Haftaya raflarda olacak öyle bir kitap var ki, sadece bir roman değil, tam anlamıyla çağımızın ilişkiler panoraması.
The Kitap yayınlarından çıkan Hey, Zoey’i ilk okuyan şanslı gruptayım. Arka kapağında şöyle yazıyor: “Bazen en derin sırlarımızı, en beklenmedik kişilere anlatırız… Peki ya o kişi gerçek bile değilse?”
Dolores O’Shea, kırklı yaşlarında, hayatı rutinleşmiş, evliliği sessiz bir çıkmaza saplanmış bir kadın. Derken garajda kocasının sakladığı bir sır buluyor: Yapay zekâlı, kusursuz görünümlü bir seks bebeği. Zoey. Başta şok edici, ama sonra…
Dolores onunla konuşmaya başlıyor. Zoey dinliyor, sır tutuyor, yargılamıyor. Ve Dolores kendine dair hiç fark etmediği arzularla, kırgınlıklarla yüzleşiyor.
Bu satırları okurken aklıma “Online Flört Online Romantizm” kitabım için yaptığım araştırmalar geldi. O kitapta da altını çizmiştim: Online flörtün yükselişi, “romantik yakınlığın dijitalleşmesi”ydi. Araştırmalarımda Gazeteci Jenny Kleeman’ın Sex Robots & Vegan Meat kitabına denk gelmiştim. Kendisi bu robotların üretildiği fabrikalara gidip bizzat deneyimlemişti.
Kitapta da bahsettiği üzere, dünyanın farklı yerlerinde 10 bin dolardan 175 bin dolara kadar değişen fiyatlarla life-size (insan boyutunda) yapay zekâ partnerleri üretiliyor. Sipariş verirken yaklaşık 5.000 özelliğini kişiselleştirebiliyorsunuz: kirpik uzunluğundan, ses tonuna, göğüs ölçüsünden, sevdiği müzik tarzına ya da aklınıza artık ne gelirse.
Fabrikada gördüğü manzarayı şöyle özetliyor: “Bir depoda yüzlerce kadın ve erkek bedeninin parçaları, sipariş bekler gibi dizilmişti.”
Kleeman’ın gözlemi şunu gösteriyor: Bu sadece teknoloji değil, aynı zamanda yeni bir tüketim kültürü. İnsan, “ideal partner”i satın alabileceğine inandığında ilişkilerin tanımı da değişiyor.
Hatta geçtiğimiz ay haberlerde çıktı: Bir kadın, chatbot sevgilisiyle nişanlandı!
Düşünebiliyor musunuz? Yalnızlık öyle bir noktaya geldi ki, insanlar kalplerini bir yazılıma emanet edebiliyor.
İlişkiler açısından bu tablo çok çarpıcı. Bir yanda “beni dinleyen, beni hatırlayan, bana yargısız bakan” bir yapay zekâ. İnsan beyni için bu çok güçlü bir uyaran. Çünkü beynimiz gerçek ile sanalı ayırt etmekte o kadar başarılı değil: “Beni seviyor” hissi, bazen gerçek olup olmamasından bağımsız çalışıyor. Üstelik bir de “sadakat”, “bağlılık” gibi kadim değerler var. Karşınızda sadece sizin mutluluğunuza odaklı, sadık, yorulmayan, bıkmayan bir algoritma…
Ama sorumuz şu: Yapay zekâ ortakları modern çağın yalnızlık krizine çözüm mü, yoksa yeni bir yalnızlık biçimi mi?
Robot Partnerinizin sizi hatırlaması bir meziyet mi, yoksa zaten bir algoritmanın görevi mi? En önemlisi: Bizi bizden daha iyi anlayan bir makine ister miyiz? Benim cevabım net: Teknoloji hayatımıza renk katabilir, evet. Ama şunu unutmamalıyız: Yakınlığın özü, kırılganlık ve karşılıklılık.
Dolores, Zoey’e her şeyini anlatıyor ama Zoey ona kendi kırılganlığını asla veremiyor. İşte bu yüzden, yapay zekâlı partnerler en fazla “ayna” olabilir. Gerçek ilişkiyse hâlâ “iki yaralı kalbin” buluşmasında gizli.
Şimdi sorum şu: Eğer eşiniz garajda bir Zoey saklasa, tepkiniz ne olurdu? “Pilini çek, bitsin.” mi, “ Bari beni de katsın, birlikte yaşayalım.” mı, “O kadar para vermiş, bari kullansın” mı?
Belki de cevapların hepsi doğru, çünkü bu çağda ilişkilerimiz de seçeneklerimiz kadar karmaşık. Haftaya bu kitap çıktığında elinize alın ve Zoey’i okurken bir yandan kendi ilişkinizi de düşün.
Çünkü bazı sorular cevap istemez… Sadece cesaret ister.