Jaén Endülüs özerk topluluğunun doğu kesiminde, güney İspanya’nın bir ili.
64 milyon zeytin ağacıyla dünyanın en büyük insan yapımı ormanı Jaén bölgesinde bulunuyor.
Yarım milyon hektardan fazla zeytinlik, bölgeyi dünyanın en büyük zeytinyağı üreticisi haline getiriyor.
Zeytin yeşilinin göz alabildiğine uzandığı vadiler, dağlar ve tepeler, doğayla tarihin iç içe geçtiği bir manzara sunuyor.
Zeytin ağacının tarih sahnesine çıkışı M.Ö. 2500’e, Kral Minos dönemine dayanıyor.
Ancak asıl yayılımı, Romalıların Jaén’in de içinde bulunduğu Baetica eyaletinden tüm Akdeniz’e zeytini taşımalarıyla gerçekleşmiş.
Jaén, 2000 yıl önce de bugün olduğu gibi uluslararası bir zeytinyağı merkeziydi.
Şimdi bu kadim peyzaj, “İnsanlığın Somut Olmayan Mirası” ilan edilmeye hazırlanıyor.
İnsan ne yazık ki kötücül amaçlar için kullanılabilen bir varlık.
Kiralık katil olarak tutulmaktan, sosyal kargaşa için kışkırtıcılık yaptırılmaya, başka ulusları yok etme planları yapmaktan sosyal medyada aparat olmaya, saya saya bitiremeyeceğimiz kadar çok bilerek-bilmeyerek ‘kullanışlı’ olmak çeşidi var.
Bu bir ‘insanlık seviyesi düşüklüğü’.
Görenler vardır, bir iş makinesinin üzerinde hemen karşısındaki yamaçta bir çalıyı ateşe verip büyük bir sakinlikle bir ötekine geçerek yangın başlatan bir vicdansızı cep telefonuyla hem kaydedip hem de bir maç yorumcusu gibi an ve an anlatan bir Yangın Spikerinin (!) videosu dolaştı ortalıkta.
Bırakın o mahlûku haykırarak caydırabilmek için görür görmez olduğu yerden fırlayıp koşmayı… İnsana, “üzerinde, olanı bir marifetmiş gibi seyrettiğin azman aracın caddelerde öttürüp etrafa dehşet saçtığın kornosu, sireni de mi yoktu be geveze!!” dedirten kan dondurucu görüntüler.
Havaların ısınmasıyla birlikte ülkenin her yanından orman yangını haberleri kâbus külleri gibi bir kez daha yağmaya başladı üzerimize.
Son bir haftada 624 yangın çıkmış.
Malûm, elektrik kontağı sıcaklık, nem, rüzgâr vs.vs.
Bunlar da bildik: Birkaç etebur mangalcı, bir iki maşa çulsuz, iki-üç şüpheli .Vs. vs…
Bir yanda onlar, bir yanda alevler içindeki su aracında, “Öleceksek birlikte öleceğiz” diyen cansiperane görevliler:
Sonra? Sonrası işte bu:
Bizde o yangınlar dışında, sanki bir bela yuvasıymışçasına görüldüğü her yerde zeytinliklere dalınıp o kadim ağaçların buldozerlerle vahşice sökülüp atılması, maden bulacağım gözü doymazlığıyla her yanımızın delik deşik edilmesi süre dursun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen İklim Kanunu, kamuoyuna “yeşil dönüşüm” adıyla sunuldu.
Ama başka bir görüşe göre, en önemli yutak alanları madencilik ve enerji yatırımlarına açan Torba Yasa ile İklim Kanunu’nun “iklim değişikliğine uyum ve azaltma amacı güttüğü” iddiası taban tabana çelişiyor.
“Torba yasa ile zeytinliklerin, meraların, ormanların, kıyıların ve hatta su varlıklarının enerji ve maden yatırımlarına ‘süper izinle’ açılması planlanıyor.
İmar affından acele kamulaştırmaya kadar uzanan bu düzenlemeler, toplumun topyekûn mülksüzleştirilmesi anlamına geliyor.
İklim krizinin bir parçası olan gıda ve su krizi de Torba Yasa ile derinleşiyor.”
Bunlar olurken, aklı bir karış havada tuhaf kimliklerle yaşayıp bir de marifetmiş gibi orada burada yazıp çizenleri, İsmet Özel’in asıl yakıcı tespitini içimden geçirerek, acıyla izliyorum.
“Dertlerimizle ‘dert edindiklerimiz’ aynı şeyler değil.”
“Allah başka dert vermesin” ifadesi Türkçede sıkça kullanılan, görünüşte bir teselli veya tevekkül cümlesi gibi duran ama çoğu zaman o rahatsız olduğum kişiler için ironi içeren bir kalıp cümledir.
O ifade bir tür pasif direniş ya da toplumsal uyuşmuşluk göstergesidir de.
“İsyan etmeyeceğim, çünkü daha kötüsü de olabilir. Alıştım artık.”
Pılısını pırtısını toplayıp aklı kalarak da olsa çok sevdiği topraklardan gitmek düşüncesinin yabana atılamayacak artışıyla, ormanlarının her yıl daha çok kül olmasına içi yanmak arasında farkında olarak da olsa bir soru işareti yok mu?
‘Yapay öz’ çağında ‘gerçek bağ kurmak’ kanımca bu dijital çağın en derin ve en kırılgan çelişkisi.
Yapay zekâ değil mesele: Yapay benlik.
Ve aramızdaki mesafe.
Bugün çoğu ilişkiler, kendini sürekli güncelleyen algoritmalar yordamıyla kuruluyor.
Senin adına düşünen, senin yerine hisseden, ve sana seni unutturan bir mekanizma bu.
Sosyal medya, içerik platformları…
Hepsi bir şeyi vaat ediyor: Bağlantı.
Gerçekte herkes şebekelerle birbirine bağlı ama kimse gerçekte birbirine temas etmiyor.
Bağlantı bol, ama bağ zayıf.
Birbirimizle bağlantıdayız, ama birbirimize dokunmuyor, uzaklaşıyoruz.
Bütün mesele, kendinle kurduğun ilişkide çünkü.
Orada bir “hakikat boşluğu” oluşmasında.
O boşluk ne kadar büyürse, getirdiği görüntülerin yükü o kadar ağırlaşıyor.
Kimi zaman en büyük cesaret, bir ruhsal bandajı çözmek, o özü sorgulamak ve maskesiz kalmaya razı olmak.
Çünkü çevreyle kurduğun bağ da elbette kendinle kurduğun bağın iz düşümü…
Kendine uzak kalan, başka hiçbir şeye hakikatle yaklaşamıyor.