“Sevgili Amerika: Almanya’nın bir zamanlar uyandığı gibi, siz de şu gerçeğe uyanıyorsunuz: Halkınızın üçte biri, diğer üçte birini öldürmeye hazır, kalan üçte biri ise sadece izliyor.” Werner Herzog
Bu söz, Amerikalı film eleştirmeni Roger Ebert’in, “Hiçbir zaman taviz vermeyen, utanç verici, pragmatik nedenlerle tek bir film dahi yapmayan, başarısızlıkları bile muhteşem kişi” olarak tanımladığı Yeni Alman Sineması’nın mistik yönetmeni Werner Herzog’a atfedilse de, alıntının gerçek kaynağı bilinmiyor.
Ama içerdiği kehanetimsi uyarı güçlü bir politik/toplumsal eleştiri.
Ve Herzog’un düşüncelerine yabancı değil.
İnsanlar birilerini öldürüyor.
Birileri sadece izliyor.
Üçe bölünmüş bir dünya:
Yapanlar, yapılanlar ve izleyenler.
Ve arada bir yerlerde, ne yapacağını bilemeyen, ama gözlerini dehşet verici gerçeklikten kaçırmayan bir dördüncü tür insan var.
Belki işte o, “uçurumun kenarındaki insan”dır.
“Uçurumun kenarındaki insan”, modern zamanların Don Kişot’u gibidir.
Gerçekliğin saçmalığına karşı hayâl kurar, yola çıkar, yenilir ama kendi anlamını yaratır.
Modern edebiyat, uçurumun kenarındaki insanın hem aynası hem de çığlığıdır. Özellikle 20. yüzyıl romanlarında bazı karakterler hem topluma yabancılaşan birey hem de içsel bir felaketin eşiğindeki ruhtur.
Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ındaki anlatıcı, sistemin boğuculuğuyla uçurumun kenarına itilmiş Franz Kafka’nın kahramanları Gregor Samsa, Josef K., Albert Camus’nun Yabancı karakteri, Oğuz Atay’ın Selim’i, Ferit Edgü’nün öğretmen’i, vb…
“Kimi zaman aklını yitirmiş biri olmak, toplumun bir parçası olmaktan daha onurludur.”
Herzog’un sinema dili bu hissi taşır.
O kişiler ne tam bir kahramandır ne de bir kurban. Belki takatsiz, yalnız, belki umutsuz. Ama hâlâ ayaktadırlar.
Onlar yürümeye devam eder.
Bir dostunu yaşatmak için kışın ortasında Münih’den Paris’e yürüyen Herzog gibi.
“Buzda Yürüyüş”, sadece kült filmleriyle değil, yaşamı ve düşünceleriyle de sıra dışı biri olan Werner Herzog’dan benzersiz bir yaşanmışlığın kitabıdır.
Kitabın arka kabağındaki yazıldığı gibi:
“1974 yılının kasım ayında, geçen yüzyılın en önemli sinema eleştirmenlerinden yakın arkadaşı Lotte Eisner’in Paris’te hasta yatağında ölmek üzere olduğu haberini alınca şöyle der Herzog: Olamaz, dedim, şimdi ölemez, Alman sineması şu an onsuz yapamaz, bu önemli kadının ölmesine izin veremeyiz. Herzog, oraya yürüyerek giderse Eisner’in ölmeyeceğine, iyileşeceğine dair çılgınca bir inançla Münih’ten yola koyulur. Bir sırt çantası ile çıktığı bu yolculukta köylerden, tarlalardan, dağ yollarından kar buz içinde geçerken karşılaştıklarını kendisine has üslubu ile kâğıda aktarır. Yolda gördüklerini anlatırken aslında yaşam, ölüm ve dünya hakkında âdeta kısa ve kesik, ama derin bir konuşma yapar kendisiyle.”
Onun sinemasında da gerçek sınav çoğu zaman buzdaki yürüyüş gibi başlar:
Her şeyin anlamsız göründüğü noktada bile ilerlemeye devam etmek.
Çünkü uçurumun kenarındaki insan, sıradan güvenlikleri terk etmiş, kolay olanı reddetmiştir.
O, hayatın çarpıklığına karşı anlamı kendi eliyle şekillendirmeye çalışan kişidir.
Bütün sistem “normal” olmayı önerirken, uçurumun kenarındaki insan bu daveti nazikçe reddeder.
O, “normallik” kisvesi altında yapılan (yutturulmaya çalışılan) kötülüklere ortak olmak istemez.
Sessiz kalmak istemez.
İtaat etmek istemez.
Bu insanlar, bazen düşer.
Ama inancım o ki insanlık ayakta kalabilmek için hâlâ onlarla direniyor.
Çünkü her toplumu yaşatan, er-geç, vasatlık değil, uçlarda direnenlerin ahlâkıdır.
***
Meraklısı için:
Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Herzog, ağırlıklı olarak belgesellere odaklandı. Bunlar arasında, Ruslar arasındaki dini inançları inceleyen Glocken aus der Tiefe (1995; “Derinlikten Çanlar”) ve Alaska’da boz ayılarla birlikte yaşayan ancak sonunda kız arkadaşıyla birlikte bu ayılar tarafından parçalanarak öldürülen Amerikalı Timothy Treadwell’in hikâyesini anlatan Grizzly Man (2005) yer alır. Little Dieter Needs to Fly (1997), Vietnam Savaşı sırasında ormanda vurularak düşen Alman asıllı Amerikalı bir pilotu konu alır; bu hikâye, Herzog’un ilk İngilizce senaryosunu yazdığı kurmaca filmi Rescue Dawn’a (2007) konu olmuştur.