Geçen Pazar akşamı bu yılın en ilginç yaş günü partisine davetliydim.
Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı 60’ıncı yaş gününü çok kalabalık bir davetle kutladı.
Bu aynı zamanda eşinden ayrıldıktan sonra evindeki ilk büyük çaplı davetti.
Türkiye’de bugüne kadar bu kadar çok smokinli erkek ve tuvaletli kadını bir arada çok az gördüm.
Galiba 400’e yakın davetli vardı ve Boğaz’daki evim içinde neredeyse sırt sırta yüz yüzeydik.
Metrekareye kaç TL milyarderi düşüyordu?
Tabii ki Türkiye elitinin büyük bir kısmı oradaydı.
İstanbul iş dünyasını iyi tanıyan bir arkadaşım kalabalığa şöyle bir baktı ve “Burada bir metrekareye 4 milyarder düşüyor” dedi.
“Türkiye’de bu kadar çok milyarder var mı” diye sordum.
“Yarıya yakını dışardan gelen milyarderler” cevabını verdi…
O an farkına vardım.
Suzan Sabancı uluslararası bir iş insanı.
Hayatının neredeyse yarısı New York, Londra, Paris gibi finans merkezlerinde geçiyor.
Riyad dönüşü bir davetli hesabı
O geceki yaş gününden sonra hemen Riyad’a uçtu.
MBS (Muhammed bin Salman) iktidara geldikten sonra Riyad artık New York ve Londra kadar önemli bir finans merkezi oldu.
Nitekim salondakilerin üçte bire yakını onun bu finansal merkezlerden tanıdığı ve hepsi milyarder olan insanlardı.
Yani şöyle diyebilirim.
“Metrekareye 3 TL milyarderi, 1 dolar milyarderi düşüyordu.”
Tabii ben gibi, Mehmet Yılmaz gibi milyoner olmayan smokinli davetliler de vardı.
Davete giderken Güneri Cıvaoğlu’nu hatırladım
O davete gittiğim gün Graydon Carter’ın yeni çıkan hatıra kitabının özetini okuyordum.
Kitabı ısmarladım, yani tamamını henüz okumadım ama meraktan çatlıyorum.
Graydon Carter, çok sevdiğim Vanity Fair dergisinin 25 yıl boyunca editörüydü.
Şu dünyada Washington Post’un Genel Yayın Yönetmeni Ben Bradlee, Bild’in eski genel yayın yönetmeni Kai Diekmann’dan sonra en çok beğendiğim medya yöneticisidir.
Çünkü 1992 yılından itibaren Amerikan dergicilik anlayışını kökten değiştiren devrimci bir yönetmendir.
Bir yanıyla rahmetli Güneri Cıvaoğlu’nu andırır.
En iyi dedikodu hangi oturma düzeninde yapılır
Gyardon Carter’la aynı yıllarda ben de Türk medyasında benzer şeyler yapmaya çalışıyordum.
Carter’la ortak bir özelliğimiz var.
Benim gibi onun da gittiği davetleri ilginç ayrıntıları ile yazma tutkusu vardır.
Şu gözlemini çok sevmiştim:
“Los Angeles’teki davetlerde kocalarla karıları aynı masada yan yana oturur. New York davetlerinde ise kocalarla karıları aynı masada ama birbirlerinden farklı yerlerde oturur.
Paris’teki davetler farklıdır. Masalarda kocalarla karıları ayrı masalara oturtulur.”
Bana göre en iyi dedikodu ayakta verilen davetlerde
Bir davet gözlemcisi için en uygunu Paris davetleridir.
Çünkü en güzel dedikoduları, eşlerin üzerindeki masa baskısının kalktığı davetlerde öğrenirsiniz.
Ama daha da güzeli var.
Geçen Pazar akşamı Suzan Sabancı’nın davetindeki düzen.
Yani herkesin ayakta ve salonun her tarafında dolaşma imkanına sahip olduğu davetler.
Ben de bütün gece evin bütün salonlarını dolaştım.
Ayakta tehlike aç kalmaktır ama bu davette şanslıydım
Bunun kötü yanı aç kalmanızdır.
Çünkü elimde tabak ve kadehle dolaşmayı bir türlü beceremiyorum.
Allahtan şanslı bir gecemdi çünkü tepsilerde getirilen bütün kanapeleri uzun yıllardır Türkiye’ye yaşayan ve çok beğendiğim Carlo Bernardini yapmıştı.
Görevliler tepsilerde çok güzel kanapeleri servis ettiler.
Ben de bol bol sohbet etme imanına kavuştum.
