Türkiye’de kaç kişi korona virüsten enfekte olup Kovid-19 hastası oldu? Kaç kişi Kovid-19 ve ona bağlı semptomlar yüzünden öldü?
Bu iki rakamı da bilmiyoruz.
Birinci rakam, yani kaç kişinin enfekte olduğu konusunda bugün akşam saatlerinde bir “düzeltme” yapılacak. Dün açıklanan 9 Aralık tarihli rakama göre toplam 558 bin 517 “hasta”mız var. Ama Sağlık Bakanlığı’nın 25 Temmuzdan sonra “vaka” sayısı yerine “hasta” adını verdiği bir başka rakamı açıkladığını ve toplam saptanan vaka sayısını ilan etmediğini biliyoruz. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 9 Aralık rakamlarını açıklarken bir de “müjde” verdi ve bugün toplam vaka sayısının ilan edileceğini söyledi. Bakan Koca’ya göre “Pozitif vaka sayısı 1.5 milyonu geçti.” Yani rakamlara 1 milyondan fazla ilave gelecek.
Bu, bir anlamda “gerçeğe dönüş” demek. Ve çok önemli. Çünkü, Türkiye 9 Aralık tarihi itibarıyla toplam 20 milyon 294 bin 377 kişiye korona testi uygulamış gözüküyor. Eğer bu 20.3 milyon testten sadece 558 bini pozitif çıktıysa, yaptığımız her 100 testten 2.8 tanesi pozitif çıkmış demektir. Bu dünyanın en düşük oranlarından biri.
Ama yok, toplam vaka sayımız 1.5 milyonsa, o zaman 100 test başına pozitiflik oranı yüzde 7.4’e yükseliyor. Bu hala çok düşük bir oran. Tabii bu Mart ayı başından beri alınan ortalama. Oysa dünün rakamlarına baktığımızda, 204 bin teste karşılık 32 bine yakın yeni vaka saptamışız, yani test başına vaka oranımız yüzde 15.5’i bulmuş.
Dünyanın başka ülkeleri test başına pozitiflik oranını yüzde 10’a düşürdüklerinde çok seviniyor, salgın yüzünden alınan kısıtlama önlemlerini hafifletmeye başlıyorlar. Türkiye’nin eylül ayı başından beri test başına vakada yüzde 10’un üzerinde olduğunu tahmin etmek çok yanlış olmaz.
Bakanlığın hasta yalanı
Daha önce Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bakanlığının “vaka” sayısından “hasta” sayısı açıklamaya 29 Temmuzda geçtiğini açıkladı ama pek çok kişiye göre bakanlık vaka sayılarını gizlemeye bundan çok önce, en azından Temmuz ayının başında başladı. Örneğin Hürriyet’te bu konuda ayrıntılı analizler yazan gazeteci Sedat Ergin’e göre temmuz ayı başında açıklanan vaka sayıları azalırken yoğun bakımdaki hasta sayısının artmaya devam etmesi gayet şüphe çekici bir duruma işaret ediyordu. Ergin bu durumla ilgili şüphelerini 24 Kasımda Hürriyet’teki köşesinde oldukça ayrıntılı grafikler eşliğinde yazmıştı.
İlginçtir, 24 Temmuz cuma günü, İstanbul’daki Ayasofya Camisi çok uzun bir aradan sonra yeniden ibadete açıldı. Bu törene Türkiye’nin dört bir yanından otobüslerle 350 binden fazla insan katıldı, bu kadar insan toplu halde bütün Sultanahmet meydanına da yayılarak cuma namazını kıldı.
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması, aslında çok uzun süreden beri Türkiye’de yapılan en kalabalık toplu olaylardan biriydi. Sağlık Bakanlığı’nın vaka sayısını açıklamaktan tam bu açılıştan bir gün sonra resmen de vazgeçmesi anlamlıydı; çünkü caminin içinde namaz kılma fırsatı bulan çok sayıda Ak Parti milletvekili açılıştan birkaç gün sonra korona pozitif olarak hastalandı.
Bakanlığın bilgi gizlemesi gevşemeye neden oldu
Fakat Türkiye vaka sayılarında artış olup olmadığını bilmediği, Sağlık Bakanlığı da artık vaka sayısı açıklamayı bırakıp “hasta” adını verdikleri tam olarak hangi kriterlerle ölçüldüğü belli olmayan bir sayıyı artık bildirdiğini kamuoyuna duyurmadı. O yüzden, uzun süre bakanlığın günlük tablosunda yer alan sayı uzman gazeteciler tarafından bile “vaka sayısı” olarak anlaşıldı; salgının Türkiye’de kontrol altında olduğu ve yavaşladığı izlenimi doğdu. Bu izlenim vatandaşların da yaz aylarının da etkisiyle daha rahat hareket etmesine neden oldu; plajlar, kafeler, düğünler, gece eğlenceleri doldu taştı. Bayramlarda ev ziyaretleri arttı.
