon eksikliği değil; vizyonu icra edecek mekanizma eksikliği.

Toplumsal Mutabakat: Reformların Sigortası

Hiçbir dönüşüm, toplumun geniş kesimlerinin desteği olmadan sürdürülebilir değildir.

Kutuplaşmanın azaltılması, gençlere umut veren bir toplumsal sözleşme, kadınların ekonomik ve siyasal yaşamda güçlendirilmesi kritik önemdedir.

Sonuç: Türkiye’nin İhtiyacı Raflarda Tozlanan Metinler Değil, Güçlü Bir İcra Devletidir

Altı yıllık dönüşüm tasarımı bir parti programı değil;

Türkiye’nin yeniden doğuş senaryosudur.

Bu yalnızca iktidarın değil, muhalefetin, iş dünyasının ve toplumun ortak sorumluluğudur.

Türkiye’nin ihtiyacı, raflara kaldırılan vaat kitapçıkları değil; kâğıt üzerindeki vaat devletinden, icra devletine geçiştir.

Ve bu geçiş artık ertelenemeyecek kadar hayati.

ÇOK OKUNANLAR