Yirmi dört saat süreyle neredeyse aralıksız televizyon başına kitlendim. Uzun yıllardan sonra bir ilk. Dayanamadım. Tüm süreci izledim. Şimdi de oturdum içimden geldiği gibi yazmaya başladım. 8 Eylül 2025 saat 22.15.
Sizlere siyaset ötesi yazılar yazmak isteğimi paylaşmıştım. Olayları geniş zaman perspektifiyle yazmak istiyorum dedim. Bilinçdışı kontrol edilemez, ama sanki içimdeki ses bunu bilinç üstüne getirdi. Korkuyor musun diye sordu? Neden mi korkacağım? Tabii ki temel hak ve özgürlüklerimi kaybederek hapse girmekten.
Evet korkuyorum. Bunu itiraf etmek ayıp mı? İnsanım ve bunca yıldır tırnaklarımla kazıyarak elde ettiğim her şeyimi kaybetmekten, kızımı ve çevremi üzmekten korkuyorum. O zaman kenarından köşesinden dolaşarak mı yazacaksın? Yapamıyorum. Söz versem de olmuyor. Korksam da olmuyor. Yani gerektiğinde siyasetle ilgili de yazacağım.
Kendimi bildim bileli siyasetle ilgiliyim. Çok küçük yaşlarda ülkenin ilk kadın Başbakanı olacağım diye hayaller kurardım. Tansu Çiller ilk kadın Başbakanken ben Türkiye Giyim Sanayicileri Derneğinin ilk kadın başkanıydım.
Sivil toplum savunusu içinde olduğum o ilk dönemde siyaset yapamayacağımı anladım. Karakterim müsait değildi. Zaten 1996 yılı sonrası görevim bitince huzur içinde şirketime döndüm. Taa ki 2002 yılına kadar.
Malum siyasetin tüm dama taşları yerinden oynuyordu ve ben rahmetli Kemal Derviş’in yirmi kişilik listesinde rahmetli Deniz Baykal’a önerilen isimler arasındaydım. Olaylar nasıl gelişti ve ben o listeye nasıl girdim bilmiyordum. Bunu tarihi bir misyon olarak gördüm. Mademki bu kadar önemli bir dönemde beni birileri listeye lâyık görmüştü, o zaman ben de gereğini yapacaktım.
Şirketimi kapatma senaryolarıyla yatıp kalkıyordum. İki ay süresince kendi bölgemde bir seçim kampanyası geçirdim.
Beni ikinci bölge 11. Sıraya koymuşlardı. Bir gece sabaha karşı saat 03.00’te telefonla arayarak gözünüz aydın seçilecek sıradasınız diyerek muştulamışlardı. Yalnızca beni değil Kemal Derviş’in listesindeki çoğu kişi seçilemeyecek yerlere konmuştu.
Geçirdiğim iki ay süresinde olan biteni yaşam öykümü yazacağım kitabımda paylaşacağım.
O iki ay süresince Sovyet ya da Çin komünist parti içi demokrasisinin daha gelişmiş olduğuna hükmettim. Üstelik rahmetli Önder Sav kadınlardan nefret ediyordu. Tıpkı Galatasaray lisesindeki bazı yöneticiler gibi. Dünyanın erkeklerden oluştuğu ve bizlerin olmamız gereken yerden çıkıp nasıl oralara kadar yükseldiğimize hayret ediyordu.
Seçileceği garanti olan kişiler ise bizleri öyle bir aşağılayıcı üslup içindeydiler ki bununla ilgili olarak bir kez Kemal Derviş’le bir kez de Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştüm. Sebebi parasal ilişkiler konusundaki yaklaşımlardı.
İşte aynı bölgedeki birinci sıradaki Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nu o dönem yakından tanıdım. O günden sonra da cumhurbaşkanlığı hariç hiçbir seçimde CHP’ye oy vermedim.
Artık onu ve yakın çevresini herkes tanıyor. Yıllarca çok dil döktüm kimseyi inandıramadım.