Türkiye, Sağlık Bakanlığı’nın 29 Temmuzdan beri vaka sayısını değil hasta sayısını açıkladığını ve bu yolla gerçek vaka sayısını gizlediğini Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Mehmet Acet’in 19 Eylülde köşesinde yazdığı yazıyla öğrendi. Ancak bu yazı yazıldığı sırada zaten sosyal medya üzerinden başlayan ve Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamların doğruluğunu sorgulayan bir tartışmamız vardı. Yani, vaka sayılarının artmakta olduğu sokakta da hissediliyordu artık.
Mehmet Acet’in yazısı bu tartışmaları daha da alevlendirdi; aradan 11 gün geçtikten sonra Fahrettin Koca vaka sayıları açıklamadıklarını doğrulamak zorunda kaldı, “Her vaka hasta değildir” dedi. Koca’nın 30 Eylülde yaptığı bu açıklama, Sağlık Bakanlığı’nın en azından iki aydır halktan gerçek bilgiyi sakladığını kabul etmesi anlamına geliyordu. Buna rağmen Sağlık Bakanlığı bilgi gizlemeye devam etti, ancak 25 Kasım günü Bakan Fahrettin Koca “Bugün 28 bin 351 vakamız var” diyerek gerçeği söyledi. Aynı gün Sağlık Bakanlığı açıklamasına göre 6 bin 814 kişi “hasta” olarak nitelenmişti. Yani, en azından o gün için bakanlığın hasta sayısından 5 kata yakın fazla “vaka” vardı.
Vaka sayısını tahmine çalıştık haftalarca
Türkiye korona vaka sayısı bakımından karanlıkta kaldığı dönemde, hele Bakan Koca’nın da vaka sayılarının açıklanmadığını ilan ettiği 30 Eylülden 25 Kasıma kadar geçen üç haftayı aşkın dönemde gerçek vaka sayısını tahmine çalıştı. Bu tahminler yapılırken de genellikle yine Fahrettin Koca tarafından iki ayrı gazeteciye söylenen iki ayrı yöntem kullanıldı. Fahrettin Koca 5 Ekim günü Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya, “Vaka sayısı hasta sayısının 8 katı” dedi. Ancak bundan bir gün sonra yine aynı gazeteden Muharrem Sarıkaya’ya bu kez, “Nisan ayında testlerden pozitif çıkma oranı %20 idi; yani 5 kişiye test yapılmışsa biri pozitif çıkıyordu, bu oran şimdi %10’a düştü” diye açıklama yaptı Bakan.
Oysa Bakanın verdiği iki ölçüt de doğru değildi. Birincisi, gerçek vaka sayılarının açıklandığı ilk günün oranını verdim, hasta sayısının 8 katı değil 5 katı kadar vaka vardı. İkincisi, test sayısının yüzde 10’u kadar vaka yoktu, onu da az önce yazdım, bu oran yüzde 15.5’u bulmuş durumda. O tahmin döneminin sonlarında gazeteci Sedat Ergin, sık sık gerçek rakamların açıklanmamasından yakındı ve açıklanan “hasta” sayıları üzerinden bazı çıkarımlarda bulunmaya çalıştı. Bakanın gerçek vaka sayısını açıkladığı günün sabahında yayınlanan Sedat Ergin yazısı çok anlamlıydı.
Kaldı ki zaten Bakanın verdiği bu oranların her gün için geçerli olması da beklenemez. Sayılar günden güne farklılık gösterebiliyor, o yüzden bu oranlara daha uzun vadeli bakmak daha doğru. Ama bunun için de güvenilir rakamlara ihtiyaç var zaten.
Avrupa birinciliğine tırmandık
Nitekim, Sağlık Bakanı’nın 25 Kasımda gerçek günlük vaka sayısını açıklamasıyla birlikte Türkiye’deki salgın algısı da anında değişti. Nasıl değişmesin ki, Türkiye rakamlarıyla birden bire Avrupa’da birinci sıraya, dünyada ise üst sıralara tırmandı. Bu durumu en güzel anlatan yazılardan birini yine Sedat Ergin Hürriyet’teki köşesinde kaleme aldı. Fakat bu yazı da bugün için geride kalmış durumda aslında; korona ile ilgili dünya çapında istatistikleri derleyen Worldometer adlı siteye göre Türkiye vaka sayısı bakımından dünya çapında 16. sırada yer alıyor. Yarın sıralamadaki yerimiz yeniden değişecek ve büyük olasılıkla dokuzuncu sıraya yükseleceğiz.
