Dün atladığımız bir fotoğraf karesinin sol kenarındaki ayrıntı
11 Ekim 2025

Arap medyası önceki gün ilginç bir şey yaptı.

Gazze’de ateşkes anlaşmasının açıklanmasından hemen önce çekilmiş bazı fotoğrafları paylaştı.

Ben de görmüştüm…

Ama içlerinden birinde öyle bir ayrıntı  vardı ki, gözümden kaçmış. 

Meslektaşımız Ardan Zentürk, Çanakkale’deki evinden  o ayrıntıyı yakalamış ve dün X hesabından paylaştı.

El sıkışan iki insanın bir ay önceki duyguları neydi?

O kare aslında bu anlaşmayı gerçekleştiren insanların kim olduğunu da anlatıyordu.

O karede MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı görüyorduk mesela…

Aynı karede sol tarafta bir el sıkışma ayrıntısı görüyoruz.

Katar Başbakanı El Sani, İsrail heyetindeki General  Nitzan Alon ile el sıkışıyor.

Bir dakika…

Katar Başbakanı kim?

Daha 1 ay önce İsrail’in başkentine saldırdığı ülkenin başbakanı…

Katar Başbakanının elini sıktığı o adam kim?

Karşısındaki İsrailli kim?

7 Ekim saldırısından sonra Hamas’ın kaçırdığı insanları bulmakla görevli İsrail istihbarat biriminin başkanı.

O da bir istihbaratçı yani…

Kariyeri de ilginç.

Geçmişte Batı Şeria bölgesi komutanı.

Israil Savunma Kuvvetleri  (IDF) Özel Harekat Birliklerinden  “Sayeret Matkal’da” birlik komutanlığı yapmış.

Ve el sıkışıyorlar.

Bize Demirel’in sözünü hatırlatan el sıkışma

Sizin de aklınıza rahmetli Demirel’in o cümlesi gelmedi mi…

“Barışmayı bilmeyenler savaşmamalı…”

Evet bu fotoğraf bize, perde arkasında bu ateşkesi kimlerin sağladığını açıkça gösteriyor.

Barışmayı bilemeyen, öğrenemeyen siyasetçilerin gerisindeki “Barışmayı bilen istihbaratçılar”, evet onlar başardı  bu ilk adımı…

O karede İbrahim Kalın’ın da bulunması bir tesadüf değil yani…

Ümmet değil o karede görmediğimiz demokrasinin sokağı çözüyor

Ama bu ateşkesi sağlayan çok önemli bir başka kesim daha var.

Ve o kesimi bu karede göremiyoruz.

O da Batı’nın, demokrasi ile yönetilen ülkelerin sokaklarıdır.

Kamuoyudur…

Kendilerine oy veren insanların Gazze hassasiyetini bilen İspanya, İngiltere, Yunanistan, Fransa, İsveç, Avustralya, Kanada gibi ülkelerin başbakanları, başkanlarıdır.

O karede görmediğiniz bu gerçeği somut olarak görmek istiyor musunuz?

Sumud filosuna binen insanların hangi ülkelerden geldiğine bir bakın.

Sumud  Filosuna  hangi ülkelerden insanlar bindi?

O filoya  kaç kişinin katıldığı konusunda değişik rakamlar var.

Bazı kaynaklara göre 497, bazılarına göre 600 kişi katılmış.

Bu insanların kaç ülkeden geldiği konusunda da bazı yerlerde 44 bazı yerlerde 46 sayısı veriliyor.

Benim tesbit edebildiğimle;

Bu insanların hangi ülkelerden geldiklerine baktığımızda da şöyle bir insan envanteri görüyoruz:

Ülke ülke Sumud Filosu coğrafyası

Türkiye 56; İspanya 49; İtalya 48; Fransa 33; Tunus 28; Malezya 27; Yunanistan 26; ABD 22; Almanya 19; Cezayir 17; İrlanda 16; Birleşik Krallık 15; Brezilya 14; Japonya 1; Endonezya 1; Slovakya 1, Litvanya 1; Bulgaristan 1; Hırvatistan 1; Çekya 1; Lüksemburg 1; Avustralya 1; Moritanya 1; Umman 1; Maldivler 1.

O insanların 253’ü Hristiyan aleminden

Bu tabloya baktığımızda gördüümüz tablo şu:

(*) Sumud filosuna binen insanların 253’ün, nüfusunun çoğunluğu Hristiyan olan ülkelerden geliyor. 

Binen insan sayısını o ülkelerin nüfuslarına oranla alırsanız, Hristiyan ülkelerden binenlerin yüzdesi çok daha fazla büyür.

Filodakilerin 129’u İslam ülkelerinden ama hangi İslam ülkeleri?

(*) Nüfusunun çoğunluğu veya tamamı Müslüman olan ülkelerden gelen insanların sayısı 129.

(*) Filoya vatandaşı binen ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin neredeyse tamamı, hala iyi kötü seçim yapılabilen ülkeler.

Rusya, Çin ve seçim yapılmayan İslam ülkelerinden kimse yok

(*) Çin, Rusya ve seçim yapılmayan müslüman ülkelerin hiç birinden tek kişi bu filoya binmemiş.

Bu tablonun bize söylediği gerçek şu:

Bu barışa giden yolu açan Ümmet değil, demokrasinin sokakları olmuştur.

Diktatörlükle yönetilen ülkeler değil, doğru dürüst seçim yapılan ülkeler.

Bunu bir kenara not edin.