Bir kere daha teşekkürler Carlo…
Caz müziği fanatiği Sabancı’ya hangi DJ müzik yapar
Bu arada iki DJ’e de teşekkürler.
Bartoo ve Memo Garan o geceye en uygun harika bir playlist sundular.
Şunu da söyleyeyim. Suzan Sabancı çok iyi bir müzik dinleyicisidir.
Özellikle de iyi bir caz dinleyicisi.
New York’ta Aman Otelin yeni açılan Caz kulübünün de müdavimidir.
Ayrıca Pazar akşamları Kiss FM radyosunda yayınlanan bir programı var ki ben çalınan müzikleri çok seviyorum.
Ayrıca Rock müzik düşkünü iş insanı Sedat Alaoğlu da davetteydi.
Ayvalık klikası bir eksikle oradaydı
Daha girerken rastladığım iş dünyasının ünlüleri şunlardı:
Oya ve Bülent Eczacıbaşı, Ümit ve Cem Boyner, Arzuhan ve Mehmet Ali Yalçındağ, Güler Sabancı…
Suzan Sabancı Bodrum Mandarin’deki evini sattıktan sonra güçlü bir Ayvalık grubu oluştu. Gördüğüm bu ünlülerin çoğu o Ayvalık ekibinden.
O grubun bir üyesi de Coca Cola’nın eski imparatoru Muhtar Kent’tir.
Muhtar Kent yurtdışındaymış yaş gününe katılamadı.
Ayvalık grubunda en iyi zeytinyağını kim yapıyor
Bu arada bir tüyo vereyim.
Muhtar Kent, Suzan Sabancı ve Cem Boyner arasında müthiş bir zeytinyağı rekabeti vardır.
Bu rekabeti önce Muhtar Kent başlattı. Sonra Sabancı ve Boyner katıldı.
Amatör zeytinyağcı ekibin Bodrum ayağında ise Yalçındağ ailesi ile Erol Tabanca var.
Samimi söyleyeyim hepsi güzel zeytinyağı yapıyor.
Osman Müftüoğlu ve Zafer Mutlu’nun İkinci 50 projesi
Oksijen Gazetesinin sahibi Zafer Mutlu ve eşi Nükhet Mutlu da davetteydi.
Zafer Mutlu Oksijen’de Osman Müftüoğlu ile yeni bir projeye başlıyormuş.
Adı “İkinci 50” olacakmış.
“İkinci 50” kavramı Amerika’da şu sıralar çok gözde.
Geçen yıl Debra Whitman’ın kitabı “Second Fifty” yayınlanıp best seller olunca kavram da patladı.
Kitap orta yaş ve sonrasında iyi bir hayatın yollarını anlatıyor.
Geçenlerde bir yazımda bu kitaptan söz etmiştim.
Kitabı ticari başarısı kadar parlak bulmadığımı söyleyeyim.
Medyadan gözüme çarpan davetliler arasında Cüneyt Özdemir, Elif Dürüst ve Şelale Kadak vardı.
Tabii bunlar benim görebildiklerimdi.
Koç ailesinden iki kişi, Ali ve Caroline Koç
Koç ailesinden iki kişi gördüm. Ali Koç ve rahmetli Mustafa Koç’un eşi Caroline Koç.
Ali Koç’la kısa bir Fenerbahçe sohbeti yaptık.
Basket takımının bir maçını birlikte seyretmeye karar verdik.
Dress code smokindi ve smokin giymeyen çok azdı
Davetiyedeki Dress Code uyarısına uyanların sayısı tahminimin ötesindeydi.
Takım elbise ile gelenler arasında Ali Koç ve Hasan Cemal dikkatimi çekti.
Gözüme çarpan ender smokinsizlerinden biri de Mustafa Taviloğlu’ydu…
Oysa onun smokinle katıldığı davetleri de hatırlıyorum, ama son yıllarda nedense smokini pek giymiyor.
Oysa kilosu da gayet müsait.
Ama her zamanki sosyalliği ile dikkatleri smokinden kendine çekmeyi başarıyordu.
Limak Orkestrasının İtalyan şefine soramadığım soru
Davetliler arasında gezerken geçen ay Limak Filarmoni Orkestrasının başında dinlediğim ünlü İtalyan şef Alvesi Castellani’ye rastladım.
Suzan Sabancı’nın iyi arkadaşıymış.
O geceki konserde Cavalleria Rusticana’dan olağanüst bir Intermezzo çalmıştı.
Ama o konser Türkiye’de Tenor Murat Karahan ve iki Sopranonun birlikte söylediği “Yaralı Gönül” şarkısıyla viral olmuştu.
