Bugün, Türk sinemasının zarafet timsali, ışığını hiç kaybetmeyen divası Filiz Akın’ı kaybettik.
Uzun süren hastalık sürecinde bile hayat doluydu; neşesini, zarafetini, hayranlarıyla kurduğu o özel bağı hiç koparmadı. Fiziksel gücü azaldıkça bile ruhu dimdik ayakta kaldı.
O, yalnızca filmlerinin büyülü karelerinde değil, gerçek hayatta da bir ilham kaynağıydı; zarafeti, asaleti ve inceliğiyle sadece bir sinema yıldızı değil, aynı zamanda örnek bir insandı.
Filiz Akın, 1943 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Asıl adı Suna Akın’dı. Türk sinemasına 1962’de “Akasyalar Açarken” filmiyle adım attı ve kısa sürede dönemin en parlak yıldızlarından biri haline geldi.
“Ankara Ekspresi” ile Altın Portakal ödülünü kazandı, “Tatlı Dillim” ile sıcak gülümsemesi hafızalara kazındı, “Yankesici Kız” ve “Umutsuzlar” ile güçlü karakterlerin de hakkını verdi. Romantik komedilerden dramalara, macera filmlerinden toplumsal yapımlara kadar geniş bir yelpazede oynadı ve her filminde izleyiciyi büyüleyen bir zarafet sergiledi.
Onun ekrandaki varlığı Yeşilçam’a incelik ve asalet kattı.
Girdiği her ortamda göz kamaştıran bir duruş sergiledi. Hayatı boyunca dimdik, onurlu, güçlü bir kadın olarak var oldu.
Özellikle eşi Sönmez Köksal ile kurduğu sevgi dolu ve sağlam ilişki, onun hayatındaki en değerli taşlardan biriydi. Eski MİT müsteşarı ve büyükelçi Köksal, Akın’ın hayatındaki en büyük destekçilerden biri oldu. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca, birbirlerine duydukları derin sevgi ve bağlılık herkesin takdirini kazandı. Bu sadece bir evlilik değil, sarsılmaz bir dostluk, karşılıklı bir destek ve hayat yolculuğunu birlikte göğüsleme haliydi.
Onunla Paris’te, antrekotuyla ünlü Relais de Venice restoranında tanışmıştım ilk defa, yanılmıyorsam 1992’de. Sönmez Köksal ile flört ettikleri zamanlardı. Benim de Paris’teki diplomatlık ve OECD görevlerim sırasında. Sonra, Köksal’ın MİT görevi sonrasında şık ve zarif bir sefire olarak Paris’e geri geldi. Lamballe ailesinin eski malikânesi olan büyükelçilik rezidansını büyük bir titizlikle yenileyerek, unutulmaz davetlere ev sahipliği yaptı.
Orada, bahçesinde ya da şöminenin başında, sohbet ettiğimizde her zaman bir film sahnesindeymişiz gibi hissettirirdi.
Sanki birazdan kameralar dönecekmiş gibi… Hep şık, hep zarif, hep asil.
Sönmez Köksal emekli olduktan sonra Bodrum’daki yazlıklarında ve marinadaki şık restoranlarda da zaman zaman buluşurduk. Orada da Yeşilçam’ın o büyüsü, çevresinde yarattığı sevgi halesi hissediliyordu. Filiz Akın, bir ikon olmanın ötesinde, insana değer vermeyi bilen, bulunduğu her ortama sıcaklık katan bir kadındı aynı zamanda. Hayranlığım arttı.
En son birkaç ay önce Sönmez Köksal, biz Aynur ile beraber Kösedere köyündeki Karaburun Furma Zeytin Festivali’ne katkı sağlarken mesaj gönderdi “Filiz için o şifalı zeytinyağından bana temin edip gönderir misin?” dedi.
Sağolsun başkan İlkay Girgin Erdoğan’a söyleyince hemen kargoladı.
Bir Devri Kapatmak
Filiz Akın’ın ölüm haberini aldığımda, hastalığını bildiğim için şaşırmadım ama derinden sarsıldım. Beklenen bir vedaydı belki, ama yine de bir devrin sonuydu.
Yeşilçam’ın o masumiyet dolu dünyasından bir yıldız daha kaydı.
O, filmleriyle büyüyen kuşakların belleğinde hep bir “hanımefendi” olarak kalacak. Ne sadece bir sinema ikonu, ne sadece bir güzellik timsaliydi.
O, hayatın içinden gelen, gerçek bir zarafet hikâyesiydi.
Bugün yalnızca bir yıldız sönmedi; aynı zamanda bir duruş, bir zarafet, bir devrin ruhu da tarih oldu. Ama o, bu dünyadan ayrılsa bile, izleri silinmeyecek. Filmleri, anıları, o tatlı gülümsemesi, her zaman bizimle kalacak. Işıklar içinde uyusun.
Başta dostum Sönmez Köksal olmak üzere, tüm sevenlerine sabır diliyorum.