Çünkü o sokaklardan gelen talep, Mescidi Aksa veya Kudüs’e kilitlenmiş bir masaj değildir.

Tamamiyle Gazze halkının, çocuklarının, kadınlarının, masum sivillerinin acısına, ızdırabına kilitlenmiş bir duygunun ifadesidir bu tablo.

Aynı gün ünlü yazar soruyor: Trump ne zaman Nobel alabilir?

Geliyorum onun kadar önemli bir meseleye…

New York Times’ın belki de en önemli yazarı sayılan Thomas Friedman dün biz Türkleri ve Kürtleri de çok ilgilendiren bir yazı yazdı…

Bir kere benim de katıldığım bir şeyi söylüyor.

“Bu işin daha başındayız…” 

Evet başınayız. Gidilecek daha çok yol var.

Friedman bu yolu anlattıktan sonra soruyor?

“Trump ne zaman Nobel alır…”

Bölünmüş olan kendi halkını da barıştırırsan Nobel alırsın

Cevabı şu:

“Kendi ülkenizde de barışı sağladığınız zaman”  

Yani “Amerikalılarla Amerikalıları barıştırdığınız zaman” diyor.

Ben de Cumhurbaşkanımıza aynı şeyi söylemek istiyorum

Ben de ülkemizin Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum.

“Sayın Cumhurbaşkanı; 

Madem Katar Başbakanı, daha bir ay önce ülkesini bombalayan İsrail’in istihbarat şefiyle el sıkışabiliyor…

Madem siz de bu el sıkışmayı destekleyip Gazze’ye barışı getirmek için bastırıyorsunuz;

Öyleyse siz de elinizi kendi ülkenizdeki size muhalif insanlarına uzatın…”

Hafta başında beni çok üzen yeni bir gelişme

Ne var ki, Şarm el Şeyh’te barış için uğraşıldığı günlerde, kendi ülkemde beni çok üzen ve umutsuzluğa kaptıran bir gelişme daha oldu.

Eski AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık tutuklandı.

Onun Cumhuriyet gazetesine verdiği mülakatı okudum.

Güzel ve yapıcı bir mülakattı ve ben orada Cumhurbaşkanına bir hakaret görmedim.

Eleştiri vardı, ama hakaret yoktu.

Erol Olçok gibi 15 Temmuz gecesi demokratlığını ispat etmiş bir insan

Hüseyin Kocabıyık tanıdığım ve zaman zaman telefonda sohbet ettiğim bir insan.

Onunla geçmişte çok büyük anlaşmazlıklarımız oldu.

Döneminde Başbakan Tansu Çiller’in danışmanıydı.

Çok tartışmamız oldu ama bu bizleri düşman haline getirmedi.

Ve söz konusu demokrasi olduğunda da bu ilişki dostluğa dönüştü.

Demokrat bir insandır Kocabıyık.

Rahmetli Erol Olçok’un dostudur ve 15 Temmuz gecesi onun gibi demokratlığını ispat etmiş insanlardan biridir.

Tutuklanmayı hiç haketmiyor.

Bu kadar basit bir eleştiri bile hapse götürüyorsa nerede barış?

Ama biz birbirimizin en küçük eleştirisine bile tahammül edemiyorsak, bu insanları küçücük bir eleştiriden dolayı hapislere atıyorsak nasıl barışacağız?

Gazze’nin insanlarının çektiği ızdıraplara duyarlı olan ve orada barış isteyen insanlar; kendi ülkelerinde cezaevlerine gönderilmiş seçilmiş belediye başkanlarının, sırf bir gösteriye katıldığı, düşüncelerini ifade ettiği için hapiste olan aydınların, sanatçıların, siyasetçilerin çektiği acılara, uğradığı haksızlıklara, hasta halleriyle içerde tutulmalarına karşı duyarsız kalabilir mi?

Kendi halkının yarısıyla barışık olmayan bir iktidar başka bölgelerde insanları barıştırabilir mi?

Nobel’i bir muktedir değil bir muhalefet lideri aldı 

Önceki gün ve dün, insanlık tarihi için ibretlerle dolu bir 48 saatti.

Bakın bu anlattıklarımdan bir gün sonra “Trump Nobel Barış ödülünü alır mı” sorusunun cevabı geldi.

Nobel Barış ödülü Venezuellalı muhalefet liderine verildi.

Hem de gerekçesi şuydu:

“Diktatörlükten demokrasiye geçişi sağladığı için…”

Yani bir iktidar sahibine değil de…

Ülkesini diktatörlükten demokrasiye geçiren bir muhalefet liderine verildi Nobel Barış ödülü.

Otoriter bir lider kendi ülkesinde barışı sağlayamaz mı?

Artık önümüzdeki soru şu:

Bir muhalefet lideri ülkesini diktatörlükten demokrasiye geçirebiliyorsa…

Güçlü bir iktidar lideri de ülkesini totaliterlikten özgürlükçülüğe geçiremez mi…

Bunun formülü de çok kolay, çok milli ve çok yerli…

Bu barışa milli ve yerli formül hazır

Atatürk’ün o hepimizin içine yerleşmiş sözü.

“Yurtta sulh, dünyada sulh…”

Thomas Friedman çok haklı.

Dünyanın en uzun süreli savaşını barışa çevirmek için uğraşan liderlerin, kendi ülkelerine de barışı getirecek adımı atmaları için çok elverişli bir döneme giriyoruz.

Türkiye 15 temmuz ertesi o tarihi barışma fırsatını kaçırmıştı.

Umarım bu defa da kaçırmaz.

ÇOK OKUNANLAR