Kaç kişi hayatını kaybetti?
Sağlık Bakanlığı’nın vaka sayıları konusunda gerçeğe dönmesi, görmemiz gereken fotoğrafın önemli bir bölümü olmakla birlikte sadece bir bölümü. Bir de aynı resmin ölü sayıları kısmı var. Koronadan ötürü hayatını kaybedenlerin sayısı tam olarak kaç? Aslında bunu da bilmiyoruz. Ve bu tartışmamız da yeni değil.
Sağlık Bakanlığı’nın dün yaptığı açıklamaya göre 15 bin 531 kişi salgının başlangıcından bu yana hayatını kaybetti. Ancak daha salgının ilk günlerinden itibaren koronadan öldüğü halde ölüm kaydına korona yazılmayan veya korona istatistiklerine dahil edilmeyenler olduğunu biliyoruz. Bu çeşit ölümlerle ilgili en çarpıcı örnek, korona virüsten ötürü ölen ama öldüğü güne kadar kendisine korona teşhisi konmayan eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın durumu.
İlan edilen ölü sayılarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusu hep konuşuldu, zaman zaman İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde artan ölü sayıları türlü çeşitli kaynaklardan derlenip hükümetin gerçeği açıklamadığının delili olarak kullanıldı. Bir ara yoğun biçimde hastanelerdeki ölüm belgelerini tartıştık.
Aslında bunların tamamı büyük tartışmanın, yani Sağlık Bakanlığı’nın ve hükümetin bize gerçeği söyleyip söylemediği tartışmasının çok önemli parçaları. Örneğin Tabip Odaları, başından beri hastanelerdeki ölüm kayıtlarının Sağlık Bakanlığı’nın baskısıyla yanlış ve eksik tutulduğunu öne sürüyor.
Gerek e-devlet üzerindeki ölü sayılarının yükselmesi ve gerekse Türk Tabipler Birliği’nin ölü sayılarıyla ilgili eleştirileri hem Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı hem de iktidar siyasetinden sert tepikler aldı. Bir ara MHP lideri Devlet Bahçeli meslek örgütünün adındaki “Türk” kelimesinin kaldırılmasını bile önerdi, çünkü ona göre TTB “vatana ihanet” içindeydi.
Amatör veri gazetecilerinin en başarılısı
Öte yandan, koronadan ölenlerin sayılarıyla ilgili karanlık, pek çok sivil vatandaşı da bir dedektif gibi bu meseleyi takibe ve “veri gazeteciliği” yapmaya itti. Onlardan biri Güçlü Yaman adlı sinema meraklısı bir bilgisayar programcısı, en öne çıkan isim oldu. Güçlü Yaman, filmler hakkında yazılar yazmak amacıyla kurduğu kendi web sitesinde zaman zaman ölü sayılarıyla ilgili detaylı istatistiki analizler yayınlamaya başladı.
İşte Yaman’ın son analizlerinden birinde ulaştığı veri çok ama çok çarpıcı. Ona göre 11 Mart-10 Kasım tarihleri arasında sadece 16 Büyükşehir ve 3 il merkezinde, geçmiş yıllar ortalamasına göre 30 bine yakın fazladan ölüm var. Yine Güçlü Yaman’ın derlediği verilere göre normalin üzerinde ölüm olaylarının yaşandığı şehirler arasında oransal olarak en büyük fark aslında büyük şehirlerde değil daha küçük yerlerde görülüyor. Yaman’a göre bu konuda Uşak ve Sivas başı çekiyorlar.
Bir başka istatistikçi, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fatih Tank, Aralık ayının ilk 9 günündeki ölüm sayılarını Mart ayından bu yana her ayın ilk 9 günüyle kıyaslamış; ortaya çıkan grafik geleceğimiz hakkında da fikir verici nitelikte.
Bu ölü sayıları meselesine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca pek girmiyor, girdiği zaman da bakanlığının kayıtlarını savunuyor ama mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu son birkaç haftadır sık sık salgının iyi gitmediği, ölü sayılarının çok arttığı, belediyenin yaptığı definlerin geçmiş yıllara göre üç dört kat arttığını söylüyor. İmamoğlu son olarak bu konuda uyarmaktan vaz geçti, yalvarmaya geçti, “Yetkililere yalvarıyorum daha sert önlemler alınsın” dedi.