Şükürler olsun ki benim bölgemde 10. sıra seçildi. Ben işimin başına döndüm ve bir daha asla siyaset yapmamaya yemin ettim. Ülkeye katkı vermeye sanayicilik dışında sivil toplumda devam ettim.
Bugüne kadar da öyle geldi. Özgeçmişimde ise milletvekili adaylığım yazmaz. Çünkü CHP’li olarak anılmak istemedim.
Daha sonra çok yakın arkadaşlarım Pelin-Necati Özkan’ın oğullarının düğününde nikâh şahidi bir Belediye Başkanı ile tanıştım. Sayın Ekrem İmamoğlu. Nikâh kıyarken yaptığı konuşma o kadar ilgimi çekti ki Allah Allah böyle Belediye Başkanları da mı var demiştim.
Sonraki süreçlerde birkaç kez bir araya geldik. Benim siyasetle ilgili gelgitlerim devam etti. YANINDAYIZ Derneği Kurucu Başkanı olarak yeni yönetime Derneğimizi teslim edince de yarı emekli bir sürece geçtim.
Oyunculuk eğitimi aldım, Mustafa Kemal Atatürk’ün hologram oyuncu olarak onurlandırdığı Keşke oyununu sergiledim.
Ülkemizin içinde bulunduğu durum dünyada ve ülkemizde bir ilk olan oyunu sergilememize şimdilik izin vermiyor. Olsun zamanı gelince biz yine devam edeceğiz eminim.
Gelelim CHP’ye. İlgi alanım dolayısıyla kabuk değişimini verilen mücadeleleri izledikçe yeniden ümitlenmeye başladım.
İstiklâl savaşı dış düşmanlara karşı verilmişti. Bu kez de Gençliğe Hitabesinde olduğu gibi dış düşman yok ama ülkemizde gerçek bir hukuksuzluk hüküm sürüyor.
“Bütün bu şartlardan daha da şiddetli ve korkunç olanı, devlet içinde iktidarda olanlar, gaflet ve dalâlet, hatta hıyanetle hareket edebilirler. Bu yöneticiler, şahsî çıkarlarını işgalcilerin siyasi hedefleriyle birleştirebilir. Millet perişan olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu şartlar ve koşullarda bile, senin görevin Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır. Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki asil kandadır!”
Üç askeri darbe dönemini geçirdim. Bu son dönemi ise o dönemlere benzetmemeye imkân yok. Hukuk eliyle temel hak ve özgürlükler kısıtlanıyor. Daha önce de olmadı mı oldu. Sonra ne oldu? Ülke daha demokratik bir yapıya kavuştu. Bence bu kez de öyle olacak.
Dün gece sabaha kadar CHP İstanbul il örgütü kuşatması ve CHP’li yöneticilerin, milletvekillerinin duruşlarını çabalarını izledim. Sürekli polisle konuşarak halkın yanında yer alıyorlar ve daha ileri seviyede bir sorun çıkmaması için mücadele ediyorlardı.
Bugün içinde değilim ama bir vatandaş olarak ve o partinin 23 yıl önce içyüzünü yaşamış bir insan olarak değiştiğini görüyorum. Çok daha genç kadrolarla Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği mücadeleyi veriyorlar.
Geçmişte yaptıkları hatalardan ders aldıklarına inanıyorum.
Onun için de hapiste yatan yöneticileri ve arkadaşlarım dahil her birinin önünde saygıyla eğiliyorum. Kendilerine teşekkür borçluyuz.
Eğer gelecekte ülkemiz daha demokratik lâik bir hukuk devleti olacaksa bu değişimi CHP kadroları ve onlarla hareket eden insanlar gerçekleştirecekler.
Bizler oy vererek ve dürüst vatandaşlar olarak kapımızın önünü süpürüp çevremizde her zaman bir parçası olduğumuz demokrasi, hukuk ve eşitlik kültürünü yaymaya devam edeceğiz.
Yaşarken ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine çıktığını görmek istiyorum. Çorbada tuzum bulunduysa ve gelecekte de bulunursa ne mutlu bana.