Erdoğan’ın Kıbrıs’ta vermediği müjdeyi medya verdi

Bir seferinde Bülent Ecevit, başbakan sıfatıyla “Kıbrıs sorunu bizim açımızdan 1974’te çözüldü” demişti, “Bu çözüm 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanıyla perçinlendi.”

Öyle mi peki? Çözüldü mü Kıbrıs sorunu? “Türkiye’nin bir Kıbrıs sorunu yoktur, Kıbrıs Türkü egemenlik açısından sorunsuzdur” diyebiliyor muyuz?

“Kıbrıs sorunu çözüldü” diyen Ecevit, Avrupa Birliği, Güney’deki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek başına tam üye yapmaya kalktığında Başbakan olarak en sert tepkiyi veren isimlerin başında geliyordu. Ama buna rağmen 1999 yılında Türkiye’nin tam üye aday adayı olduğunu tescil eden meşhur Helsinki Zirvesi kararını da onun Başbakanlığını yaptığı hükümet onayladı.

Bu, kimsenin ilgisini çekmeyecek girişi yaptım; çünkü maalesef bir kez daha Kıbrıs gündemde.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceden “bir müjde açıklayacağım” diyerek Kıbrıs’a gitti; bayrama da orada girdi hatta. Bu “müjde”nin ne olacağı konusu çok konuşuldu; Avrupa Birliği o müjdenin “İki devletli çözümü dayatmak” olmasından çekindi, “Böyle bir şeyi kabul edemeyiz” dedi. ABD’de bir grup senatör aynı endişeyle Başkan Biden’a mektup yazdı.

Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC Meclisi’nde çok beklenti yaratılan konuşmasında daha önce Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak söylenmemiş hiçbir şey söylemedi. “Müjde”sinin de, KKTC’ye bir Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile bir Meclis binası hediye etmek olacağını söyledi.

Kıbrıs küçük yer, Meclis binası da doğal olarak küçük, Türkiye’de bir ilçe belediyesinin belediye meclisi toplantı salonundan biraz hallice.

Kıbrıs küçücük, 700 bin nüfuslu bir yer. Cumhurbaşkanlığı konutu da buna uygun olarak mütevazı, bahçe içinde normal bir villa. Meclis binası da az sayıda milletvekili ağırladığı için doğal olarak küçük.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inşaatperverliği ve “İtibardan tasarruf olmaz” sözü biliniyor, şimdi KKTC de nasibini alacak anlaşılan. Ama konu bu değil. Konu, Erdoğan’ın Batıyı endişelendiren mesajların hiçbirini vermemiş olması.

Neden vermedi? Yoksa veremedi mi? Bunlar hakkında bir sürü spekülasyon yapılabilir, herkesin aklına gelebilecek ve kolayca tahmin edilebilecek bu spekülasyonlardan ben eksik kalayım.

Ama itiraf edeyim; Erdoğan Kıbrıs’a gitmezden önce orada ne diyebileceği konusunda kafa yordum. “İki devletli çözüm” 1983 yılında KKTC “Son bağımsız Türk devleti” olarak ilan edildiğinden beri gündemde aslında. Zaten bu amaçla “Kıbrıs Türk Federe Devleti” bir gecede bağımsız “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ne çevrilmişti. Ama KKTC’yi aradan geçen 40 yıla yakın zamanda Türkiye’den başka hiçbir ülke resmen tanımadı, BM’ye üye değil.

Peki bütün bunlar ortadayken Erdoğan 40 yıllık bu politikanın üzerine ne gibi radikal bir adım ekleyebilirdi ki, AB şimdiden çekinmiş, ABD’de senatörler harekete geçmiş, Lefkoşe’nin Rum tarafı ve Atina heyecanlı bir bekleyişe geçmişti?

Aklıma gelen iki ihtimal vardı doğrusu: 1. Kıbrıs’la ilgili her türlü toplumlararası görüşmelerden çekilmek; KKTC’nin uluslararası camiada tanınması ve meşru devlet kabul edilmesi için (nafile bir) kampanyaya girişmek; 2. KKTC’nin Türkiye tarafından ilhak edilmesini önermek.

Hayır, Erdoğan bunların hiçbirini yapmadı. Onun yerine Kıbrıs’a bina yapmaya karar verdiğini açıkladı.

Ama bugün necip Türk medyasının bir zamanlar ülke gündemini belirleyen iki mensubuna, Hürriyet ve Sabah gazetelerine bakacak olursanız, Erdoğan aslında külliye yapacağını söyleyerek “şifreli” konuşmuştu.