Bakanlığın açıkladığı ölü sayılarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusu çok önemli. Gerçeği bilmediğimiz için bu sayıyı tahmine çalışıyoruz. Sedat Ergin birkaç gün önce ölü sayılarını doğru tahmin edebilmek için Avrupa ülkeleriyle bir kıyaslama yaptı; anlayan anlıyor, Ergin’e göre de bizde açıklanan ölü sayıları olması gerekenden daha az.
Koca: PCR’ı pozitif ölümleri bildiriyoruz
Fakat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya göre açıklanan rakam gerçek. Koca, daha bu sabah yaptığı basın toplantısında ölü sayılarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığıyla ilgili bir soruyla karşılaştı ve “Biz PCR’ı pozitif olan ölümleri, hayatını kaybedenleri bildiriyoruz. Dünya Sağlık Örgütü de biliyor. Bizim bildirdiğimiz rakamlar, PCR’ı pozitif olan kişiler, hayatını kaybedenler” dedi.
Önce Koca’nın ayrıntılı açıklamasını okuyalım:
“Dünya Sağlık Örgütü diyor ki dünya da vakalarını bildirirken PCR’ı pozitif olanları bildiriyor. Dolayısıyla biz de benzer şekilde PCR’ı pozitif olanları bildirmiş oluyoruz ama Dünya Sağlık Örgütü teknik raporunda ‘travma, trafik kazası gelmiş ama PCR’ı pozitif, bu Kovid değildir’ diyor. ‘Aort diseksiyonu’ olmuş PCR’ı pozitif ama bu ölüm nedeni olarak Kovid değildir’ diyor. Yani primer sebep önemlidir, Kovid veya influenza kolaylaştıran ikincil bir sebep olabilir. Kovid’le mi hayatını kaybetti yoksa Kovid kolaylaştıran bir sebep olarak mı devreye girdi. Bunu pozitif olduğu halde Kovid olmayacağını raporunda belirtiyor.”
Koca’nın bu açıklaması aslında dolaylı yoldan da olsa resmi ölüm rakamlarının eksik veya yetersiz olduğunu doğruluyor. Çünkü bazen hastaneler, çok ileri durumda kendilerine gelen vakalarda PCR test yapmaya bile gerek duymadan korona tedavisine geçiyor. Bu hasta ölecek olursa PCR test sonucu bulunmadığı için nihai ölüm nedeniyle kayda geçiyor, “Kalp krizi” gibi, “Akciğer yetmezliği” gibi, “Zatüree” gibi.
İmamoğlu: Bugün 437 kişiyi defnettik
Sağlık Bakanı, açıklanan resmi rakamların doğru olduğunu iddia ediyor ama mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı az önce de aktardım, onunla aynı fikirde değil.
Bakanın bu sabah Ankara’da basın toplantısı düzenlediği saatlerde İstabul’da da Ekrem İmamoğlu gazetecilerin karşısına geçti, “Bugün, şu saate kadar 437 definimiz var; 204’ü salgın hastalıktan. Yaklaşık bir aydır 400’lü rakamlarla defin yapıyoruz; bu hiç düşmedi” dedi.
İmamoğlu’nun da dikkat çektiği gibi korona değil ama “salgın hastalık” ölümlerinde patlama var. Peki nedir bu salgın hastalık? Kimse adını koymuyor. Sağlık Bakanı dün sabah bazı “bulaşıcı hastalık” yazılı ölüm belgeleri gösterdi, bu kişilerin PCR testinin negatif çıktığını anlattı.
Peki o zaman, Hindistan’daki gibi bizim de bir “gizemli” hastalığımız, bir gizemli salgınımız mı var korona dışında?
Sorular, sorular
Sayıları tam bilemediğimiz, hükümet bize doğruları söylemediği sürece salgın konusunda karanlıkta kalacağız. Karanlıkta kalmanın bir doğal sonucu, salgını hafifsemek ve kendi kişisel önlemlerimizi gevşetmek. Yazın bize gerçek söyleniyor olsaydı ve salgın rakamlarının yeniden yükselişe geçtiğini Haziran sonu Temmuz başından beri biliyor olsaydık bu kadar rahat mı hareket ederdik? Devletin bize gerçeği söylememesi yüzünden yaşadığımız gevşeme ve tedbirsizlik acaba fazladan kaç kişinin daha ölmesine neden oldu? Bugün gerçek rakamın 15 bin değil 30 bin can kaybı olduğunu öğrensek dünkü gibi hareket etmeye devam eder miyiz?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan ve hükümetinden bize doğruları söylemesini istemek haddimizi aşmak ve çok şey istemek anlamına mı geliyor?