Çok yüksek volümde müzik çaldığı için Yaralı Gönül’le ilgili görüşünü soramadım.
Oysa çok merak ediyordum.
Jennifer Lopez’in düğün organizatörü de davetteydi
Davetliler arasında New York’taki Türk gecesinden tanıdığım Colin Cowie’ye rastladım.
Jennifer Lopez dahil bir çok ünlünün düğün organizasyonlarını yapan bir ünlü.
Son günlerde iyice önem kazanan “Siber Güvenlik” sektörünün önde gelen isimlerinden Max Maggi de oradaydı.
Bir de komşu Yunanistan’dan tanınmış bir kişi gözüme çarptı.
Yunanistan’ın eski Başbakanı Samaras’ın kardeşi Alex Eta Samaras…
Her zaman olduğu gibi saat 23’e doğru ayrıldım.
Parti bütün hızıyla devam ediyordu.
Efsane Anna Wintour ofiste ‘rare steak’ini nasıl yer?
Eve geldiğimde Graydon Carter’ı düşünmeye devam ettim.
Dergiciliğe inanılmaz bir renk ve canlılık getirmişti.
Conde Nast grubunda hızla yükselmişti.
Ama ele avuca sığmaz afacanlığı ile Conde Nast’ın kara gözlüklü kraliçesi, Vogue Dergisi editörü Anna Wintour’un çok öfkesini çekmişti.
Çünkü Wintour için yazdığı biraz da komik portrede “Her gün bürosunda “Rare Steak’ini (az pişmiş bonfile) bir McKinsey danışmanının hızı ve uzmanlığı ile yemesini” de anlatmıştı.
Ayrıca onun ofiste kapalı mekanda bile siyah güneş gözlüleriyle dolaşmasını ti’ye almıştı.
Tabii normal olarak Conde Naste’ın güçlü karanlık kraliçesinin nefretini çekmiş ve onun ayağını kaydırmak için elinden geleni yapmıştı.
Ama 25 yıl boyunca kimse deviremedi onu.
Adamın pasaport fotoğrafını Annie Leibowitz çekmiş, iyi mi
Çok özendiğim yanları vardı.
Mesela pasaportundaki fotoğrafını bile Annie Leibowitz çekmiş.
Benim ki ise “Biometrik” olarak çekilen iğrenç bir fotoğraf. Onun yüzünden yurdışına gitmeyi bile istemiyorum.
Her defasında polisten geçerken gözümün önüne geliyor.
Ne olurdu yani benim pasaportumda da Paolo Roversi’nin veya Sebati Karakurt’un çektiği bir fotoğrafım olsaydı.
Gerçi “Kırk7” kitabımın kapağına Tamer Yılmaz’ın çektiği çok sevdiğim bir fotoğrafım var ama bu biyometrik zorunluğu yüzünden pasaportuma koyamıyorum.
Vanity Fair dergisini yönetseydim ‘Hakka yürümek’ kelimesini yasaklardım
Vanity Fair’in başına geldikten sonra Graydon Carter’ın yaptığı ilk işlerden biri yazılarda bazı kelimelerin kullanılmasını yasaklamak oldu.
Gerçekten demode kelimelerdi.
Mesela, ölüm anlamına gelen “Passed away” deyimini yasaklamıştı.
Restoran yerine “Eatery”, yazar yerine “Scribe” denmesine gıcık oluyordu.
Ben de bazı kelimelere gıcık oluyordum
Mesela magazin haberlerindeki “Görücüye çıkmak”, “Beğeni toplamak”, “Adeta büyüledi” gibi kavramları hiç sevmiyordum.
Bugün de “Hakka yürüdü” ve “Kadim” kelimelerini pek sevmiyorum.
Medyanın altın çağı ne zamandı
Onun şu sözünü de hiç unutmuyorum:
“İçinde yaşarken bir ‘Altın Çağ’ı asla fark edemezsiniz. O ancak her şey bittikten sonra bir ‘Altın Çağ’ olur.”
1990’lar bütün dünyada ve Türkiye’de medyanın altın çağıydı.
Onun altın çağ olduğunu ancak şimdi fark ediyoruz.
That was a good, very good time
Ben Bradlee’nin dediği gibi…
“That was a good life..”
Yani iyi bir hayattı.
Evet öyleydi ve aynı zamanda bir “Altın Çağ’dı…”
Kıymetini ancak şimdi anladığımız bir “Golden Age…”
Renkli, yaratıcı, paradigma kırıcı…”
Eğlenceli yani….
“Yeni Türkiye” sözü keşfedilmemiş, dolayısıyla bugünkü gibi henüz köhneleşmemişti…
Öyle günlerdi işte…