“Çalınan dikkatler”
13 Ekim 2025

Güncel”, göze tutulan kuvvetli bir ışık gibi.

Bir şeyler görünür, ama hiçbir şey tam anlaşılmaz.

Gerileten bir hastalık olarak “güncele takılıp kalmak”, ne tartıştığımızı değil, nasıl tartıştığımızı belirliyor.

Güncele takılıp kaldığımızda genellikle şunlar olur’ deniliyor.

Tarihsizleşiyoruz.

Olayların, tarihsel bağlamını, diyalektik/ yapısal nedenlerini gözden kaçırıyoruz. 

Televizyondaki biteviye tartışmalar, ille ilginçlik peşindeki günlük köşe yazıları, “bugün olan” üzerinden yürüyor ama “neden oluyor” sorusuna bir türlü gelemiyor. 

Güncel, doğası gereği “acil”dir. 

‘Acil olan’ da düşünceyi sıkışıklığa getirir, sözü edilenleri basitleştirir.

Böylece tartışmalar, ‘düşünsel birer diyalog’ olmaktan çıkar, ‘tepkisel refleksler’ dizisine dönüşür. 

Güncelin mantığı “şimdi”ye kilitli; o yüzden tartışılma süresi, olayın ömrü kadardır. 

Olay biter, tartışma da biter. Düşünce devam etmez. 

En önemlisi, güncel tartışmalar genellikle “pozisyon” üretir ama “kavrayış” üretmez. 

Herkes ‘nerede durduğunu söyler, kendini ona bağlar, ama ‘neden orada durduğunu’ yeterince anlatamaz. Bu şeffaflık belki işine de gelmez.

Nedeni ne olursa olsun “güncele takılı kalmak”, düşüncenin zamanını daraltır, onu mecburen hızlandırır, dilini dağınıklaştırır.

Tartışmaların biçimi, bu hız ve daralma tarafından şekillenir. 

Doğru-dürüst düşünmek ise bunlara pek gelemez.

Örneğin ekonomik krizi tartışırken neoliberal dönüşümü, kültürel krizi tartışırken modernliğin boşluğunu konuşmayız. 

Yüzeyselleşiyoruz.

Güncel, ‘görünür olana’ odaklandığı için semptomu konuşuruz, hastalığı değil. 

Bir politikacı, bir açıklama, bir skandal… 

Tartışma, onların imgeler savaşı haline geliyor. 

Düşünce, refleksif tepkiye dönüşmüş durumda. 

Sonunda ‘Zamansız, bağlamsız bir şimdiye’ hapsolup kalınıyor. 

Sürekli “şimdi ne oluyor?” diye sorarken, geleceği düşünme, tasavvur etme perspektifi kaybediliyor. 

O yüzden güncele takılıp kaldığımızda aslında tarihsel ve düşünsel derinliği tartışmayı bırakır, tepki biçimlerimizi tartışır hâle geliriz.

Buna, toplumsal bir uyutma olarak sürdürülen “cambaza bak” oyunu veya birilerinin onunla geçindiği kör döğüşü esnaflığı diyebiliriz.

Günceli terk etmek, kuşkusuz dünyadan çekilmek olurdu.

Ama mesele, hayatla daha derin bir ilişki kurmak.

Konuşacak konu bulamayan bir adam, köyün kahvesinde Leyla ile Mecnun meselini anlatıyormuş. 

Boş boş oturmaktan sıkılmış kahvehane müdavimleri de tahta iskemlelerini ona çevirmiş, anlatılanları sessiz sedasız dinliyormuş.

Adam gördüğü ilgiden memnun, hikâyeyi daha bir şevkle anlatmayı sürdürmüş. 

Mutlu-mesut anlatmış, anlatmış, nihayet bitirmiş.

Bir kısa sessizlik olmuş.

Sonra yaşlıca bir dinleyen, “Affedersin Bey” demiş… 

Bu Mecnun Leyla’nın neyi olur?”

Bu yazının sonu bu olsun.

ÇOK OKUNANLAR