Hürriyet’in bugünkü manşeti, Erdoğan’a kendi söylemediği şeyleri söyletiyor.

Hürriyet adına bu şifreleri “çözen” Abdülkadir Selvi bakın ne yazıyor:

“Erdoğan, ‘Sizlere birkaç gündür gündemde olan müjdemi vermek istiyorum’ dediğinde salonda çıt çıkmıyordu. Erdoğan, KKTC’ye Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, yeni Meclis Binası ve Millet Bahçesi sözü verdi. Erdoğan, mevcut parlamentonun da müze olarak korunacağını ilan etti. Çünkü mevcut parlamento binasında KKTC devleti ilan edilmişti.

Erdoğan müjdeyi açıkladı. Herkes derin bir nefes aldı. Görünen o ki artık Kıbrıs’ta iki devletli çözüme giden yolların yapı taşları döşeniyor. Bu işin bir adım sonrası başındaki ‘Kuzey’ ibaresini çıkarıp, ‘Kıbrıs Türk Devleti’nin ilan edilmesi olur.”

Selvi’nin yazısı böyle, hafif çekingen ama gazetenin editörleri birinci sayfada onun yazısını manşete çekerken bu çekingenliği giderecek netleştirici unsurları eklemişler. Bakın birinci sayfadaki alt başlıkta, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC’deki müjdenin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Meclis Binası olduğunu açıkladı. Bu sözler, iki devletli çözümün yapıtaşları olarak yorumlandı.” Kim yorumladı? Tabii ki Abdülkadir Selvi.

KKTC 1983 yılı sonunda ilan edildi. Demek perçin kullanmayı unutmuşlar.

Sabah gazetesi ise manşetinde daha net, “Külliye projesiyle KKTC perçinlenecek” demiş. Erdoğan’ın “Devlet olmanın ifadesi budur” deyişine de özel vurgu yapılmış, manşetteki tek eksik Erdoğan’ın “devlet olmanın ifadesi” olarak bir de KKTC’ye “Millet Bahçesi” yapılmasını önermesi. Öyle ya, yeşil alanı, parkı olmayan yere devlet denir mi? Belli ki KKTC’de park yoktu, o yüzden uluslararası alanda tanınmadı.

Sabah, Erdoğan’ın bu “müjde” açıklamasını iki ağır top yazarıyla yorumlamış. 

Gazetenin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, yazısında “Erdoğan, KKTC’yi ‘emanet değil hakiki bir devlet’ olarak tescilledi. KKTC’de geçici olduğu izlenimi veren Cumhurbaşkanlığı ve Meclis binaları yerine, Kıbrıs Türk halkının Ada’nın asli sahibi olduğunu gösteren, kalıcı devlet kimliğini pekiştiren büyük bir Devlet Külliyesi ve Millet Bahçesi yapılacağını müjdeledi” diyor. 

Bina olmadan “kalıcı devlet kimliği” olmuyor demek. Tabii, park yapmayı da unutmamak lazım, burası çok önemli.

Sabah’ın diğer ağır topu, Cumhurbaşkanlığı Dış Politika Kurulu üyesi, Ak Parti’nin düşünce kuruluşu SETA’nın başkanı Prof. Dr. Burhanettin Duran. O hem çok daha serin kanlı hem de temkinli. Yazısında şöyle diyor:

“Erdoğan’ın günlerdir konuşulan müjdesi ise KKTC’ye ‘devlet olmanın ifadesi’ olarak cumhurbaşkanlığı külliyesi, yeni parlamento binası ve millet bahçesi yapılacağını açıkladı. Bu binalar garantör bir ülke olarak Türkiye’nin KKTC’ye sembolik hediyeleri olacak. KKTC’nin devlet olarak tanınma yolundaki adımlar olarak tarihin sayfalarında yerini alacak.”

Her üç yazar da, Erdoğan’ın aynı konuşmasını dinlemiş ve yazılarında onun konuşmasında açıkça söylemediği bir şeyi “yorum” yoluyla çıkarmışlar ama nasıl olmuşsa üçü de aynı sonuca varmışlar.

Hadi yeniden bu yazının en başına dönelim. Bülent Ecevit bir seferinde, “Kıbrıs sorunu bizim için 1974’te çözülmüştür” demişti.

Çözüldü mü? 

Bu Web Sitesi Cookie kullanıyor